Bırak Gitsin

Aylardır özel bir koşturmacanın içindeyim. Hayatım komple değişti. Doğduğum şehrin havasını solumuyorum artık. Şikayetim olmamalı. Çünkü her şey olmasını hayal ettiğim gibi. Fazlası var eksiği yok. Sevdiğim adam her gün daha bir güzelleşiyor. Bugün de uzun süredir planladığımız Ballı Balayı yolculuğumuza çıkmak için hazırlık yapmamız gerekiyor.

Sosyal medyada, #balayıbitmiyor #bizehergünbalayı #beklebiziAvrupa #havadabulutdenizdecruisegemisi #cruisesenbizimherseyimizsin hashtagleri atasım var. Ama sabahtan beri elim bir türlü bavula gitmiyor iyi mi?

Zar zor bir adet kıyafet çıkarıyorum dolaptan. Ardından mutfağa gidip bir kahve yapıyorum. Bir kıyafet daha seçiyorum. Sigara yakma isteği kaplıyor her yanımı. Zaten, alışkanlığı bir kenara atarsak, hep bir kaçış değil midir sigara? Hadi zorla kendini, bir kıyafet daha. Hay aksi. Ütü istiyor! Ben kıyafetlerle boğuşurken, biricik aşkım ellibir tane iş hallediyor sağolsun.

İçimdeki, “zamanı öteleme isteği” nereden çıktı şimdi. Normalde zamanı hızlandırmak ve bir an önce limana ayak basmak istemem gerekmez mi? Üstelik bir de İstanbul yapacağım öncesinde. Sevdiklerimin tepesine çıkacağım. Benden iyisi var mı şu an? Hadi ama gitsin üstümdeki atalet duygusu. Ben bu duyguyu sevmedim.

Nihayet ötelemeyi ve her şeyi bir yana bırakıp; kendimi dinleyip, anlamaya çalıştığım anda fark ediyorum. Olan şu: Hayatımın en önemli anlarını kaçırmayayım, her şeyi dolu dolu yaşayayım diye; bir yandan beni kendime getiren, bir yandan da beni benden alan yazma dürtüsünü uzun süredir öteleyip durmuşum. Yani bu ötelemek yeni bir şey değil. Sigara dediğin de bir yerde sönüyor kardeşim. Ki zaten söndür gitsin. Daha ne kadar kendinden kaçabilirsin.

Duvara toslamadan bir durup sakinleşmek -yavaşlamak kesinlikle demiyorum çünkü sabahtan beri kağnıdan daha yavaşım- ve kendine gelmek en iyisi dedim ve bilgisayarın başına geçtim. Olması gereken de oldu nihayet. Kelimeler klavyede yerlerini aldıkça enerjim yükseldi. Ekran başında yazı kayağı yapıyorum. Hem de en olmayacak bir zamanda. Acaba gerçekten öyle mi? Belki de benim için yazmak adına en doğru zamandır şimdi. Ve işte içime su serpen müthiş bilgi de geliyor hemen: “Sadeleşmek lazım.”

Atalete düşmemin sebebi besbelli. Ben sadeleşemiyorum. Öyle anlamsız teferruat var ki zihnimde. Dolaptan bir türlü seçemediğim kıyafetler bile aslında saatlerdir kafamın içinde savrulup duruyor. Düşündüklerimin hepsini yanıma alırsam bavul bavul olalı böyle eziyet görmemiş olacak. Üstelik muhtemelen yarısından fazlası ütülü ve katlı bir şekilde dokunulmadan geri gelecek. Tecrübe ile sabit bu ama yine de hiç birinden vazgeçemiyorum. Hatta tatil için yenibaştan bir alışveriş bile yapasım var.

Ben kendimle eylene duruyim, beynim susmuyor: “Sadeleşmek lazım.” Bunu bana birkaç defa daha tekrarlarsa, bavulu yakacağım o olacak. Zaten hiç bir zaman orta yol bulamamışımdır. Çayı ve kahveyi ya çok şekerli içtim ya da sıfır şekerle. Evet neyseki hiç şeker kullanmadığım bir dönemdeyim.

Neyse şaka bir yana, kısa hayatlarımızın içerisinde ihtiyacımız olmayan öyle çok şey biriktiriyoruz ki; ruhumuz ne yaparsak yapalım rahatlamıyor. Sadeleşmek ile ilgili önemli bu bilgiyi reel hayatıma ne zaman uyarlayabilirim bilmiyorum. Çünkü sahip olduklarımdan kolay kopabilen biri değilim. Malum sigaradan da belli. Ama gerçekten sadeleşene kadar da içim hiç bir zaman gerçek anlamda rahat etmeyecek bunu biliyorum.

Sadeleşmek içinse formülüm çok kolay aslında: “Daha özgür daha hafif mi yaşamak istiyorsun? Seni ağırlaştıran, sana yük gelen, sana kendini kötü hissettiren her şeyi ama her şeyi; bırak gitsin.”