Dünyanın En Sıcak Günü

Haberlerde son on yılın en sıcak günü demelerine rağmen, çıktım yine de Çarşamba günü sokağa. Aciliyeti yoktu işlerimin, ama içimdeki arı dedi ki bana;
“Bugünün işini yarına bırakma.” İyiki de bırakmamışım.

Bir gece öncesinden yapmıştım programı. Yapayalnız koskaca bir gün geçirmeyi planlıyordum. Sabah erkenden kalkacak; Kadıköy’e inip işlerimi halledecek; hazır inmişken Kadıköy’e, hem kitap alıp hem de kitap okuyabileceğim büyük kitapçılardan birine gidecektim. Ama evdeki hesap çarşıya uymadı tabii…

Evden tam çıkmak üzereydim ki telefon çaldı. Annemin biricik sesi, evinin bahçesinde beni bir şeyler içmeye çağırıyor. Ne iyi fikir, ama arı işini ertelememekte kararlı. Allahtan bunu en iyi anlayacak kişiyle konuşuyorum.
“Ben de geleyim seninle,” diyor.
“Olur gel,” diyorum hiç düşünmeden.

Kitaplara bakarken yanımda birinin olmasını hiç sevmem. Rahatça bakmak isterim çünkü. Ayrıca yanımda başkası varken nasıl kitap okuyabilirim ki? Arıyla, kitap üzerine yaşayacağım yalnızlık planlarını ertelemekte, hemfikiriz bu sefer. Nede olsa o da annemi en az benim kadar seviyor.

Hakikaten bunaltıcı bir sıcak var sokakta. Asfalt yüzümüze yapıştı yapışacak. İşlerim halledilirken beklediğimiz yerlerde annem yanımda gezdirdiğim uğur böceği gibi. Sıcaktan hiç sızlanmadan şans dileyip duruyor yanıbaşımda. Herşeyi yoluna koyduktan sonra,
“Hadi yiyecek bir şeyler alalım, gidip bizim bahçede oturalım” diyor. Gene iyi fikir diye düşünürken gözüm Mine Cafe’ye takılıyor:
“Anne bak! Buranın özel bir mantısı var. İstersen burada yiyelim öyle gidelim bahçeye. Yıllardır gelmedim buraya,” diyorum. Annem bir, kafenin bahçesindeki bomboş sandalyelere; bir de, bana bakıyor kuşkuyla.

“Nasıl mantı?”
“Sosyete Mantısı.”
“Sosyete nasıl oluyormuş?”
“Normal mantı değil. Gözleme gibi. Üzerindeki sos mantı sosu sadece. Değişiklik olur bizim için bence. Ne dersin?”

Gözlerindeki kuşku devam ediyor ama ağzı,
“Olur,” diyor, “oturalım.”
Onun içindeki arı da beni seviyor olmalı…

Gözlemeler yani Sosyete Mantıları gelene kadar annemin mekandaki huzursuzluğu devam ediyor. Neyse ki en az benim kadar beğeniyor yediğini.
“Haklıymışsın,” diyor ama sorgulamaya devam ediyor hala, “burası neden bu kadar boş?”

Kafe sahipleri sanki bunu duymuş gibi, ki duymalarına imkan yoktu, yanımızdaki masaya kuruluyorlar ailecek. Anne, baba ve kafeye ismi verilen kızları Mine. Bizim yediğimizin bir başkasını yiyerek yudumluyorlar çaylarını. Annemin onlara,
“Çayınız taze mi?” diye sormasıyla biz de çay söylüyoruz. Kızı çayları getirirken bu sefer anneye soruyor annem mekanın boşluğuyla ilgili sorularını. Ve öylesine atıştırmak için uğradığımız bu yerde saatlerce sürecek sohpetimiz başlamış oluyor.

“Cuma günü son günümüz. Kapatıyoruz,” diyor kadın. Sadece kafeyi değil İstanbul’u kapatıyorlar hayatlarında, Datça’ya yelken açmak üzere. Her yaz Datça’ya gitmek ve mümkün olduğunca uzun kalmak için çırpınan ben, iki kez şaşırıyorum bu habere. Annemin yüzünde kuşkudan eser yok. Eski bir komşusuna kavuşmuş gibi mutlu ve rahat. Evinin bahçesi gelmiyor aklına artık.

Datça’nın ve Sosyete Mantısı’nın hakim olduğu muhabbetin en koyu yerinde bize doğrulan ince ve yaşlı bir sese doğru yöneliyoruz hepimiz:
“Gözlemeniz var mı gözlemeniz?”

Bastonuyla yavaş yavaş yürürken ağzında bir şeyler mırıldanıyor. Benim dışımda herkes söylediklerini anlıyor galiba. Yüzüne takılmış durumdayım. Gözleri ışıl ışıl. Teninde yaşamının haritası.

“Hem gözleme yemek istedim, hem de şunun bir tarifini alayım sizden,” diyerek oturuyor kafe sahibinin masasına. Haklısın teyzecim öğrenmenin yaşı yok!

Muhabbetimiz bir kişinin daha katılımıyla devam ediyor. Çok üzülüyor o da kafenin kapanacak olmasına. Defalarca gittiği haccı; kocasını ve oğlunu kaybettiğini; yalnız yaşadığını; depremde Yalova’da binadan tek canlı kendisinin çıktığını; Albay eşi olduğunu; her gün üşenmeden Fenerbahçe Orduevi’ne gittiğini anlatıyor. Bir yandan da tadına doyamadığı gözlemeden bolca sipariş veriyor, evde ısıtıp yemek için. Hayata bağlılığını sevgiyle dinliyoruz. Kalkarken,
“Gitmenize çok üzüldüm, artık seneye görüşürüz,” diyor 85 yaşındaki teyzem. Yaşamaya kesinlikle kararlı. Onun arısı iyi çalışıyor olmalı. Kafenin sadece yaz için kapanacağını sandığını anlıyoruz kurduğu cümleden.

“Seneye yokuz. Temelli gidiyoruz Datça’ya.”

Teyzemin gözleri doluyor:
“Keşke daha önce gelseydim. Şuracıkta oturuyorum. Ama hergün geçerken sizin için dua edeceğim,” diyerek, merdivenleri çıkmasına yardım desteğimizi reddedip, yavaş yavaş mekanı terk ediyor.

Bir süre sonra biz de kalkıyoruz, birbirimizin hayatlarına dair güzel dilekler dileyerek.

“Hadi kocanı ara, bize gidelim, bahçede otururuz.”

Bu sefer daha da iyi fikir annem benim! Çünkü haberler doğruymuş, bugün dünyanın en sıcak günü….

Bizim Avrupa / 28 Haziran 2007