Erdal Öz’ün Anısına

Haftasonu. Pazar günü. Sapanca’dayım. Eşimi sürüklemişim sabahın köründe, “Kahvaltıyı Sapanca’da yapacağız bu hafta,” diye. Üniversiteden arkadaşım karşılıyor bizi. Güzel bir yerde kahvaltı ediyoruz. Manzaramız; Sapanca Gölü. Hiç gazete okumuyorum o gün. Hiçbirimiz okumuyor. Aklımıza defalarca geliyor, ama elimiz gitmiyor. TV yok. Sohbet koyu. Hayattan bir günlüğüne kopmuşuz. Ama sanki hiç olmadığımız kadar hayattayız. Arkadaşımın kardeşi geliyor; bizi Kırkpınar’da çok güzel bir yere bırakıp, kendi hayatına geri dönüyor.

Bir yandan geçmişimi ve geleceğimi bağladığım bu iki insanla olmaktan mutluyum; bir yandan da, o kadar harika bir yerdeyim ki, yalnız kalmak istiyorum. İskelenin en ucunda duran, göle çevrili sandalyede saatlerce oturup, tek başıma kitap okumak… Bu sahneyi kafama kazıyıp, geçmişim ve geleceğimin birlikteliğinin keyfini çıkarıyorum. Güzel bir günün sarhoşluğuyla dönüyorum İstanbul’a. TV’ye kesinlikle o gece yer yok. Pazartesi’ye bile devrediyorum keyfimi.

İşe giderken Zincirlikuyu’dan geçiyorum her zamanki gibi. Zincirlikuyu Mezarlığındaki ‘Her Canlı Ölümü Tadacaktır’ yazısına kayıyor gözüm. Bu yazıyı sevmediğimi ve her gün bunu görmenin ne kadar sinir bozucu olduğunu düşünüyorum. Yazmalıyım bunu, hatta Bizimavrupa’da yazmalıyım.

İşyerindeyim. Masama oturuyorum. Kulağımda başka bir arkadaşımın sesi. Gözüm masadaki elle yazılmış bir kağıt parçasına kayıyor. Bütün sesler siliniyor o anda. Hiçbirşey duymuyorum. Erdal Öz’ün vefatı için başsağlığı yazısı. Gazeteye faks çekmişler belli ki. Arkadaşım susmuş. Konuşma sırası bende mi?

“Bir dakka! Dinlemiyorum ben seni. Erdal Öz ölmüş! Can Yayınları’nın sahibi.”
“Evet biliyorum. Sen de biliyorsun sanıyorum. Dün hep haberlerde vardı.”
“Hayır bilmiyordum.”

Ona veda için Yeni Melek Gösteri Merkezi’ndeyiz. O, sahnedeki kocaman fotoğrafından, tüm sıcaklığıyla bize gülümsüyor. Yine böyle bir tebessümle, okumamı söylediği kitaplar aklıma geliyor. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının asıldığı günde öldüğünü öğreniyorum. Yazdığı Gülünün Solduğu Akşam’ını düşününce, sanki bilerek seçmiş ölmek için o günü. Diğerlerinin ölüm gününe karar veren ise; biz insanlık!

Arkadaşları sahneye çıkıp konuşuyor; dostları, yakınları, yazarları… Ünlenmiş yazarlar; Yaşar Kemal, Orhan Pamuk, Ahmet Altan, Doğan Hızlan, Pınar Kür, Oya Baydar, başkaları… Oğlu Can Öz… Herkes zor konuşuyor. Ölümün karşısında; kim, ne konuşabilir ki? Hele ki, o kişi konuşulanları duyamayacaksa… Aynen böyle diyor Can; “Ne anlamı var ki, babam onun hakkında söylediklerimi duyamayacaksa. ‘İyi konuştun,’ diye enseme vurmayacaksa…”

O yüzden burada benim ne hissettiğimi söylemem de anlamsız geliyor…

Hayat devam ediyor… Kızmıyorum bu sabah Zincirlikuyu Mezarlığı’nın önünden geçerken. Ne de olsa, ölüm hep yanıbaşımızda… Yolun orta yerinde, gözümüze sokarcasına büyük harflerle, her gün bize o yazının bunu hatırlatması lazım.

Başımız Sağolsun! Tanıdıklarını kaybeden herkesin başı sağolsun!

Bizim Avrupa / 12 Mayıs 2006