Hay Hay Buyursun Gelsin

Nihayet hayat benim için de yavaşlamaya başladı. Üst üste gelen biriken işlerimi yoluna koydum sayılır. Tam anlamıyla istediğim kıvama gelmiş olmasa da, en azından artık başucumda duran kitaplardan iki-üç sayfa okuyabilir, kahvemi kucağıma alıp izlemek istediklerimin karşısında biraz vakit geçirebilir hale gelebildim. Tabi her şeyi aynı anda oldurmayı bırakmamın bunda etkisi var. Bir de kızım Duru evde kalma sürecimize her geçen gün daha bir alışıyor sanırım.

Duru’nun evde olması normalde çok zor olmamalı belki ama ben aynı anda iki işi bir arada yapamayan insanlardanım. Bu durum o kadar ciddi boyuttadır ki, kuzenim “Elif’in hardisk tek işlemcili,” diyerek benim bu halimi makaraya alır. Mesela şu dönem hem maske takıp hem motor sürmekte ciddi zorlanıyorum. Galiba hala maske takma meselesini bir alışkanlığa dönüştüremediğimden olsa gerek. Gerçi kırk yılda bir dışarı çıkıyorum ama olsun.

Ayrıca kabul edeyim benim bünyem biraz anarşik. Bir de üstüne üstlük inatçı. Hem iki işi aynı anda yapamıyor, hem de elli bin şeyi bir arada yapmak için beni zorluyor. Hele bir şeyi yapma dedin mi yandım ben. İlla inatlaşıp onu yapacak. Yapmazsa kuduruyor içimde bir şey mübarek. Şimdi elimi yüzüme götürmemem gerekiyor ya bu korona günlerinde. Bir aydır nasıl burnum kaşınıyor size anlatamam. Şu anda yazmaya ara verdim resmen burnumu kaşıyorum. 🙂

Tamam belki annemin söylediği gibi bahardandır, belki abim gibi benim de belli bir yaştan sonra yeni bir alerjim çıkmıştır, bütün bunlara varım da; korona günlerini mi buldu yani alerji ortaya çıkmak için… Bence psikolojik. Ben kendimin ciğerini biliyorum. Kesin elini yüzüne götürme direktifini duyduğu an bana baş kaldırmaya karar verdi. Kesin!

Şaka yapmıyorum aslında. Üniversitedeyken başıma şöyle bir şey geldi. Bir gün çok yakın bir arkadaşım tahtaya kalkıp hazırladığı ödevini anlatacak. Sunmak için tahtaya doğru yürüdüğü sırada tam yanımdan geçerken “Sakın bana soru sorma Elif,” dedi. Haydaaa… Bu ne şimdi? O ana kadar sakin ve sıkıcı olan gün heyecanlı bir hal aldı mı birdenbire? “Ne sorsam? Ne sorsam? Bir şey sorsam. Soru sormalıyım ama ne sormalıyım?” diye beynim ayaklandı mı? O zamanlar cep telefonumuz filan yok. Ben bildiğin bayağı kafa yoruyorum konuyla ilgili ne sorsam kıza diye.

Arkadaşım 20 sene sonra hala benle nasıl dostluk yapıyor bilmem. Sordum çünkü, valla da billa da ben kırk saat düşündüm ve sordum soruyu. Başından sonuna kadar can kulağıyla ödevini dinleyip nihayet anlatmadığı bir şey bulup çıkardım. Arkadaşım da cevap veremedi tabi. İçine düştüğü bu duruma o an çok şaşırdı. “Bana neden soru sordun? Seni özellikle uyarmıştım,” dedi. “Zaten uyardın diye oldu. Niye uyardın ki beni? Sanki sana soru mu soracaktım ben?”

Bununla övündüğümü sanmayın sakın. Aslında hala utanırım yaptığımdan.

Bir de bir şeye birden çok yoğun ilgi olduğu zaman ciddi bir soğuma olur bende. İlla aksini yapmam lazım. Mesela lisedeyken 501 Levi’s kot pantolon moda olmuştu. 501 dışında bütün kotları denemiştim ben Levi’s mağazasında ve elbette 506 diye çok da bilinmeyen bir modelde karar kılmıştım. Herkes düşük bel kot pantolon giyerken ben yüksek bel giyiyordum böylece. Adım okulda hemen kıroya çıkmıştı. Halbuki bugün bile bahse girerim bence popomu 501’den daha güzel gösteriyordu. 🙂

Ama sanırım en saçma olanı Orhan Pamuk ile olan hikayemdir. Orta okuldayım, ilk kez Cevdet bey ve Oğulları kitabıyla tanışmışım çok sevmişim. Kendisini bir okur olarak sıkı takipteyim, tüm kitaplarını okuyorum. Benim için büyük olay bu, çünkü klasikler dışında Türk yazar okumayacak kadar kibirli bir okuyucuyum. O yüzden Orhan Pamuk’un farklı bir yeri var o zamanlar. Hele yazdığı kitaplardan biri olan Beyaz Kale‘nin yeri apayrı. Öyle ki 94 yılında üniversiteye başladığımda yakınlaştığım yeni arkadaşlarıma Orhan Pamuk isminden bahsediyorum. Mutlaka ama mutlaka okumalarını söylüyorum. Hatta onlarla kendi kitaplarımı paylaşıyorum.

Derken o sene Orhan Pamuk Yeni Hayat adında bir kitap yazıyor ve tüm Türkiye’de birden meşhur oluyor. Sokaktaki simitçi bile adını biliyor artık. Ama ben şimdi Orhan Pamuk bir daha okur muyum? Tabi ki okumam. Gerçi bir yıl anca direnebildim. Bir yılın sonunda dayanamadım Yeni Hayat‘ı büyük bir öfke içinde okudum. 🙂 Fakat sonra belki bir on sene uzak durdum kendisinden. Hatta muhtemelen daha fazla sürmüş olabilir. Masumiyet Müzesi kitabının konusunu okuduğumda ancak buzları eritebildim kendisiyle. Konusu gerçekten ilgimi çekmişti ve pek çok insan aksini söylese de ben o kitabını çok sevdim. Hatta tıpkı üniversitede olduğum zamanlardaki gibi Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi‘ni mutlaka oku diye insanlara tavsiye etmeye başladım. Çünkü artık işin şöyle garip bir tarafı vardı; Orhan Pamuk çok ünlüydü, herkes onu biliyordu ama çevremdeki kimse kitaplarını beğenmiyordu. Anlamadıklarını, çok zor okunduğunu ve bir türlü sonunu getiremediklerini söylüyorlardı.

Evet Masumiyet Müzesi kitabının yaklaşık 200 sayfasını okumak gerçekten benim için de işkenceydi. Fakat o 200 sayfa tam da ana karakterin takıntılı aşk hikayesi okuyucuya o kadar iyi hissettiriyordu ki. Üstelik bu kitabın bir de müzesi olacaktı. Ben kitabı okuduğum sıralarda müze daha açılmamıştı. Açıldıktan sonra hep gitmek istedim ama bir türlü fırsatım olmadı.

Şimdilerde ise evde kalma periyoduna girdiğimizden beri şu ekmek ve canlı yayın modası içime fenalık getiriyor. Ben ki fırın fırın zeytinli cevizli ekmek yapıp, kuzenimin cenazesinde tüm Adapazarı’nı doyurmuş insanım. Şu dönemde yeminle ekmekten soğudum. Canlı yayınlar da son yıllarda neredeyse yapışık olduğum telefonumla arama ciddi bir mesafe koymama sebep oldu. Sanki telefonumun içine televizyon kaçmış gibi hissediyorum. Hangi canlı yayını izleyeceğime karar veremeyeceğim için baştan hiçbirini izlemiyorum. Hele koronadan beter hızda yayılan whatsapp mesajları inanın ömrümü yedi. İşin kötüsü bildirimleri sessize aldığım için acil okumam gereken mesajları kaçırıyorum.

Anlayacağınız oldum olası içinde olduğum dünyayla pek kolay uyumlanamayan birisiydim. Tam eski dünyaya adapte oldum, alıştım, artık tersine gitmeyi bırakıp huyuna gideyim derken; bir de şimdi yeni dünya düzeni karşıma çıktı. Yalnız eskisinin aksine yeni düzenin içine daha kolay girmeye niyetim var. En azından ona alışma konusunda bu sefer yalnız değilim.

Didem Elif