Kemerlerinizi Bağlayın, Uçuşa Geçiyoruz

Eve kapanmış bir düzene geçince, hayatın ne kadar yavaşladığı anlatılıyor günlerdir. Sanırım ortada bir tuhaflık var. Bana hiç öyle gelmiyor çünkü. Herkes yavaşlamış gibi algılarken; kendini, gökyüzüne havalanmış bir uçağın içindeymiş gibi hisseden de bir ben değilimdir heralde?

Eskiden hayatı hep, uzak bir şehre yapılan bir otobüs yolculuğuna benzetirdim. Ömrün sonuna geldiğimizde sadece molalarını hatırladığımız bir otobüs yolculuğuna. Yavaş yavaş ilerlerken, anlamadan bitivermiş hayat ve bir bakmışsın, geriye sadece anlar kalmış. Ah keşke daha çok biriktirseydim dediğin anlar…

Yavaşlık üzerine, 1995 yılından beri, yani yazar Milan Kundera ile ilk tanıştığım andan beri düşünürüm. İyi ki hayat beni onunla buluşturmuş dediğim sayılı yazarlardandır. Yavaşlık adlı kitabı ise körler için sesli okuma kaydı yaptığım ilk kitap.

Hem bu konuya çok kafa yorduğum için, hem de evde kendi kendime kalma meselesi genel olarak benim yeryüzündeki en sevdiğim şey olduğu – hatta çoğu zaman yaşam biçimim olduğu – için bence yavaşlamanın aksine hızlandık. Biz şu an mecburen evlerimizde duruyoruz belki ama içinde yaşadığımız yeryüzü hızlı bir biçimde yükselişe geçti. Tıpkı gökyüzüne havalanmış bir uçak gibi.

Aslında epeyce bir süredir hayatın hızlandığını düşünüyordum. Bu sebeple nasıl bir hayat yaşarsak yaşayalım; yorgun, yaşlı ve bitkin hissediyorduk kendimizi. Genci, yaşlısı, şehirlisi, köylüsü, zengini, fakiri; herkes benzer bir duygudaydı bence. Yaşam şeklimizin böyle hissetmemde etkisi büyüktü belki ama garip bir şekilde acaba yaş almakla ilgili bir şey mi diye de merak etmekten kendimi alamıyordum. Şubat ayında yaptığım İstanbul seyahatimde, annemlerden yengemlere kadar ailemde konuşma fırsatı bulduğum herkese, benim yaşımdayken nasıl hissettiklerini sordum.

Sonuçta toplumun geçirdiği farklı sorunları görmüş insanlardı. Gençliğin ne olduğunu da, kırklı yaşların ne olduğunu da biliyorlardı. Kime sorsam aldığım cevap benzerdi, o zamanlar böyle hissetmemişlerdi.

Aslında sanırım uzunca bir süredir hareket haline geçmiş bir uçağın içindeymişiz. Bunu şimdi fark ediyorum. Daha havalanmamışsa da tekerleklerinin üzerinde hareket etmeye başlamış bir uçağın içinde, ne yapacağını bilemez halde kendimize iyi bir yer bulmaya çalışıyormuşuz meğer. İşte şimdi o uçak artık havalandı ve bizi can güvenliğimiz için oturmaya davet ediyor. Bu yaklaşımım tuhaf gelebilir belki ama yaşadıklarımızı böyle algılıyorum.

Tekamüle inanırım. Nedendir bilmem, oldum olası en çok inandığım şeydir. İçinde olduğumuz tablo ne kadar kötü görünse de, bence insanoğlu bambaşka bir çağa doğru yola çıktı. Yaşam denilen yüce mekanizma kendini yeniliyor. Kimin uçağı güvenle yere iner hiçbir fikrim yok ama şakaya gelmez bir yolculuk artık bizimkisi. Üstelik dünyada zaten yıllardır alarm halinde olan su kaynaklarımızı, haklı gerekçelerimizin olduğu şu günlerde yaşamda kalmak adına hunharca tüketiyoruz. 20 saniye kuralına uyarken kaçımız musluğu kapatıyoruz ki? Sadece bir haftada tek başıma arttırdığım su tüketimini tüm dünya vatandaşlarıyla çarpıyorum da, matematik bilgimin aklıma zarar vereceği bir hesap çıkıyor.

Yani bazılarımız bu virüs uçuşunu atlatacak da olsa, bu kafayla gittiğimiz sürece hızla dünyanın karşımıza çıkaracağı bir başka sorunla yüzleşmek zorunda kalacağız. Felaket tellallığı yapmak değil niyetim. Zaten şu anki uçuşumuz boyunca kemerlerimizi takıp sakin kalarak, görevlerini yapması gerekenlere yardımcı olmaktan başka yapacak bir şeyimiz yok. Kaptan olmayı öğrenemedik, bari iyi bir yolcu olmayı bilelim.

Didem Elif

Sevgilerimle…