Bir rüyadayım. Mekan ne kadar gerçek dışı gibiyse de bir binanın altındaki bir otoparktayız sanki. Issız. Etrafta ikimizden başka kimse yok. Sahi tıklım tıklım araba ile dolu bile olsa otoparklar hep boş bir duygu vermez mi insana? Binlerce kişinin dolaştığı AVM’lerin yerin altında konumlanan otoparklarında bile aynı duygu vardır öyle değil mi? Boşluk… Bu yüzden AVM’de değil ama otoparklarında dolaşırken hissettiğim duyguyu severim. Fazla insana denk gelmeden arabanı ararsın. Evine gidersin…
Arabasını aradığı için mi bilmiyorum, etrafını kontrol ediyor. Derken bir anda gözlerime özlemle bakarak ellerini uzatıyor. Konuşmuyor ama yüzünde “gel hadi,” diyen bir ifade. Gidip sarılıyorum. Allahım kolları ne kadar sıcacık… Kaç kez rüyamda gördüm onu ve her seferinde aynı yoğun duyguyu hissettim belki ama ilk kez bu defa uyandığımda rüyada olduğum için üzülmedim. Sandalyenin arkasında duran sarı elbiseye baktım.
Rüyalar sanırım belki de hiç var olmayan bir zaman ve mekan dilimine bizi götürdüğü için etkisi çok büyük oluyor. Verdiği o yoğun gerçeklik duygusunun bir anda kaybolması, etkisi altına alıyor insanı. Uyanıyorsun ve koca bir boşluk.
İlk kez boşluğa uyanmadım bu sefer. Yanımda olmadığının gerçekliği canımı acıtmadı. Yatağın içinde doğrulurken masum görüntüsüyle yanıbaşımda uyuyan çocuğuma baktım. Yüzükoyun yatan ufacık bedeni derin soluklar alıyordu. Saçları, uyuyakalmadan önce okuduğum kitabın üstüne dökülmüştü. Elim cep telefonuna gitmiyor. İlk kez… Oysa bu büyülü anın ne çok isterdim fotoğrafını çekmeyi.
Çocuğumun saçlarını okşuyorum. Söylediği zaman güldüğüm cümleleri aklıma geliyor. Ben gülünce, onun yüzünden üzüntü bulutları geçiyor…
Biz büyükler çocukların verdiği beklemediğimiz zeki cevaplar karşısında güleriz ama onlar bunu hiç eğlenceli bulmaz. Belki dalga geçtiğimizi sanıyorlar. Oysa oğlum Deniz beni ne zaman güldürse, her seferinde daha büyük bir sevgi kaplıyor içimi.
TeSadüf
Bir AVM’nin içine gidiyorum bu sefer. Rüya yoluyla değil ama. Bile isteye gerçek bir anıya götürüyorum kendimi. Daha bir kaç hafta öncesine. Bana şemsiye aldıran yağmurlu bir güne… Dikkatimi verirsem anladığım ama gerçekte anadilim olmayan bir dil konuşuluyor etrafımda. Tüm odağım alışverişte olmasına rağmen elim telefonuma gidiyor. Sigaranın yerini telefonunun aldığı bir çağdayız sonuçta ve ben bağımlılıkları olan bir insanım.
Bana öyle gelir ki, yıllar sonra kapalı alanda telefon kullanmak yasak olacak. Aynı şimdi sigara tiryakilerinin yaptığı gibi; telefon kullanmak için balkona, terasa ya da sokağa çıkılacak. Oysa sigaranın gümüşlük içinde misafirlere ikram edildiği zamanlar daha dün yaşanmış gibi.
Kabinde denemeyi düşündüğüm kıyafetleri kolumda biriktirirken, cep telefonuna tamamen refleksle giden diğer elim otomatik hale gelmiş tuşlara basıyor. O anda ekrana vuran görüntü, beynime bir dozerle vurulmuş etkisi yaratıyor bende. Tanrım ölücem galiba. O da burada. Bu binanın içinden çekilmiş bir fotoğraf paylaşmış. Aylardır tesadüf diye beni ikna eden beynimin aklı bile almıyor bu durumu artık. Yok, bu kadar da tesadüf olamaz, ki eğer bu da tesadüfse bile yaşadığımız kesinlikle tılsımlı bir şey olmalı.
Tekrar fotoğrafa bakıyorum. Koluna benim gibi bayan kıyafetleri doldurmuş. Sarı bir elbiseyi öne çıkartarak vermiş pozunu. Modelini tam göremesem de tuttuğunun bir elbise olduğunu anlayabiliyorum.
Midemin içine onu oyan bir alet girdi sanki. Daha fazla yeni kıyafetler seçemeyeceğim gibi, seçtiklerimin üzerimde güzel durup durmadığına da bakamayacağım. İki seçeneğim var. Elimdekilerin hepsini bulunduğum reyona bırakıp, bu koca AVM’den ona görünmeden şu an kaçıp gidebilirim. Ya da…
Yumak
Hayat, sıkı sarılmış çok büyük bir yumak gibi. İki ucu var. Ancak dışında duran ucu açmaya başladıkça içte kalan uca ulaşabiliyorsun. Eğer sadece yumağı açtıysan günün sonunda elinde kalan koca bir ip yığınından başka bir şey olmuyor. Oysa onu açarken bir taraftan ilmek ilmek ördüğünde, varolmayan yeni bir form yaratıyorsun. Hayat yumağın tamamen açıldığında yepyeni bir sen oluyorsun.
Kaçmadım. O gün o AVM’den çıkıp gitmedim. İçimden geldiği gibi dolanarak onunla karşılaşmayı umdum. Kapanış saati gelene kadar oyalandım. Önce hiç bir yerde yok sandım. Belki de çoktan gitmişti. Her yeri dolaşmıştım çünkü. Tüm dükkanlar kapandığında nihayet onu fark ettim. Tam karşımda duruyordu işte. Elinde benim için aldığı sarı bir elbiseyle…
Didem Elif
Not: Maddi anlamda beton dışında neredeyse her şeyin değer kaybettiği bir zaman diliminde yaşıyoruz. Malesef ki böyle… İstanbul’da büyük bir seçim var bugün. İçinde yaşayan her bir insanın seçimi ile dünyanın en güzel renkli yumağının neye dönüşeceğine karar verilecek. Dilerim bu güzel şehir için en güzel ilmekler örülsün.
Edebiyatla kalın…
Sevgilerimle.
Fotoğraf: Kadıköy İskelesi – İstanbul