Cesaret

Mars Kaş sahilinde Del4 ile konuşurken birden elindeki şişeyi denize atar. Bunu gören Del4 bağırır.

Del4 – Aaa ne yapıyorsun? Niye içtiğin şişeyi denize attın? Deniz kirletilir mi hiç? Aşk olsun sana Mars. Etrafta çöp tenekesi olmayabilir ama bana verseydin, ben sonra çöpe atardım. Hiç beklemediğim bir şey yaptın doğrusu. Çok şaşırtıyorsun beni valla.

Mars – Denize çöp atmayı ben de hiç istemem tabi ki ama mecbur kaldım. Hem bu şişe çöp sayılmaz. İçine not koydum. Belki Venüs’e ulaşır umuduyla…

Del4 – Şaka yapıyor olmalısın. O şişenin Kaş sahilinden Patara sahiline ulaşma ihtimalinin ne kadar zayıf olduğunu biliyorsun öyle değil mi? Hayır diyelim ki deniz yoluyla ulaşsa bile Patara kumsalı ne kadar büyük unuttun mu? Yani şişe akıntıyla Patara sahiline ulaşacak, koca kumsalda Venüs’ün önüne çıkacak, Venüs o şişenin içine bakmayı akıl edecek filan. Oooo ölme eşeğim ölme…

Mars – Elif’in öyküsünü baştan sona düşünürsen; bugüne kadar başıma gelenlerin gerçekleşme ihtimaliyle kıyasladığımızda, gene en ihtimali olan şeyi yaptım şu an Del4cum. :)))

Del4 – O da doğru ya. :))) Yalnız onun hapishane hikayesine müdahale etmen doğru değil. Kendi yolunu kendi bulmalı. Noel Hoca anlattı ya sana Mars. Söylediklerini dinlemedin mi?

Mars – Ona ulaşmaya çalışmamam gerek biliyorum, denize şişe atmam da hoş bir hareket değildi anladık. O an hasretten içim o kadar yandı ki, dayanamadım işte ne yapayım.

Del4 Mars’ın içten sözlerinden çok etkilenir.

Del 4 – Bir de gerçekten ulaşırmış var ya. Ayy bunu düşününce çok heyecanlandım. Şişenin içine koyduğun nota ne yazdığını çok merak ettim bak şimdi.

Mars – “Gökyüzünden Sakın Kayma,” diye yazdım.

Del4 – Gökyüzünden sakın kayma mı? Hmmm…

Del4 yüzünde tuhafsamış bir ifadeyle biraz duraksar ardından konuşmaya devam eder.

Del4 – Alınma ama çok ilginç bir sevgi dilin var Marscım.

Mars – :))))

Del4 – Hayır yani insan sevdiğine “Özledim teninin kokusunu özledim, Özledim sımsıcak nefesini özledim, Özledim sohbetini o sesini özledim,” gibi sözler yazar. Sen hiç mi Selami Şahin dinlemedin anlamadım ki?

Mars – :)))) Biliyor musun çok komiksin. Tavsiye ettiğin bu şarkıyla sesli güldürdün beni.

Del4 – Ay bir de gülüyor. Yalan mı canım? İnsan az romantik olur. Sevdiğine “Gökyüzünden Sakın Kayma,” diye not yazmak da neymiş.

Mars – Şu parlak yıldızı görünce birden aklıma geldi. Bizim hikayemiz böyle başladı neticede. Sana anlamsız gelmiş olabilir ama eminim Venüs okursa beni anlayacaktır. Yalnız haklısın. Burada böylece durup şişenin onun eline geçmesini bekleyemem. Başka bir şeyler yapmam lazım.

Del4 – Ne gibi?

Mars – Bilmiyorum ama Venüs’ü o hapishaneden çıkarmanın bir yolunu bulmalıyım.

Del4 – Böyle bir tepki vererek biraz acele etmiyor musun? Venüs’ün hapishaneden kendi başına çıkacağına hiç mi inanmıyorsun yoksa Mars?

Mars – Mesele inanmamakla ilgili değil ki Del4. Gerçek şu ki Venüs biraz mecüktür.

Del4 – Efendim? Venüs biraz nedir?

Mars – Mecük!

Del4 – O da ne demek öyle?

Mars – Elif Rizeli ya. Onların ailesinde kullanılan bir kelime. Sanırım Karadeniz’e özgü. Beceriksiz gibi bir anlamı var.

Del4 – Aaaa ama sen de Mars. İnsan sevdiğinin arkasından öyle bir şey der mi hiç? Ayrıca benim de bir kadın olduğumu unutma lütfen. En hassas olduğum konuya giriyorsun. Venüs hakkında böyle konuşmana izin veremem.

Mars – Canım öyle beceriksiz değil. Sen şimdi anlamını sorunca karşılığı onun gibi bir şey diye. Benim demek istediğim başka. Venüs ona kim ne söylerse hemen inanır. Aklına asla gelmez şimdi oradan kendi başına çıkabileceği. Yoksa çok beceriklidir. Hatta o kadar beceriklidir ki, 12 kilometrelik Patara kumsalı boyunca birbirinden farklı yüzbinlerce kumdan kale yapar da yine de kumsaldan çıkmayı akıl edemez. O derece yani. O yüzden ben gidiyorum.

Del4 – Hey dur nereye gidiyorsun? Mars? Araba bulamazsın ki o tarafa bu saatte. Beni bekle! Marsss? Allahım gitti bile. Ne tuhaf adam. Ne ilginç bir not yazmış sevdiği kıza. İnsan bu kadar mı Elif’in abisine benzer. Pes yani!

Ertesi gün olmuştur. Polis memuru Venüs’ün durumuna bakmak için Patara kumsalına iner. Onu her zaman durduğu yerde göremeyince şaşırır. Denizde olabileceğini düşünüp deniz kıyısına doğru yürür. Venüs denizin yakınında kumların üzerine çökmüş kumdan kale yapmaktadır. Polis memurunun ona doğru geldiğini fark edince ayağa kalkar.

Venüs – Günaydın.

Polis memuru – Günaydın.

Polis memuru şaşkınlık içinde etraftaki sağlı sollu bitmiş kumdan kalelere bakar.

Polis memuru – Sen burada ne yapıyorsun böyle?

Venüs – Kumdan kale yapıyorum.

Polis memuru – Evet onu anladım da… Çok şaşırdım. Demek kumdan kale yapmayı bu kadar iyi biliyorsun.

Venüs – Aslına bakarsan bilmiyordum. Senin verdiğin tablet sayesinde öğrendim. Youtube’da bununla ilgili inanılmaz videolar var. Görsen aklın şaşar. Ne iyi yaptın bana şu tableti vermekle. Bak şu ilk yaptığım kale. Aslında başta elimde kova yok diye kumdan kale yapamam sanmıştım. Meğer damıtma tekniği diye bir şey varmış. Gerçi bu teknikle yaptığım kale biraz peri bacalarına benzedi ama olsun. Çok keyif alınca kafayı çalıştırdım ve yapa yapa işi geliştirdim. İlla elimde kova olması gerekmiyor dedim kendi kendime. Bak şunlar son yaptıklarım. Gayet güzel olmuş değil mi? Yemek yemem için getirdiğin bardak, kase ve bıçağı kullandım. Çok işime yaradılar doğrusu. Böylece cami bile yaptım. Hele ayranın yanına iyi ki pipet de koymuşsun. Şekil vermeye çalışırken, onunla kalenin üzerinde biriken fazla kumları üflüyorum süper oluyor.

Polis memuru – Bunca yıldır burada görevliyim. Ben böyle bir şey görmedim. Kırk yıl düşünsem aklıma kumdan kale yapmak gelmezdi valla benim.

Venüs – Aaa inan çok zevkli. Mutlaka denemelisin. Ama bak püf noktası var. Kum iyice ıslak olmalı. Kovam olmadığı için denize yakın yerlere yaptım ki kase ile su taşımakla çok zaman kaybetmeyeyim.

Polis memuru – Bu tavrına hayran kaldım doğrusu Venüs.

Venüs – Aaa gerçekten mi? Bunu duyduğuma ne kadar mutlu oldum bilemezsin. Bir an saçma ve gereksiz bir şey yaptığımı düşüneceksin diye çekinmedim değil. Yine de içimden gelen sesi dinlemek istedim ve yaptım. Sonunda çok acayip bir şey oldu. Bütün bu kumdan kaleleri yaparken kendi içimde bir aydınlanma yaşadım.

Polis memuru – Aydınlanma mı? Kumdan kale yaparak mı?

Venüs – Evet. Biliyor musun Mars çok haklıymış. İlk karşılaştığımızda bana “elinde bir bilgisayar varsa ve internete bağlanabiliyorsan her şeyi öğrenebilirsin,” demişti. Daha o zamanlar böyle herkesin elinde akıllı telefon olmasını bırak, her evde bir bilgisayar bile yoktu, düşün. Karşı Kıyı’ya geldiğimiz ilk gün de yanıma bir cep telefonu almadığım için çok söylenmişti. İnternete giren bir akıllı telefonumuz olsa olta bile yapabiliriz demişti. O zaman ona hak vermemiştim. Oysa ne kadar yerinde bir tespitmiş.

Polis memuru – Mars’ı gözünde ne kadar çok büyütüyorsun. Seni duyan da adam yeni bir icat buldu sanır. Bu tespiti bugün herkes yapıyor ki. Sana boşuna mı ilk olarak tablet verdim sanıyorsun.

Venüs – Haklısın. Bunu yaptığın için gerçekten müteşekkirim. Ama onu gözümde büyüttüğüm ile ilgili söylediğin kısma katılmıyorum. Mars’ın bana onca zaman ne demek istediğini anca anladığımı söylemeye çalışıyorum. Buraya geldiğimiz gün çantamdan çıkanlara verdiği tepkiyi eleştiri gibi algılamıştım ve kendimi kötü hissetmiştim. Sen de benim kendimi kötü hissetmemden yararlanarak beni hapse attın. Oysa Mars çantamdan çıkanlardan hoşnut olmasa da bana hep destek oldu. Hem çantayı taşımama yardım etti hem de çıplak ayakla yürümek zorunda kalmasına rağmen yol boyunca hiç şikayet etmedi. Sonuçta en çok o isterdi ayağında bir terliği olsun. Yalan mı?

Polis memuru – Allahım bu konu nereye gidiyor? 🙈 Elif’in B vitamini eksiği mi var nedir?

Venüs – :)))) Neyse konuyu uzatmadan sadede geleyim. Şu yaptığım son kaleyi de tamamlayayım buradan gidiyorum.

Polis memuru – Ne demek gidiyorsun? Daha cezan bitmedi.

Venüs – Artık yeter! Beni terlik almayı unuttuğum için daha fazla cezalandırmana müsaade etmeyeceğim. Yanıma telefon almayı unuttuğum için cezalandırıyor olsaydın belki bir süre daha buna bir hakkın olduğuna inandırmaya devam edebilirdin beni. Hem tabletten açıp Karşı Kıyı Anayasasını okudum.

Polis memuru – E nolmuş?

Venüs – İlk üç maddesinde şöyle diyor: “Karşı Kıyı özgür bir yerdir. İnsanlar birbirlerinin var oluş şekillerine saygı duyarak sevgi içinde yaşarlar. Birbirini seven insanları ayırmak büyük bir suçtur.” Ve dördüncü maddesi de ilk üç maddenin asla değiştirilemeyeceğini söylüyor.

Polis memuru – Yani?

Venüs – Yani bu canım kumsalı benim için bir hapishaneye çevirmene müsaade etmeyeceğim. Karşı Kıyı Anayasası’na göre beni Mars’tan ayırmakla büyük bir suç işledin. Benim hayatımla uğraşacağına ve sırf bunu sebep gösterip çocuğunu komşulara bırakacağına şu güzelim kumsala getir de beraber kumdan kale yapın.

Polis memuru – Amman Allahım çok haklısın! Kendi kendimi hapse attırdığıma inanamıyorum. Karşı Kıyı Anayasasını yazarken benim önerdiğim madde ile şu an beni çok fena ezdin. Doğrusu bunu hak ettim. Yalnız hep derim kadınlardan korkulur diye ama sen var ya Venüs, sen şeytana pabucunu ters giydirirsin inan ki. Senden gerçekten korkulur. Allah Mars’a kolaylık versin.

Venüs – Tüm bu söylediklerini iltifat olarak kabul ediyorum. :))

Venüs yüzünde bir gülümsemeyle yarım kalan kumdan kalesini yapmaya devam eder. Yakında Mars’a kavuşacağı için çok mutludur.

Didem Elif

Kurtuluş

Polis memuru Venüs’ü hapishaneye götürdükten sonra; Mars, Noel Hoca ve Del4 ile Patara Meclis Binası’nda ne yapacağını bilemez bir şekilde kalakalmıştır. Çok üzgündür.

Del4 – Hepsi benim yüzümden oldu. Oysa Japonlara sizi anlatırken ne kadar pozitif duygular içindeydim. Konuşmalarımın sizi ayıracağı hiç aklıma gelmezdi valla. Gerçekten çok üzgünüm Mars.

Mars – Ben de çok üzgünüm. Olanları aklım almıyor. Olacak iş değil! Venüs’ün hapishaneye girdiğine ve benim hiçbir şey yapamadığıma inanamıyorum. Üstelik anlamsız bir unutkanlık yüzünden. Şu işe bak. Bu tam bir saçmalık!

Noel Hoca – Böyle bir durumda sen bir şey yapamazsın zaten. Venüs hapishaneye kendi rızasıyla girdi yine ancak kendi rızasıyla çıkabilir.

Mars – Ne demek kendi rızasıyla girdi? Polis memuru sanki ortada bir suç işlenmiş gibi davrandı ve hiçbiriniz sesinizi çıkartmadınız.

Noel Hoca – İçimizdeki polis hep böyle çalışır. Bize kendimizi gerçekten suçluymuş gibi hissettirir. Bu yüzden de bir bedel ödememiz gerektiğine inandırır ama bunu kabul etmek ya da etmemek bizim elimizdedir.

Mars – İyi de bunu şimdi mi söylüyorsun Noel Hoca? O an deseydin ya. Venüs de hemen cezasını kabullenip hapishaneye gitmezdi böylece.

Noel Hoca – Benim bilgiyi gerektiği yerde paylaşmaya yetkim var. O an Venüs’ü etki altında bırakacak bir söylemde bulunmam doğru olmazdı. İnsanların kaderine yön vermek bana düşmez. Zaten bir şekilde polis memuru bana baskın gelmenin yolunu bulurdu. Onun görevi bu sonuçta. İçimizde suçlu hisseden tarafı yakalamak. Hem bu Venüs’ün kendi başına çözmesi gereken bir mesele. Şundan emin olmalısın ki polis memuru durup dururken bizim hikayemizin içine girmez. Çıplak ayakla yürüdüğün için Venüs başından beri kendini suçlu hissediyormuş demek ki. Bu yüzden de polis memuru da bir şekilde ortaya çıktı ve onu gitmeye ikna edebildi. Venüs’ün içindeki suçluluk duygusuyla baş etmeyi öğrenmesi gerekiyor. Bu meseleyi çözdüğü zaman özgürleşecek ve yaşadıkları onu bambaşka bir noktaya sürükleyecektir.

Mars – Nasıl yapacak peki bunu?

Noel Hoca – Bunu biz bilemeyiz. Bu tamamen onun yaratıcılığına kalmış. Sana olan aşkı öyle büyük ve güçlü ki, bunu o da fark ettiğinde aşkından güç alarak polis memurunu ortadan kaldıracak ve sana yeniden ulaşmanın yolunu bir şekilde bulacaktır merak etme.

Del4 – Noel Hoca doğru söylüyor Mars. Venüs’ün aşkı her şeyin ötesine çıkacak güçte. O yüzden kendi rızasıyla girdiği hapishaneden yine kendi rızasıyla çıkacaktır. Bundan benim de kuşkum yok doğrusu.

Mars – Polis memurunu ortadan kaldırmak mı? Nasıl yani? Venüs onu öldürecek mi?

Noel Hoca – Yaniii bir anlamda evet öyle de diyebiliriz.

Mars – Yuh! Elif bildiğin bir cinayet öyküsü yazıyor şu an desene.

Noel Hoca – Yanlış anladın. Venüs aslında içindeki suçluluk duygusunu öldürecek. Bunu başardığında bir Polis Memuru’na ihtiyaç kalmayacağından Venüs’ün hikayesinden kendi kendine çekilecek. Yoluna devam etmesi için onu serbest bırakacak.

Mars – Peki bu ne kadar sürer?

Noel Hoca – Bunu bilemeyiz. Bu biraz da onun yazma serüvenine bağlı. Yoksunluk içinde kalıp yazdıkça içindeki gerçek duygulara ulaşacak. Ne istediğini bulacak ve harekete geçecek.

Venüs – Ne yazması gerekiyor?

Noel Hoca – Dedim ya bu tamamen onun yaratıcılığına kalmış.

Del4 – Arkadaşlar benim turuma kaldığı yerden devam etmem gerek. Bu Japonlar başıma başka iş açmadan onları Kaş’a götürmeliyim.

Noel Hoca – Benim de artık gitmem gerekiyor. Yakında Demre’ye taşınmayı planlıyorum. Yapılacak bir sürü işim var.

Mars – Ne? Hadi Del4 zaten turunun başına gidecekti sen de mi buralarda olmayacaksın? Peki bundan böyle ben Elif’in hikayelerinde kiminle konuşacağım?

Noel Hoca – Hemen değil canım. Bir süre belki git gel yapmam gerekebilir. Duruma göre bakacağım. Daha buralardayım. Görüşürüz illa ki.

Mars – Buraya ne niyetlerle gelmiştim. Oysa şu halime bak. Her şey darmadağın oldu.

Del4 – Benimle tura gelmek ister misin Mars? Burada bu şekilde yalnız kalmana gönlüm razı gelmiyor. Hem farklı yerler gezerken kafan dağılır. Yaptığım işten ben çok keyif alıyorum. Eminim gezmek sana da iyi gelecektir.

Mars – Teşekkür ederim Del4. Çok düşüncelisin. Valla bir yere gitmeyi ben de çok isterim elbette ama nasıl olacak? Bu arada Venüs hapishaneden çıkarsa, birbirimizi nasıl bulacağız? İletişim kurmak için ne telefonumuz var ne de sabit bir mekanımız. Buradan ayrılırsam birbirimizi bir daha bulamayabiliriz onunla.

Noel Hoca – Benim üzerimden iletişim kurabilirsiniz. Barney Değil gelince Venüs’ün hapishaneden çıktığını öğrenmiş olacağım neticede. Del4’a haber veririm. Sen de hemen buraya gelir, Venüs’üne kavuşursun. 😇 Gerçi seninle direk iletişimde olacağım bir telefon olsa daha da iyi olur tabi. Belki Del4 ile Kaş’a gittiğinizde bunu da çözebilirsin.

Mars – Bilmiyorum.

Del4 – Çabuk karar vermelisin. İnsanları daha fazla bekletmemeliyim.

Mars – Peki tamam hadi gidelim. Haberleşiriz o zaman Noel Hoca. Dilerim en kısa zamanla güzel haberler duyarım senden.

Noel Hoca – İnşallah Mars, sana iyi haberler vermeyi ben de çok isterim. Hadi bakalım. İyi yolculuklar size.

Del4 ve Mars Japonların beklediği Patara kapısına doğru yürümeye başlarlar.

Mars – Hani Anfi tiyatroda gördüğüm Japonlar figürandı. Devamlılıkları olmayacak demiştin bana. Resmen başrol gibi tüm hikayeye etki ettiler. Bir de kalkmış onlarla geziye çıkıyorum şimdi. Şaka gibi ama.

Venüs – Aşk olsun Mars. Sen bana yalancı mı diyorsun? Devamlılıkları yoktu gerçekten, ayrıca sahne olarak yer almayacaklar ki yine zaten. İsimleri geçecek hepsi bu. Bence yürürken artık sessiz kalalım ki, Elif biraz da okuyuculara Venüs’ün sahnesini yazsın.

Mars – 🙂 Tamam.

Patara kumsalında hava kararmış akşam olmuştur. Venüs güneş kremi kullanmasına rağmen; gündüz kumsalda yürürken güneşten kızaran yüzüne, acımasın diye yine krem sürmektedir. Elinde bir paketle Polis memuru yanına gelir.

Venüs – Bu paket bana mı?

Polis memuru – Evet bu paket senin.

Venüs birden heyecanlanır.

Venüs – Yoksa Mars’tan mı geldi?

Polis memuru – Yok aydan geldi. 😛Hayır canım Mars’tan filan değil, ben senin için bir şeyler hazırladım.

Venüs hayal kırıklığı içinde paketi polis memurunun elinden alır.

Polis memuru – Sana iyi geleceğini, daha doğrusu ihtiyacın olacağını düşündüğüm şeyler getirdim.

Venüs paketi açar. İçinden birkaç defter, bir sürü kalem ve bir tane de tablet çıkar.

Venüs – Defter ve kalemi anladım. Yazmamı istiyorsun. Peki tablet ne için?

Polis memuru – Bu tabletle internete bağlanabileceğinden istediğin filmi izleyebilir, istediğin araştırmayı yapabilir, dileğin gibi sosyal medyada gezinebilirsin.

Venüs – Sosyal medyaya niye ihtiyacım olsun ki? Büyük bir zaman kaybı.

Polis memuru tableti eline alır ve parmaklarını ekran üzerinde kaydırarak bir sayfa açar. Açılan ekranı Venüs’e gösterir.

Polis memuru – Mars Del4 ile gezilere gidiyor. Bilmek isteyeceğini düşündüm.

Venüs – Sahi mi? Ohh. Mars’ın iyi olmasına çok sevindim. Ben de onu merak etmiştim. Teşekkür ederim.

Polis memuru – Ciddi olamazsın. Bu seni üzmedi mi? Hemen bir kadınla birlikte olmaya başlamış. Geziyor tozuyor baksana.

Venüs derin derin fotoğraflara bakar.

Venüs – Aslında ben Mars’ı bir kadınla düşündüğümde hep kıskanmışımdır. Ama biliyor musun insan gerçek bir sevgi gördüğünde kıskanmıyor. Aksine sevdiği adamın mutlu ve iyi olduğunu bildiği için seviniyor.

Polis memuru – Sen hapisteyken seni dışarda beklemediği için kızgın değilsin ona yani öyle mi?

Venüs polis memuruna kızgın bir bakış atar.

Venüs – Buradan bir an önce çıkmak için tüm bu defterleri doldurmam mı gerekiyor?

Polis memuru – Ben öyle bir şey söylemedim.

Venüs – Nasıl ve ne zaman hapis cezam bitecek peki?

Polis memuru – Benim gitmem gerek. Yine uğrarım.

Polis memuru aceleyle Venüs’ün yanından uzaklaşır. Venüs peşinden gitmek ister ama Barney Değil ayaklarına dolanarak zıplamaya başlar. Venüs çaresiz bir şekilde bedenini kumların üzerine bırakarak boylu boyunca uzanır. Gökyüzündeki yıldızlara bakar. Başını göğsüne yatıran Barney Değil’e sarılarak uykuya dalar.

Tam o sırada Mars ve Del4 yorgun geçen bir turun ardından Kaş’ın en güzel sahillerinden birinde, çakıl taşlarının üzerinde denize karşı oturmaktadır. Del4 güzel bir gün geçirmiş olmanın mutluluğu içindedir. Yine de Mars’ın yüzündeki hüznü fark eder.

Del4 – Venüs’ü düşünüyorsun öyle değil mi?

Mars – O kadar çok özledim ki sana anlatamam. Yanlış anlama ama şu an çok güzel bir yerdeyim ve o yanımda değil. Keşke burada olsaydı.

Del4 hiçbir şey söylemez. Del4 hiç cevap vermeyince, Mars biraz yalnız kalmak ister. Sessizce ayağa kalkar. Bakışlarını gökyüzüne çevirerek deniz kenarında yürümeye başlar. Elindeki keçi boynuzunu sımsıkı tutarken, gözü parlak bir yıldıza takılır.

Didem Elif

Hayatı Kurgulamak

Doğal konuşmalarda oldum olası sesimi seven biri olmadım. Konuşurken ses tonumu ayarlayamam gibi gelir hep. Bir videoda ya da bir ses kaydında sesimi duyduğumda hissettiğim ayarsızlık çoğunlukla kulağımı tırmalar. Sesli okumalarda sesimi kontrol ederek okuma yaptığım için olsa gerek, o konuda biraz daha rahatım.

Oysa yazarken içimde duyduğum çok daha farklı bir ses tonu var. Ne kadar kötü hissedersem hissedeyim; boğuşmakta olduğum kötü duygularımı -hatta zaaflarımı- kaleme alsam bile, içimde benimle konuşan o sesi seviyorum. Başkaları beni okurken nasıl bir ses duyuyor bilmiyorum ama ben pamuk bir kızla konuşuyormuş gibi rahatlıyorum.

En son “Başlayalım Öyleyse” adlı yazımda son zamanlardaki üretme konusundaki sıkıntımdan bahsetmiş, doğuma az vakti kalmış biri gibi hissettiğimi söyleyerek şöyle devam etmiştim: “Hamileliğin son günlerine vardığında yürümeyi bırak, uyumak bile zorlaşır. Bedenindeki zorlanma artık seni iyice kısıtlar…”

İşte o doğum gerçekleşti…

Zor anlardı. Üstelik haftalar öncesinden beliren bu zorlanmanın nasıl bir şey doğuracağını da bilmiyordum. Dengesiz bulduğum yani sağlıklı iletişimden yoksun bir tepkinin ardından sonunda kararımı verdim. Kaş’tan gidiyorum. Evet! Kaş hesabını artık kapatmanın -en azından sürekli burada yaşamak anlamında- zamanı geldi. Kaş’ın sezonu 29 Ekim’de biter. Ben de 29 Ekim’de bu defteri kapatıyorum. Yeni bir yaşantıya yelken açacağım.

Sonra sonu değişti ama benzer bir yolculuğu 3 aylık hamileyken -geçirdiğim bir kanama sonrası- göze almıştım. Önce otobüsle tek başıma Antalya’ya gitmiş, taşıdığım bebeğin sağlıklı olup olmadığını kontrol ettirmiş, birkaç gün sonra da uçakla İstanbul’a geçmiştim. Antalya’da gittiğim doktor kontrolünde yanımda babası olmasa da elimden tutan dostlarım vardı ve kızımın hala kalbinin attığını duymak mucize gibi gelmişti.

O gün, babası her ne kadar çocuğu aldırmamım daha doğru olacağını söylese de; “tek başıma bile kalsam -hayat onu benden almadığı sürece- çocuğumu dünyaya getireceğim,” diye kendime söz vermiştim. İstanbul’a vardığımda kararımı öğrenen ailemin seçimlerime saygı duyması ve sonuna kadar arkamda olması çıktığım yolculukta asla yalnız olmayacağımı göstermişti bana. Onlar benim bu hayattaki en büyük şansım oldu her zaman.

Ben ayrılsam bile -yaklaşık üç yıldır- kızım babasından uzak büyümesin diye, Kaş’ta kalmanın yolunu bulmaya çalıştım. Bir şekilde buldum da. Üstelik kendimi ötelemeden. Yani bu süreçte yapmak istediklerimi de imkanlarım dahilinde hayata geçirdim. Sonrası için de bir yol bulurum mutlaka fakat bugün artık Kaş’a sığamadığımı hissetmeye başladım. Kırklı yaşlarımdan sonra, bugüne kadar düşünmediğim bambaşka şeyleri harekete geçirdim ve artık burada durmak istemiyorum. Kaş Türkiye’nin en gözde yerlerinden biri oldu ama üretim anlamında bana dar geliyor. Üstelik sürekli betonlaşarak ve anlamsız pahalılaşarak Kaş’ı Kaş yapan değerlerini her geçen gün kaybediyor. Ayrıca şunu iyice idrak ettim ki; bir anne çift kişiyle kurulması gereken aile saadetini tek başına kuramıyor.

Beykoz’da geçen yedi yıllık çocukluğuma dair içime en işlemiş duygulardan biri babamı beklemek oldu. Başka bir şehirde yaşamıyordu, tayini olan bir iş hiç yapmamıştı. Alt tarafı Cağaloğlu’nda bir grafik ajansı ve Üsküdar’da bir matbaası vardı, yine de çoğu geceler evde olmazdı. O gelmeden uyumama çabalarımı dün gibi hatırlıyorum. Ne kadar çırpınsam da dayanamaz, annemin sürekli tekrarladığı “baban çalışıyor yavrum, işte şu an” sözlerini dinleyerek uykuya dalardım. Onu görebilme heyecanıyla uyandığım sabahlardaysa babam çoktan işe gitmiş olurdu.

Babamın aslında iş yerinde değil de, Beykoz’da bir mahalle kahvesinde sabahladığını yıllar sonra öğrendim. Ben yedi yaşındayken annemin yoğun istekleri üzerine Beykoz’dan taşınıldığından ve babam nihayet bir bağımlılığı bıraktığından; o sıkıntılı günlerin benim minik dünyama aksettirilmesine ihtiyaç duyulmamıştı. Şok olduğum bu bilginin, sanata ve edebiyata deli gibi düşkün olan babama dair olduğunu otuzlu yaşlarımda öğrenmek doğrusu hiç kolay olmamıştı.

Bekleyiş… Evet o bekleyişleri hiç unutmadım. Babamın evde olduğu ya da hep birlikte dışarda olduğumuz zamanlarsa dünyanın en büyük mutluluğuydu benim için. Kimse mükemmel değil, hepimizin dönem dönem kusurları ve zaafları oluyor. Babam her zaman sevgisini o kadar dolu dolu hissettirirdi ki, tüm o bekleyişlere rağmen baba sevgisinin eksikliğini hiçbir zaman duymadım. Bunun için ona müteşekkirim. O hala benim hayatımdaki en değerli erkek.

Doğduğu günden itibaren, tıpkı benim çocukluğumda olduğu gibi kızımın onu çok seven bir babası olduğunu görmek; bugüne kadar beni hep babasını merkezimize alan bir yaşam planı kurgulamaya itti. Belki o bekleyiş duygusunu minimuma indirebilirim sandım. Fakat bazı çabalar beyhude. Çift kişinin sorumluluğundaki bir aile saadetini bir anne tek başına kuramıyor az önce de söylediğim gibi. En azından bu konuda ben annem kadar başarılı değilim. Ayrıca çocuğumu babasız büyütmeyi daha doğmamışken göze aldığım bir seçim benimkisi.

Yeni bir yaşam planının demirlerini atarken rotam az çok belli olsa da aslında çok net bir hedef belirlemedim kendime. Biraz yaşam rüzgarının akışıyla hareket edeceğim. Yıllardır adeta fil adımlarıyla ilerlediğimi düşünürsek, ne istediğimi bildiğim için belirsizlik rüzgarlarının beni yanlış yönlere savuracağını sanmıyorum.

Didem Elif

Bedel

Barney Değil’in hararetli havlaması üzerine Mars, Venüs ve Noel Hoca telaş içinde Patara Anfi Tiyatro’nun dışına çıkarlar. Del4 bir polis memuruyla tartışmakta ve Barney Değil de polis memuruna doğru havlamaktadır.

Noel Hoca – Hayırdır memur bey. Sorun nedir?

Polis Memuru – Amfi Tiyatro’nun içinde Mars diye biri varmış. Onu arıyorum. Fakat köpeğin içeri girmeme izin vermiyor. Köpeğine lütfen mukayyet olur musun?

Noel Hoca – Buraya gel Barney Değil.

Barney Değil sakinleşir ve Noel Hoca’nın yanına gider.

Del4 – Mars beyin bir suçu yok diyorum beni dinlemiyor.

Mars – Mars benim. Niye beni arıyorsunuz ki?

Venüs istemsizce bir çığlık atar.

Venüs – Aman Allahım suç mu? Ne suçu?

Mars – Sakin ol Venüs. Şimdi anlarız neler olduğunu. Herhalde bir yanlışlık olmalı.

Polis Memuru Mars’ın çıplak ayağına bakar. Kendini bir anda etrafındaki kalabalığa karşı daha güvenli hisseder.

Polis Memuru – Gördüğüm kadarıyla hiçbir yanlış anlama yok. Yine de önce ifadenizi almam lazım.

Noel Hoca – O zaman konuşmak için meclis binasına gidelim. Biliyorsun burada olmaz.

Polis Memuru – Tamam gidelim.

Hep birlikte Patara Meclis Binası’na doğru yürümeye başlarlar. Barney Değil sakinleşmiş bir şekilde peşlerinden gider. Meclis Binası’na girince Polis Memuru sahnede durur. Del4 ve Noel hoca aralarında boşluk bırakarak taşların üzerine otururlar. Barney Değil Noel hocanın yanına giderek ayak dibine yerleşir. Venüs ve Mars ne yapacağını bilemez bir şekilde ayakta dikilmektedir.

Polis Memuru – Mars bey siz lütfen yanıma gelin. Hanımefendi siz de şu taraflarda rahat bulduğunuz herhangi bir yere oturabilirsiniz.

Venüs – Şey benim adım Venüs.

Polis Memuru – Yalnızca size soru sorduğumda yanıtlarsanız sevinirim. Hani bilgisayarda mute tuşu var ya. Bir zahmet herkes kendini mute’a alsın.

Venüs çok heyecanlı ve oldukça tedirgindir. Endişe içinde taşlardan birinin üzerine oturur. Mars da Polis Memuru’nun yanında sahneye çıkar.

Polis Memuru – Aslına bakarsanız evde odunlarımı sobaya atıp geldim buraya. O yüzden ateş sönmeden eve gitmem lazım. Kızım da komşuda. Aklım bir taraftan onda. Ama görev aşkı işte ne yaparsın? Dayanamadım geldim. Patara kapısının orada çıplak ayaklı bir sürü Japon protesto yapıyor diye bir ihbar aldım. Olay yerine gittiğimde gerçekten bir grup Japon çıplak ayakla hep birlikte göğe bakarak “Mars Mars Mars,” diye bağırıyorlardı. Biliyorsunuz ölen karım bir Japondu. O yüzden Japoncamla aralarına gidip ne olduğunu sordum. Bana Mars’ın gökyüzünden yere indiğini ve çıplak ayakla Anfi Tiyatro’da gezdiğini söylediler. Bundan etkilenip hepsi ayakkabısını çıkartmış. Dolayısıyla Mars beyi toplumu kötü etkilemek suçundan tutuklamam gerekiyor.

Mars konuşmak ister ama şaşkınlıktan dili tutulur. Bir türlü sesi çıkmaz. Venüs sakin kalmaya çalışsa da bir türlü heyecanını yenmeyi beceremez. Dayanamaz ve sesli bir şekilde bağırır.

Venüs – Tutuklamak mı? Ne yani Mars’ı hapse mi atacaksınız? Bütün bunlar kötü bir şaka olmalı.

Del4 – Keşke sizin aşk hikayenizi o şekilde anlatmasaydım. Benim yüzümden başınıza neler geldi? Ay çok üzgünüm.

Polis Memuru – Buraya Mars beyi dinlemeye geldik. Onun dışında herkes konuşuyor mübarek. Evet Mars bey lütfen sizi dinleyelim. Neden çıplak ayakla geziyorsunuz?

Mars – Çünkü giyecek bir ayakkabım yok.

Polis Memuru – Gökyüzünden indiğiniz doğru mu?

Mars – Evet ama o çok önceydi. Ardından Venüs ile birlikte bir sürü yerde buluştuk. Sonra nihayet Tanrı huzurunda evlenip aya balayına gittik. Bir dönem Japonya’da yaşadık filan. Neyse hikaye çok uzun. En son denizden Patara kumsalına geldik. Giyecek bir ayakkabım ya da terliğim olmadığı için çıplak yürüyorum. Mecburum bir nevi yani. Bunun suç olduğunu bilmiyordum.

Polis Memuru – Mesele insanları buna teşvik etmeniz. Herkes ayakkabısız gezerse ayakkabı sektörümüzün hali ne olur hiç düşündünüz mü?

Mars – Ben kimseyi bir şeye teşvik etmedim. Japonlar beni rol model aldıysa ben ne yapabilirim? Neden onları sorgulamıyorsunuz?

Polis Memuru – Japonlar turist olduğu için dilediği gibi gezebilir. Ama sizi geçici bir süre hapse atmam gerekiyor.

Mars – Oldu! Yabancı turistler benim vatanımda en güzel yerlere istediği şekilde gidebilecek, ben hapis yatacağım öyle mi? Ne ala memleket!

Polis Memuru – Valla ben emir kuluyum.

Venüs – Patara’da bir hapishane olduğunu bilmiyordum. Yoksa Elif’in evinin önündeki Kaş Hapishanesi’ne mi götüreceksiniz Mars’ı?

Polis Memuru – 2023 yılında olduğumuzu hatırlatırım Jüpiter hanımefendi. Burada…

Venüs polis memurunun sözünü keser.

Venüs – Jüpiter değil Venüs benim adım. Elif onu okumayan insanları nasıl oluyor da karakter olarak metnine alıyor anlamıyorum ki.

Mars – :))

Polis Memuru – Her neyse hanımefendi, bahsettiğiniz Kaş’taki hapishane artık Adalet Sarayı oldu. Mars beyi Patara kumsalına götüreceğim. Bizim hapishanemiz orası.

Mars – Kumsal mı? Ooo iyiymiş… 🙂 Bikinili kızlar filan. Ne güzel hapishane bu böyle.

Venüs – Aşk olsun ama Mars…

Mars – Şaka yapıyorum Venüs. 🙂 Kumsaldan hapishane derken Elif’in aklından kim bilir ne geçiyor merak ettim doğrusu.

Polis Memuru sessizleşip uzaklara dalar. Herkes onun tepkisine bakmaktadır.

Noel Hoca – Memur bey? Burada mısınız?

Polis Memuru kendine gelir.

Polis memuru – Pardon Elif düşüncelere dalıp kahvesinden bir yudum aldı da… Onun bir şey yazmasını bekliyorum.

Mars – Elif’in kahve içmesi önemli tabi… :)))

Polis memuru – Bikinili kız fantezinizi böleceğim ama sizden başka kumsalda kimse olmayacak Mars bey. Maalesef şu an elimizde başka mahkum yok.

Venüs – Ahhh ne kadar üzüldüm. 🙂

Mars – Demek kumsal, geldiğimizde o yüzden bomboştu. Yalnız benim uykum geldi.

Polis memuru – Ne? Uykunuz mu geldi? Tanrım nasıl bir metnin içindeyiz Allah aşkına. Bugüne kadar onca yazar hapse attım bu kadar saçmalayanını ilk kez görüyorum.

Mars – :))

Venüs – Ay sormayın. Mars’ın böyle bir uyku sorunu var. Hoşuna gitmeyen anlarda hemen uykusu geliyor. Biz bunu Japonya’dayken çok sık yaşıyorduk. Bu durumun valla Elif ile bir ilgisi yok. Direkt Mars meselesi yani. Hatta Elif ilk kez diyaloglarımıza taşıdı diyebilirim. 🙂 Hayatım biraz sıksan dişini. Şu hapishane meselesini çözelim çok güzel bir yere gideriz. Orada bol bol uyursun.

Mars – :))))))

Venüs – Sahi neden yazarları hapse atıyorsunuz? İnsan düşündüklerini ifade ettiği için hiç hapse atılır mı? Çok saçma değil mi?

Noel Hoca – Dünya derdinden kopup daha rahat yazsınlar diye. Sadece yazarlar değil tüm sanat emekçileri için geçerli bu. Eşsiz gün batımları manzarası eşliğinde üretmenin çok etkili olduğunu fark ettik de. Elif’in “F” tipi hücre anlayışı işte malum.

Venüs – İyi de Mars yazar ya da sanatçı değil ki.

Polis memuru – Hmm… Gerçekten yazar ya da sanatçı değil mi? O zaman bu Japonlar neden ondan bu kadar etkilendi acaba?

Noel Hoca – Aslında az önce amfi tiyatroya geldiğimde bana Mars’ın oyun yazdığını söylemiştiniz.

Venüs – Noel hoca yapma ama sen de? Aşk olsun yani.

Mars – Tamam Venüs. Nefesini harcama boşver. Başta çok şaşırmıştım ama kabullendim şu an durumu. Madem başka seçeneğim yok. Tamam hadi bir an önce gidelim.

Memur bey Mars’ın kolundan tutar. Tam birlikte yürüyeceklerdir Venüs neredeyse haykırırcasına bağırır.

Venüs – Hayır durun! Mars’ı götüremezsiniz. Tüm suçlu benim. Yola çıkarken ona terlik almayı unutmuşum. Mars o yüzden çıplak ayakla dolaşıyor. Madem biri hapis yatacak. Beni götürün.

Mars – Venüs saçmalama ne yapıyorsun?

Venüs – İhmalimin bedelini senin ödemene müsaade edemem aşkım. Hem yanıma kitap almıştım. Bir sürü güneş kremim de var. Bak boşuna almamışım onları demek ki. Kumsalda kitap okuyarak bol bol güneşlenirim.

Mars – :))

Polis memuru – Peki tamam Jüpiter hanımı götürüyorum öyleyse.

Venüs – Venüs benim adım… Veeeenüüüssss!!!

Polis memuru – Ah doğru pardon. Aman canım ne fark eder sanki. Ha Venüs ha Jüpiter? İkisi de gezegen adı değil mi? Okuyucu anlıyor derdimi sonuçta. Sizin için de isminiz ne kadar önemliymiş hayret bir şey yani. Bundan dolayı bir saçımı yolmadığınız kaldı. 🙂 Hadi artık bir an önce sizi hapishaneye götüreyim de; kızımı komşudan alıp, yaktığım odunlar sönmeden eve döneyim.

Venüs – Tamam ama izin verirseniz Mars ile iki dakika yalnız konuşmak istiyorum.

Polis memuru – Tabi ki.

Del4, Noel Hoca ve Polis memuru Meclis Binası’nın dışına çıkarlar. Venüs Mars’ın yanına sahneye gider. Barney Değil oturduğu yerden onları izlemektedir. Venüs Mars’ın elini tutar ve avcunun içine bir şey koyar. Mars avcuna bakar. Oldukça küçük boyda bir keçi boynuzu vardır.

Mars – Bu ne Venüs?

Venüs – Aslında onu yemek istiyordum ama yapamadım. Onu sana veriyorum. Böylece yanında rahatça taşıyabilirsin. Ben yokken kendine iyi bakmanı istiyorum. Beni sakın merak etme. Yalnız olduğunu düşünüp her kötü hissettiğinde onu avcuna al ve göğe bak. O anda benim de seni düşündüğümü bil.

Mars hiçbir şey söylemeden Venüs’e sıkıca sarılır. Venüs Mars’ın yanağına kısa ama tutkulu bir öpücük kondurup ondan ayrılır.

Venüs – Hadi gideyim ben bir an önce. Baksana adam takmış oduna. Bu sıcakta ne diye odun yakmış anlamadım ya neyse. Sönerse ateşi gene bizden bilecek sonra.

Mars – :))))

Mars ve Venüs el ele Meclis Binası’ndan dışarı çıkarlar. Barney Değil peşlerindedir. Hep birlikte dışarıda onları bekleyen Del4, Noel Hoca ve Polis memurunun yanına giderler.

Del4 – Ahh çok duygulandım. Umarım en kısa zamanda yeniden kavuşursunuz çocuklar.

Polis memuru – Tamamsanız yola koyulalım.

Venüs – Evet gidebiliriz.

Polis memuru Venüs’ün koluna girmeden eliyle “bayanlar önden” işareti yapar. Diğerlerini oldukları yerde bırakıp birlikte Patara kumsalının yolunu tutarlar. Barney Değil onları takip etmektedir.

Venüs – Bu arada karınız için çok üzüldüm memur bey. Başınız sağ olsun.

Polis memuru – Teşekkür ederim. Sizin Mars beyi sevdiğiniz gibi ben de onu çok sevmiştim. Maalesef kızımızı doğururken öldü. 7 yaşındaki kızımı o yüzden yalnız büyütüyorum. Biraz zor bir hayatım var. Eğer gergin davrandıysam lütfen kusura bakmayın.

Venüs – Sorun değil. Adınız nedir?

Polis memuru – Adım mı? Bilmem. Daha önce kimse sormamıştı. Herkes bana polis memuru der.

Venüs – Anladım.

Polis memuru – Ayrıca bence böyle gayet iyi. Ben memnunum yani. Hem Elif şimdi nerden bir isim daha bulsun.

Venüs – :))) Barney Değil ilginç bir şekilde bizi takip ediyor. İnanın bunun için özel olarak yaptığım bir şey yok. Sonra sizinle geri döner herhalde. Noel hocaya teslim edersiniz olur mu?

Polis memuru – Yok teslim etmem gerekmiyor. Hapishaneye bir tek Barney Değil girebiliyor. Orada kaldığınız süre boyunca sevgiye ihtiyacınız olacak. Barney Değil sizin bu ihtiyacınızı dolu dolu karşılayacaktır. O yüzden Noel Hoca onun yokluğunu dert etmez, siz hiç merak etmeyin.

Venüs olduğu yerde durur, yere çömelir. Barney Değil Venüs’ün yanına gider. Venüs hüzün içinde onun başını okşar. Barney Değil kuyruğunu sallayarak sevgiyle Venüs’ün yüzünü yalamaktadır.

Didem Elif

Başlayalım Öyleyse

Havalar Kaş’ta güzelleşti. İnsanlar denize girmeye başladı. Benim de sezonu açmam yakındır. Gerçi uzun zamandır içimden hiçbir şey yapmak gelmiyor. Geçen gün deniz kenarında bir arkadaşımla otururken dedim ki; “Garip bir döneme girdim. Ne Likya Sohbetleri yapabiliyorum, ne herhangi bir yazı ne de Mars ve Venüs öyküsü yazabiliyorum. Üretemediğim neredeyse durduğum bir süreç yaşıyorum. Aklımda fikirler var ama hayata geçiremiyorum. Kendimde o gücü bulamıyorum.” Arkadaşımın tepkisi beni şaşırttı. “Elif dalga mı geçiyorsun? Hiçbir şey yapmadığım dediğin bir dönemde şiir yazdın. Sen buna üretememek mi diyorsun? Üstelik şiirini dinlediğimde gözlerim doldu. Ayrıca bazen boşluk gerekir. Başka şeylere alan açılması için.”

Gerçekten de şiir yazmıştım değil mi? Daha çocuk yaşlarda yazılmaya başlanmış ama çöpe atılmış yüzlerce şiirin ardından neredeyse 20 yıl sonra ilk kez. Aslında bunu bir nevi Kafe Kültür Yayıncılık’ın sahibi yazar, şair Halil Gökhan’a borçluyum. Birkaç hafta önce bana bir kitap kapağı fotoğrafı attı. Görselden bir şiir kitabı olduğu anlaşılıyordu. Kapak, içinde benim adımın da bulunduğu başka yazarların isimleriyle tasarlanmıştı. Şaşkınlıkla bu da neyin nesi oldum. Bunun bir davet olduğunu, bahar aylarında yazarların hiçbir yerde yayınlanmamış şiirlerinden bir kitap çıkartmak istediğini söyledi.

“İyi de ben şiir yazmıyorum ki,” dedim. “Belli mi olur belki yazarsın, ben davetimi yaptım işte, gerisi sende, sonuç ne olur ben bilemem,” dedi. İlginç ve sempatik bir davetti doğrusu. Güldük geçtik. Yani o an ben öyle sandım ama galiba içime bir tohum atıvermiş Gökhan. Bunu bir gece, Duru’yu uyuttuktan sonra “Gidiyorum” adını verdiğim şiir içimden dökülünce fark ettim. Evet gerçekten döküldü. Böyle pat diye hem de. Hemen Gökhan’a attım. Baktığında şehrini ve sevgilisini terk eden birinin sözleriydi. Neden böyle bir şey yazdığıma dair hiçbir fikrim yoktu. Gökhan’dan aldığım ufak düzelti önerileri ve güzel geri bildirimlerinin ardından üzerine çok da düşünmeden uykuya daldım. Sabah uyandığımda ise bir başka şiir duruyordu kursağımda. Duru uyanmadan onu da hemen kaleme aldım. Tabi kaleme aldım tabirinin buradaki karşılığı cep telefonuna kaydettim olacak o da ayrı. 🙂

Avlu adını verdiğim bu şiir de yine çabasız bir şekilde kendi kendine dökülüvermişti. Garip olan bir şey vardı. Gitmek, vazgeçmek üzerine yazılan dizelerin hemen ardından bir kavuşma şiiri ortaya çıkmıştı. Biri içimdeki kaçma duygusunu, biri de ulaşma arzusunu anlatıyordu. Korkuyu atınca arzum gün gibi ortaya çıkmıştı sanki. Gerçi bir arkadaşım duygusunu çok beğenmesine rağmen Avlu şiirinde kullandığım kelimeler için “Elif hangi yüzyılda nasıl bir dünyada yaşıyorsun Allah aşkına,” diye bir yorum yaptı. “Evet haklısın. Günümüzde avlu yerine artık Zoom demek gerek tabi,” diyerek güldüm.

Oldum olası kelimelerin imgesel gücü olduğuna inanırım. Mesela bir romanın içinde kurabiye kokusundan bahsedilen cümleleri okurken, anında onun sizde imgelediği anıya ışınlanırsınız. Burada canınızın kurabiye çekmesinden bahsetmiyorum. Fırından yeni çıkmış kurabiye kokusunun bile sizin belleğinizde bir duygu bıraktığını anlatmaya çalışıyorum.

İşte avlu kelimesi de benim belleğimde böyle duygusu olan kelimelerden biri. Ve hangi şekilde olursa olsun yazmak söz konusu olduğunda bana işin en büyülü gelen kısmı, bir kelimenin herkesin belleğinde bambaşka bir imgeyi oluşturması.

Özellikle Avlu kelimesine olan hassasiyetimin bu konuyla yakın bir ilgisi var. Kaç yaşındaydım bilmiyorum ama ilk kez bir kitapta “avlu” kelimesini okuduğumda kafamda bir türlü imge oluşmaması beni çok rahatsız etmişti. Bundan mıdır bilmiyorum yıllar sonra da içinde avlu olan kafesi de bulunan bir mekanı kendime sığınak bellemiştim. Çok sevdiğim bu yeri ilk kez Doğan Cüceloğlu’nun bir kitabında -hafızam beni yanıltmıyorsa “Savaşçı”da- okumuştum. Kitapta Doğan Cüceloğlu hayata dair pek çok şeyi konuştuğu bir öğretmenle orada buluşuyordu. İşyerime çok yakın bir yer tarif ediliyordu ve adını daha önce hiç duymamıştım. Aynı gün öğle arasında merak içinde sora sora orayı buldum. Zaten aramadan karşınıza öylesine çıkabilecek bir yer değildi. Çok da ilgi çekici olmayan bir kapı hiç beklemediğiniz bir avluya çıkıyordu. Neyse daha fazlasını anlatmayayım. Gerisi bende kalsın. Bakmayın bu kadar anlatma budalası olduğuma. Her şeyi anlatmayı sevmem. Neresi olduğunu çok merak eden olursa bir zahmet Doğan Cüceloğlu okusun. 🙂

Avlu adlı şiiri yazmamdan çok kısa bir süre sonra Doğan Cüceloğlu’nun yaşama veda etmesi ister istemez herkeste olduğu gibi benim içimde de hüzün bıraktı. Belki pek çok kişi güzel ve iyi şeyler anlatır ama onun yok olduğunu bilmek saçınızı okşayan birini kaybetmek gibi geldi bana. En son yeni doğum yaptığımda bir kitabını okumuştum. Emzirirken kitap okumak için bolca vaktim oluyordu. Kendimi zaten şu anda da doğuma az vakti kalmış biri gibi hissediyorum. Hamileliğin son günlerine vardığında yürümeyi bırak, uyumak bile zorlaşır. Bedenindeki zorlanma artık seni iyice kısıtlar. Doğan Cüceloğlu’nun son kitabını okumadım ama hepimizin bildiği gibi “Var Mısın?” diye sormuş.

“Kendini keşfetmeye

zorluklarla başa çıkmaya

var mısın?”

Evet varım. Ne olursa olsun, ne kadar zor olursa olsun, sonuna kadar varım!

Başlayalım öyleyse…

Didem Elif

Not: Balık tutmak; niyet, bilgi, inanç, sabır ve kısmet işidir. Herhangi biri eksik olduğunda kişi balık tutmaya devam edemez. O yüzden de emekli olunca bir sahil kasabasında balık tutmanın hayalini kurmuş bir sürü insan bu hayalini gerçekleştirmesine rağmen uzun süre sürdüremez. Kısmetinden vazgeçmeyenlere buradan selam olsun…

Sevgilerimle…

Kısmet

Mars ve Venüs Patara Anfi Tiyatro’nun ortasında bir taşın üzerinde yan yana oturmaktadır. Mars elinde tuttuğu kağıtta yazanları sesli okurken Venüs onu durdurur.

Venüs – Yok yok bence olmadı. Ben hayatta bu cümleleri sahnede söyleyemem. Hem ben böyle sözler hiç kullanmam ki Mars.

Mars – O zaman neden bütün konuşmaları ben yazıyorum? Madem hoşuna gitmedi kendi repliklerini gel sen yaz Venüs.

Venüs – Yazmadan doğaçlama oynasak olmaz mı? Sahneye çıksak ve içimizden geleni söylesek.

Mars – Doğaçlama mı? Emin misin? Becerebilir miyiz sence?

Venüs – Neden olmasın? O an kalbimizden nasıl geçiyorsa öyle davranırız.

Mars – Ama önce bir kurgu oluşturmalıyız. Yoksa sahneye çıkıp seyirciye ne anlatacağız Venüs? Sonra rezil olmayalım.

O sırada bir kadın Patara Anfi Tiyatro’ya girer. Arkasında bir grup Japon vardır. Etrafı göstererek onlara bir şeyler anlatmaktadır.

Kadın – Daha önce size Kaş’taki Antik Tiyatro’yu göstermiştim ve Antik tiyatro ile Anfi Tiyatro arasındaki farkı anlatmıştım. Antik tiyatroların hepsi anfi tiyatro değildir. İşte Patara’da bulunan bu eski kalıntılar anfi tiyatronun özelliklerine çok güzel bir örnek sunuyor. Yalnız çok şanslısınız biliyor musunuz? Şurada oturan çifti görüyor musunuz? Yeryüzünün en güzel çifti Mars ve Venüs onlar. Şu an buradalar. Kısmete bakar mısınız?

Mars kağıda notlar almakla meşguldür. Venüs şaşırarak tiyatroya giren kalabalık gruba göz gezdirir.

Venüs – Mars?

Mars – Efendim canım.

Venüs – Şu kadın bizim adımızı söyledi galiba.

Mars – Hı hı…

Mars yazdıklarına dalmıştır. Not almaya devam eder.

Kadın – Bir Didem Elif hikayesinin anlattığına göre, Mars ve Venüs’ün gökyüzünden kayan iki yıldız olduğu bilinmektedir. Hikaye bu ya; gökyüzünde ulaşamayan, birbirine aşık tatlı mı tatlı Mars ve Venüs çifti; nihayet yeryüzünde kavuşmuşlardır. Ne mutlu ki, onlara bu büyülü ortamda denk geldik. Bugün uğurlu bir gün olmalı.

Venüs – Ay valla bizden bahsediyor.

Mars – Nasıl?

Venüs – Bak, işte şu kadın! Karşısında onu dinleyen Japonlara bizi anlatıyor.

Mars ilk defa başını notlarından kaldırıp, Venüs’ün gösterdiği yöne doğru bakar.

Kadın – Eveettt, şimdilik bu kadar yeter. Sizi biraz serbest bırakıyorum. Civarı dilediğiniz gibi gezebilirsiniz. Bir saat sonra Patara kapısında buluşalım. Sonra gezimize kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Japon grup Patara Anfi Tiyatro’yu birer birer terk etmeye başlar.

Venüs – Affedersiniz. Bakar mısınız?

Venüs seslenirken oturduğu yerden ayağa kalkmıştır. Japonların çıkışını takip eden kadın, duyduğu sese doğru döner. Yüzünde tatlı bir gülümseme vardır.

Kadın – Ah! Merhaba Venüs. 🙂 Tanrım inanmıyorum. Venüs ile konuşuyorum. Bu bir rüya olmalı.

Venüs – Merhaba. Yalnız ben sizi çıkaramadım. Daha önce tanışmış mıydık?

Kadın – Hayır ilk kez görüşüyoruz ama ben ikinizi de iyi biliyorum. 🙂

Venüs – Sahi mi? Allah Allah. Tanıdığınız yetmiyor bir de Japonlara bizi anlatıyorsunuz. Çok ilginç valla.

Kadın – Ah evet! En sevdiğim hikaye sizin hikayeniz. Daha pek bir şey söylemedim doğrusu. Detayları otobüsle Kaş’a dönerken anlatırım onlara diye düşünüyorum. Size burada rastlamak ne büyük bir mutluluk oldu benim için anlatamam.

Mars – Size bir şey soracağım. Biz o kadar Japonya’da yaşadık. Hiç Türkçe anlamıyorlardı. Türkçe bilen bu kadar çok Japon’u siz nereden buldunuz, çok merak ettim doğrusu.

Kadın – İlahi Mars; şimdi Elif burada beni Japonca konuşturup, Türkçe alt yazı nasıl geçsin? Hem onlar figüran canım. Rolleri zaten bu kadardı. Devamlılıkları olmayacak ki. Takılmayın böyle ince detaylara lütfen. Sanki bunca zaman boyunca her şey çok mantıklıydı da bir o kısmı kaldı.

Mars – :)))

Venüs – Peki sizin adınız nedir acaba?

Kadın – Ah doğru ya, kusura bakmayın kendimi tanıtmayı unuttum. Benim adım Del4. Bu arada söylemiş miydim, ben size resmen deli oluyorum. 🙂

Venüs – Del4 mu? James Bond 007 gibi bir kod adı mı bu? Yoksa siz ajan mısınız?

Del4 – Aaa üstüme iyilik sağlık. Hayır canım ne ajanı. Aslında asıl adım Ayşe. Ben her şeye deli oluyorum da. Yani çok seviyorum demek istiyorum. O yüzden arkadaşlarım bana Del4 der. Biz de sahne adımı böyle koyduk. Yani “Del For”. Nokta nokta için deli oluyorum anlamında. :)))

Mars – Elif’in şahane isimlerinden biri daha. Neden şaşırdın ki Venüs?

Venüs – Evet haklısın şahane isimmiş. Önce tuhaf buldum ama şimdi anlamını dinleyince mantıklı geldi.

Mars – :)))

Del4 – Ah senin beni anlayacağını biliyordum Venüs. Gerçi ajan filan deyince bir an anlamayacaksın diye çok korktum.

Mars – Demek Japonları gezdiriyorsunuz Del4?

Del4 – Şu sizi kaldıralım artık. İkiniz de bana sen diye hitap edin lütfen. Bu arada söylemeden edemeyeceğim, adımı senin ağzından duymak çok hoşuma gitti Mars. 🙂 Ne sormuştun? Ha evet! Aslında sadece Japonları değil, Fransızları, İtalyanları… Aklınıza gelebilecek herkese bildiğim hikayeleri anlatmaya deli oluyorum.

Venüs – Ne güzelmiş. Dünya kadar yer gezmiş olmalısın.

Del4 – Doğruyu söylemek gerekirse çok fazla yer gezmedim. Elif’in yazdığı kadar işte. Yani bu benim ilk turum. 🙂 Kısmetime Japonlar denk geldi. Elif Japonlara niye bu kadar taktı inanın ben de anlamadım. :))

Mars – Hahaha. Çok şeker. Sevdim ben bu kadını. Açık sözlü insanları severim.

Del4 – Ah ben de seni nasıl seviyorum bir bilsen Mars. Hele çıplak ayakla dolaşmıyor musun, deli oluyorum.

Venüs – Ay Allahım ben de şu seni görünce ayılıp bayılan kadınlara deli oluyorum Mars.

Mars – :))))

Venüs – Ayrıca sana terlik almayı unuttum diye bana bilerek imada bulunuyor bence. Baksana hakkımızda her şeyi biliyor.

Del4 – Aaa öyle deme. Asla! Sen beni yanlış anladın. Ben sana da bayılıyorum ki Venüs.

Venüs – Ha sahi mi?

Del4 – Evet!!! Tabi ki. Senin o her şeyde bir anlam bulmana deli oluyorum ben valla. Öyle sevgi dolusun ki…

Venüs – Çok teşekkür ederim. Sanki bazen abartıyorum ama.

Del4 – Yok canım.

Venüs Mars’a doğru eğilerek fısıldar.

Venüs – Haklısın sevimli kadınmış.

Mars – :)))

Patara Anfi Tiyatro’ya Noel Hoca girer.

Venüs – Aaa Noel Hoca. Seni bir daha göremeyeceğiz sanmıştım.

Del4 – Yaşasın! Noel hoca da geldi. Ay ne kadar kısmetliyim inanmıyorum. Meğer diyaloglarımda seninle de denk gelmek varmış. Kesin bugün benim en şanslı günüm.

Mars – :)))

Noel Hoca – Patara kapısında bekleyen Japonları görünce seni burada bulacağımı tahmin ettim Del4. Yanlarına gitsen iyi olur. Sanırım diyalog süren doldu. 🙂

Del4 – Sahi mi? Tamam tamam hemen gidiyorum. Memnun oldum arkadaşlar. Kendinize çok iyi bakın. İnşallah yine karşılaşırız.

Mars ve Venüs, Del4’u sevgiyle el sallayarak uğurlarlar.

Venüs – Noel Hoca iyi ki geldin. Biz bu sergileyeceğimiz oyunun içinden bir türlü çıkamadık.

Mars – Ne alakası var canım. Çözecektim ki ben.

Venüs – Nasıl çözecektin Mars. Belli ki kafan karıştı.

Noel Hoca – Nasıl yani?

Venüs – Mars oynayacağımız repliklerimizi yazmaya çalışıyor ama kurduğu cümleler bana hiç uymuyor. Ben de diyorum doğaçlama oynayalım. Hem benim ezberleme sorunum var.

Noel Hoca – Siz oyun mu sergileyeceksiniz?

Mars – Ayy delireceğim iyice. Sen demedin mi “Sahne sizin!” diye en son giderken. Oynayacağımız oyunu hazırlıyorum ben de.

Noel Hoca – Ama siz beni yanlış anladınız. O konuşmanın hepsi metaforikti.

Del4 – Ah iyi ki geldin Noel hoca. Anlat valla. Çok özlemişim seni dinlemeyi inan ki. Ben bir türlü Mars’a senin ne demek istediğini anlatamıyorum.

Mars – Sanki sen anladın da.

Mars da ayağa kalkar ve Noel Hoca’ya çaktırmadan Venüs’e söylenir.

Mars – Hani dersleri anlatış şeklini sevmiyordun, ne değişti?

Venüs – Ben şu an nasıl anlattığıyla değil ne anlattığıyla ilgileniyorum ki.

Noel Hoca – Efendim? Anlamadım.

O sırada dışarıdan havlama sesi gelir. Barney Değil ardı arkası kesilmez bir şekilde çıldırmış gibi havlamaktadır. Noel Hoca hızlıca Anfi Tiyatro’dan çıkar. Venüs ve Mars telaş içinde Noel Hoca’nın peşinden giderler.

Didem Elif

Not: Aşağıda paylaştığım, Levent Yüksel’den dinlediğimiz Yeniden Başla adlı şarkının en iyi okunan versiyonu değil belki ama çok sıcak ve çok samimi.

Sevgilerimle

Niyet

Mars ve Venüs Patara Anfi Tiyatro’da ayrı yerlerde oturmuş Noel Hoca’nın gelmesini beklemektedir. Mars elindeki deftere bir şeyler yazmaktadır. Venüs ise Karşı Kıyı’ya gelirken yanında getirdiği tek kitabı okumaktadır. Anfi tiyatroya Noel Hoca girer ve sahnedeki yerini alır.

Noel Hoca – Kusura bakmayın biraz geciktim. İlgilenmem gereken işler vardı. Anca gelebildim.

Venüs – Sorun değil. Ben beklemeyi hiç dert etmem. Bu yüzden yanımda mutlaka kitap taşırım. Beklerken bahaneyle okumak için zaman doğmuş oluyor. Mars da sıkıntı etmez böyle şeyleri. O da kafasında not almak istediği şeyleri toparlıyor böylece.

Mars – Evet evet çok doğru.

Noel Hoca – İyi bari. İçeri girip sizi böyle ayrı otururken görünce geçen dersimizden sonra benim yüzümden aranızda bir soğukluk oldu sandım. Böyle bir şeye vesile olmak istemem doğrusu. O zaman daha fazla vakit kaybetmeden bir an önce ikinci ve son dersimize başlayalım.

Venüs – Nasıl? Son ders mi? Daha yeni başlamadık mı ayol? Ne tuhaf iş anlamadım. Gerçi ben bana birinin hocalık etmesini hiç sevmem o ayrı ama bütün bunlar garip geldi yani.

Noel Hoca – İnanın ben de akıl hocalığı yapmayı hiç sevmem. Zaten yaptığım da bu değil. Birazdan beni anlayacağınızı umuyorum.

Noel Hoca elinde olan kumandaya benzer bir aletin tuşlarına basar. Arkasında duran kocaman ekrana görüntü gelir. Ekranda Shakespeare’e ait olan ünlü sözler yazmaktadır.

Noel Hoca – Venüs hanım sizden rica etsem. Ekranda yazanları bize sesli olarak okur musunuz?

Venüs ekranda gördüklerini okumaya başlar.

“Bütün dünya bir sahnedir,
Ve bütün erkekler ve kadınlar sadece birer oyuncu;
girerler, çıkarlar.
Bir kişi birçok rolü birden oynar.
Bu oyun insanın yedi çağıdır.”

Mars – William Shakespeare!

Noel Hoca – Bravo Mars bey. Bildiniz. Bu sözler William Shakespeare’e ait.

Mars – Takdirin için sağol ama resmen benim zaten bildiğim hatta çoğu zaman anlattığım şeyleri sen bize anlatıyorsun. Şaka gibi yani. Bakalım sonunda nereye varacaksın?

Venüs – Doğru söylüyor. Mars hep bundan bahseder ki bana. Onun sayesinde ben bile bu konuyu iyi biliyorum.

Noel Hoca – O yüzden bu son dersimiz zaten. Ben konuşmamı toparlayıp buradan ayrılacağım ve ikiniz rollerinizi oynamak için sahneye çıkacaksınız.

Venüs – Nasıl yani?

Noel Hoca – William Shakespeare öyle güzel bir şey söylemiş ki. “Bütün dünya bir sahnedir.” İşte onun bahsettiği sahne en iyi okuldur aynı zamanda. Çünkü ister çocuk, ister yaşlı biri olsun; yaşamın içinde karşımıza çıkan herkesten yeni bir şeyler öğreniriz. Eğer dünya sahnesinde birisiyle bir araya geliyorsanız, demek ki birlikte sergilemeniz gereken bir oyun vardır. Bu anlamda hiçbir karşılaşma boşuna değildir diyebiliriz. Ama şu an konumuz bu değil. O başlı başına bir öykü konusu doğrusu.

Mars – Hah! Öykünün başlığını durun tahmin edeyim: “Tesadüf!”

Venüs – :)))))

Noel hoca yeni çıkmaya başlamış bıyıklarının altından gülümseyerek konuşmaya devam eder.

Noel Hoca – Her birimizin doğduğu andan itibaren üstlendiği birden fazla kimlikleri vardır. Çocuk olmak, anne olmak, eş olmak, yönetici olmak gibi birbirinden farklı roller üstlendiğimiz oyunlar gerçekleştiririz. Bazen kendimizi bu oyunlara öyle kaptırırız ki, rolümüz ana amacını kaybeder ve iş bazen faşizme kadar uzanır. Bir bakmışsınız oldukça iyi niyetle başlanan bir şey, kötü sonuçlar getiren bambaşka bir yere varmış. Bugün dünyaya baktığınızda, sözüm meclisten dışarı, ahlak adına emek harcayanların en büyük ahlaksızlığı yapar hale geldiğini görürsünüz. Bu yüzden yoldan çıkmamak için niyetinizi sıklıkla kendinize hatırlatmanız gerekir. Niyetimiz, içinde olduğumuz konumun şartlarını kötüye kullanmamak adına, bize doğru yolu gösteren bir pusuladır adeta. Dürüst olmak çok önemli bir değerdir mutlaka ama insanın kendine karşı dürüst olabilmesi için..

Venüs – Hocam dersi yine böleceğim ve Mars bunu söylediğim için bana çok kızacak ama benim sana itiraf etmem gereken bir şey var.

Noel Hoca – Buyrun Venüs hanım sizi dinliyorum.

Venüs – Geçen dersin sonunda dilim sürçmemişti. Ben teneffüs arasında Mars’ın gerçekten kucağına oturmuştum. Ama inan bana Noel hoca kötü bir niyetim yoktu.

Mars – Venüssss Allah aşkına delirdin mi? Neler söylüyorsun? İyice şaşırdın sen galiba.

Venüs – Ne yapayım Mars? Baksana birazdan bize sahneye çıkacaksınız diyor. Zaten tuhaf bir hikayenin içindeyiz. Bana kim bilir nasıl bir rol verecek? Ben hayatta rol yapamam. Ya sahnedeyken yalanım ortaya çıkarsa. Dedim en iyisi ben baştan hakikati söyleyeyim. Hem ne var bunda? Okuyucuların bildiğini Noel Hoca’dan mı saklayalım? Ayrıca sanki tüm gerçeği mi anlattım? Ders bittikten sonra yaptıklarımızdan bahsetmedim ki. O kısmı okuyucular da bilmiyor zaten. 😇

Mars – 🙈🙈🙈 Allahım sen aklıma mukayyet ol ya da sen şu kadına akıl, fikir ver ne olur.

Venüs – Bunun akılla ne ilgisi var canım. Tamam Noel Hoca biraz çocuk yaşta belki ama o da büyüyünce aynısını yapmayacak mı? Seninki de laf!

Noel Hoca öksürerek araya girer.

Noel Hoca – Venüs hanım kalbinizi ferah tutun. Niyetiniz ile ilgili zerre kuşku duymadım. Siz bu meseleyi biraz vicdanla karıştırdınız. Böyle şeyler için vicdan yapmayın. Bir kere herkes her şeyi bilmek zorunda değil. Hatta bazı özel şeylerin iki kişi arasında kalmasında fayda vardır. Aklıma gelmişken vicdan meselesini çok iyi anlatan Takva adlı bir Türk filmi vardır. İsterseniz bir ara onu izlersiniz. Son olarak bu konuyla ilgili şunu söyleyeyim. Her ne söylerseniz söyleyin, karşınızdaki kişi meseleyi kendine göre algılayacaktır. Niyetinizi siz bildikten sonra kimseye bir şey ispat etmeye ihtiyacınız yok. Ben dahil bu öykünün içinde yer alan hiçbir karakter size ahlak bekçiliği yapamaz. Siz kendinizi kandırmayın yeter ki.

Mars – O zaman hikayemizin içinde başka karakterler de olacak.

Noel Hoca – Elbette.

Venüs – Sahi mi? Yeni yeni karakterler tanıyacağız demek. Sen de bayağı şey biliyorsun bakıyorum. Elif sana her şeyi anlatıyor olmalı.

Noel Hoca – Aslına bakarsanız o bu metinlerde ne anlatıyorsa, ben de o kadarını biliyorum. Hiçbir şey sormadığım gibi, sorgulamıyorum da. Bir rolüm var. Niyetim onu en doğru şekilde oynamak. Aksi, niyetimin dışına çıkmak olur; bunu da yapmak istemem.

Mars – Nereden biliyorsun o zaman başka karakterlerle karşılaşacağımızı.

Noel Hoca – Niyet konusunu anlatan karakter olduğuma göre, tahmin edersiniz ki bunu bilmek için medyum olmama gerek yok. Bildiğim kadarıyla ikinizin ortak bir niyeti var. Karşı Kıyı adı verilen bu köşenin içinde beraber güzel ve mutlu bir ilişki yaşamak istiyorsunuz. Doğru mu?

Mars – Kesinlikle!

Venüs – Ne güzel dedin.

Noel Hoca – Buna katkım olsun diye durup dururken ben devreye girdiysem, benim yeterli olmadığım yerde yine aynı şekilde kendiliğinden başka karakterler ortaya çıkacaktır. Siz yeter ki niyetinizden vazgeçmeyin. Eğer kısmetinizde varsa, o mutlaka bir yol bulup size ulaşacaktır. Onu söylemeye çalışıyorum.

Venüs – Bize sahnede oynamamız için nasıl roller vereceksin peki?

Noel Hoca – Beni yanlış anladınız. O kısmı iyi anlatamadım demek ki. Ben sizlere oynamanız için roller vermeyeceğim. Bu benim haddime düşmez. O tamamen sizin bileceğiniz iş.

Venüs – Ohh! İyi bari.

Noel Hoca – Sizi neden ayrı oturttuğumu da anlatıp dersi kapatayım. Çünkü daha bitirmem gereken bir sürü iş var.

Mars – Evet o konuya dair umarım iyi bir açıklaman vardır. Şu ana kadar ki en saçma kısım oydu bana göre.

Venüs – Canımsın Mars. Konuş aşkım.

Noel Hoca – :))) İkiniz yan yanayken hem benim dikkatim dağılıyordu hem de sizin.

Mars – Nasıl yani?

Noel Hoca – Farkındaysanız iki bölümdür köpeğim Barney Değil de yanımda yok.

Venüs – Aaa ben fark ettim de başka konulardan fırsat olmadı nerede olduğunu sormak.

Noel Hoca – Öğretmencilik oyunu oynayacağım için onu yanımda getirmedim. Çünkü oyun esnasında köpekler buraya giremez.

Mars – Ne demek köpekler giremez? Ben de Elif’i hayvan dostu sanırdım. Çok şaşırdım buna şu an.

Noel Hoca – Sadece köpekler değil cep telefonlarını da almıyoruz. Ama siz Karşı Kıyı’ya gelirken cep telefonu yanınıza almadığınız için o kısmı sorun olmadı.

Venüs – Bak sana demiştim cep telefonuna ihtiyacımız olmadığını. Yasakmış işte gördün mü?

Mars – Canım Anfi Tiyatro’ya sokmak yasak diyor. Barney Değil’i dışarıda nasıl görebiliyoruz, cep telefonunu da dışarıda kullanabilirdik ki.

Noel Hoca – Kesinlikle çok doğru. Bir cep telefonuna ihtiyacınız olmadığını söylemedim. Cep telefonu kullanmadığınız için tüm bu kurgu yazılıyor zaten. Buraya köpekleri ve cep telefonlarını almıyoruz çünkü bir köpek havladığında -ki bir köpeğin havlamasına engel olamazsınız- ve bir cep telefonu çaldığında -buna da maelesef tüm uyarılara rağmen engel olamadık-, hem izleyicilerin hem de oyuncuların anında dikkati dağılır.

Mars – Çok mantıklı.

Venüs – Hadi o tamam da, ben de Mars’ın dikkati mi dağıtıyorum bir cep telefonu ya da bir köpek gibi yani?

Noel Hoca – Evet çünkü ikinizin arasında kolay kolay kimsede olmayan bir çekim var. Ayrı oturduğunuzda bana daha iyi konsantre olacağınızı düşündüm, ki yanılmamışım.

Venüs – Nasıl yani?

Noel Hoca – Anlattıklarımı Mars bey mantığıyla irdelerken, Venüs hanım siz de duygularınızla yaklaştınız. Biriniz anlam bulmaya çalışan, diğeriniz ise bağ kurmanın yolunu arayan sorular sordunuz. Zaten biri olmazsa diğeri eksik kalır. Sizin birlikteliğinizin en güzel tarafı da bu. Birbirinizi tamamlıyorsunuz. Sahnede beraber yer aldığınızda, seyre doyum olmayan bir oyun sergileyeceğinize dair kuşkum yok. O gün gerçekleştiğinde şapkamı çıkartıp sahneye atmazsam, bana da Noel Hoca demesinler.

Mars – Yanlış anlama ama o tuhaf şapkayı takmasan iyi olur zaten. Çok komik görünüyorsun.

Venüs – Ay Noel Hoca sen Mars’a bakma. O Elif’i de hep böyle eleştiriyor. Sen içinden nasıl geliyorsa öyle yap.

Noel Hoca – :)) Neyse konu anlaşıldıysa ben artık işlerime bakayım. Hadi bakalım. Sahne sizin. Kolay gelsin!

Noel Hoca aceleyle sahneyi terk eder. Mars ve Venüs ne yapacaklarını bilemez halde birbirlerine bakakalırlar.

Didem Elif

Not: Hz. Ali’nin çok sevdiğim bir sözü vardır. Onu burada paylaşmak isterim: “Allah’ım gönlümde olanı hakkımda hayırlı eyle, hakkımda hayırlı olana gönlümü razı eyle.” Son yıllarda ne zaman bir şey istemeye niyetlensem, bu sözü kendime hatırlatırım. Niyet hakkında bir öykü yazınca, yine aklıma geldi.

Sevgilerimle

Sabır

Mars ve Venüs Patara Amfi Tiyatro’da birbirine uzak farklı yerlerde oturmaktadır. Noel Hoca sahnede duran kocaman bir ekranın önünde; zaman zaman ekrana, zaman zaman da sahneye bakarak konuşma yapmaktadır.

Noel Hoca – İşte bu bir Janus resmi. Bir yüzü öne, bir yüzü arkaya bakan iki yüzlü Roma Tanrısı. Yüzlerden birisi somut olanı, diğeri de soyut olanı gösterir. İnsanların hem soyut hem de somut bir varlık olduğunu en güzel anlatan figürdür bana göre. Bazı betimlemelerde şu resimde gördüğünüz başlardan biri kadın başıdır. Janus Tanrısının eşi Jana’yı temsil eder. İki yüzün farklı yönlere bakmaları geçmiş ve geleceği anlatır. Ayrıca Kış ve Yaz mevsimlerini ifade ettiğini söyleyebiliriz. Romalılar Ocak ayına bu Tanrı’nın ismini vermiştir. İngilizce January kelimesi buradan gelir. Çünkü Ocak ayı iki yönü olan bir aydır. Her ne kadar yeni bir yıla girsek de, bir nevi hem geçmiş yıla hem de gelecek yıla aynı anda bakarız. Bu anlamda Janus’un, başlangıç ve sonların Tanrısı olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca Roma mitolojisinde Janus’un, kapı ve geçitlerde bulunarak; kentlere giren çıkanı gözettiğine ve böylece güvenliği sağladığına inanılır.

Venüs parmak kaldırır. Noel Hoca, Venüs’e söz verir.

Venüs – Sevgili Noel Hoca iyisin, güzelsin, hoş sohbetsin. Bir saattir bölmeyeyim diyorum da benim aklım çok karıştı. Sana bazı sorularım olacak?

Noel Hoca – Buyrun Venüs hanım.

Venüs – Nereden başlasam ki? Öncelikle şunu sorayım. “Sınıfa gideceğiz,” deyince ben Patara’da bir okul binasına gideceğiz sanmıştım. Patara’da hiç okul yok mu Allah aşkına? Neden buraya geldik?

Noel Hoca – Bir okul binası var tabi ancak zamanla siz de anlayacaksınız ki, bizim hikayemizde öyle dört duvarı olan bir okula ihtiyacımız yok. Aklınızdan ne geçti bilemem ama size sınıf derken burayı kastetmiştim.

Venüs – İyi de yanlış anlama ama deminden beri bir takım hikayeler anlatıyorsun. Nereye varacaksın diye sabırla beklemeye çalışıyorum fakat bütün bu anlattıklarının bizimle ne ilgisi var hiç anlamadım. Ayrıca niye Mars’dan uzak oturttun beni? Biz alışık değiliz ki böyle şeylere. Elif bizi ayırmaya mı çalışıyor yoksa? Çok kırgınım yani haberin olsun.

Mars – Ne alakası var Venüs? Noel hoca çok faydalı ve güzel şeyler anlatıyor. Keşke bölmeseydin. Ben merakla dinliyordum valla.

Venüs – Aaa sessizliğin ondan mı? Ben de dedim şimdi birazdan Mars’ın tepesi atacak çekip gidecek buradan. Senin keyfin yerindeyse iyi madem.

Mars – Başta Noel hoca karakterinin varlığına tepki verdim ama bugüne kadar hep savunduğum şeyleri başka bir dille anlatıyor farkında değil misin?

Noel Hoca – Anlatmaya biraz ara versem sizin için daha iyi olacak galiba Venüs hanım. Sanırım bu konular size ağır geldi. Dinlenin biraz en iyisi. Hem teneffüs arası vermek her zaman önemlidir. İhtiyaçlarınızı karşılarsınız. Ben birazdan gelirim.

Noel Hoca sahneden iner ve Anfi Tiyatro’nun dışına çıkar. Venüs oturduğu taşın üzerinden kalkıp Mars’ın olduğu yere giderek yanı başında ayakta dikilir.

Venüs – Aşkım gerçekten iyi misin? Elif’e kızgın filan değil misin yani?

Mars – Aslına bakarsan önceleri çok şaşkındım ama hayır, ona kızgın değilim.

Venüs – Ay iyi bari. Ben de kızgın olmandan çok korkuyordum.

Mars – Neden kızgın olayım ki? Noel hoca karakterini ilk başta çok saçma bulsam da, onun anlattıklarını dinledikçe bazı şeyler kafamda oturmaya başladı.

Venüs – Öyle mi? Ne gibi şeyler mesela?

Mars – Oldukça genç olan Noel hoca karakteriyle neden aynı yüze sahip olduğumuz gibi mesela.

Venüs – Sahi mi? Nedir sebebi sence?

Mars – Ayna! Elif aynayı anlatmaya çalışıyor.

Venüs – Hiçbir şey anlamadım Mars.

Mars – Hayatımıza giren herkes bize bir anlamda aynalık eder. Onda kendimize dair pek çok şey görürüz. Bazen hoşumuza gitmese de karşımızdaki kişi davranışlarıyla, bize bizi anlatır aslında. Noel’in bahsettiği bütün bu hikayelerin bizimle örtüşen tarafları olduğunu fark etmedin mi?

Venüs – Aslında ne yalan söyleyeyim. O konuşmaya başladığından beri senin ne hissettiğini anlamaya çalışıyordum. Anlattıklarına pek de konsantre olamadım o yüzden doğrusu. Hele şu Janus hikayesinden hiçbir şey anlamadım valla. Ama Elif’e kızgın olmamana çok sevindim. Senin yüzüne bu kadar benzeyen başka bir karakter yazmasını aynalama olarak algılaman beni çok mutlu etti. Sana ikiyüzlü demeye çalıştığını düşüneceksin diye ödüm patladı.

Mars – Ne? İkiyüzlü mü? Ayy bir saniye bile aklımdan öyle bir şey geçmedi inan ki. Hem Elif bana ikiyüzlü demeye çalışsaydı yeni bir karakter yaratıp ona benim yüzümü vermezdi ki. Noel’in bahsettiği şu Roma Tanrısı gibi beni iki başlı bir Janus’a dönüştürerek bunu rahatlıkla anlatabilirdi. Yapar mıydı, yapardı valla…. 🙂

Venüs – Ayy gene mi Janus? Off kafam bu tuhaf Tanrıyı hiç almıyor sen de Noel gibi başlama lütfen.

Mars – :)) Biliyor musun Venüs? Seni çok seviyorum. ❤️

Venüs – Canım benimmm. Ben de seni çok seviyorum.

Venüs birden bacaklarını açarak tutkuyla Mars’ın kucağına oturur ve sevdiği adamı dudaklarından uzun uzun öper. Mars şaşırır.

Mars – Venüssss… Zaten çok özledim seni. Zor dayanıyorum. Yapma lütfen! Hem her an Noel hoca gelebilir. Bizi böyle görürse ayıp olur.

Venüs – Mars bana Janus’u uygulamalı olarak anlatıyordu hocam deriz. 🙈😇

Mars – 😇

Venüs – Bu kadar yakınlaştığımızda sence de tek bir beden gibi olmuyor muyuz ama yanlış mıyım? 😇 Sahi sen gerçekten özledin mi beni Mars? Hiç öyle görünmüyor valla. Noel hoca bizi şu koskocaman Anfi Tiyatro’da ayrı yerlere oturttu. Sesini bile çıkartmadın. Bir de üstelik dersi niye böldün diye bana serzenişte bulundun.

Venüs Mars’ın kucağından ayrılıp ayağa kalkar.

Mars – Off Venüs seni nasıl özlediğimi bir bilsen. Ama bütün bu yaşadıklarımızın bir anlamı olmalı. Sadece neler olduğunu anlamaya çalışıyorum. Hepsi bu.

Venüs – Hayret ilk kez Elif’e yazdığı metin yüzünden söylenmediğini görüyorum. Şaşırtıyorsun beni valla.

Mars – Sonuçta her ne kadar bizim diyaloglarımız kadın ve erkek konuşmaları gibi görünse de, aslında ben beyni sen de kalbi simgeliyorsun. Bugüne kadar gösterdiğim eleştirel yaklaşım yerine, bundan böyle daha yumuşak bir bakış açısıyla olaylara yaklaşmamın hepimiz için daha doğru olacağını düşünmeye başladım. Sabırla bekliyorum aslında. Dediğim gibi anlamaya ve oturtmaya çalışıyorum her şeyi. Yoksa olumsuz algılamıyorum asla. Yeni bir karakter yarattığına göre, Elif buna gerçekten ihtiyaç duymuş olmalı.

Mars’ın cümlesinin ortasında Noel hoca sahneye girer. Mars’ın sözü biter bitmez konuşmaya başlar.

Noel Hoca – Yeni baştan bir hayat oluşturmak kolay değil ama başkalarının desteğiyle inanın bana siz bu konuda hiç zorlanmayacaksınız. Sizin de tahmin ettiğiniz gibi Mars bey, ben sadece size yardımcı olmak için buradayım.

Venüs – Ayy Noel hoca sana bir şey soracağım. Çok merak ettim.

Noel Hoca – Buyrun Venüs hanım.

Venüs – Sevgilin var mı?

Noel hocanın yüzü al al kızarır. Mars Venüs’e “tövbe fesupannallah” bakışı atar.

Noel Hoca – Bir sevgilim yok yalnız bir sevdiğim var. Ve inanmayacaksınız ama ona o kadar çok benziyorsunuz ki Venüs hanım.

Mars – Kesinlikle inanırız Noel hocacım emin olabilirsin. 🙈

Venüs – Aaa daha açılmadın mı ona yani?

Noel hoca gülümseyerek utangaç bir şekilde başını öne eğer.

Venüs – Bak hiç vakit kaybetmeden ona duygularını anlatmalısın. Hem belki o da senden hoşlanıyordur. Bir an önce kavuşursun sevdiğine işte fena mı? Aldığın riske kesinlikle değiyor. Hoca olmuşsun filan belki ama bu konudaki hayat tecrübelerime sonuna kadar güvenebilirsin. Ayyyyy demek bana benziyor. Çok tatlı!

Noel Hoca – Evet o kadar benziyor ki size her baktığımda bana onu hatırlatıyorsunuz.

Venüs – Zevkli çocuksun var ya.

Mars – Hoop. Noluyor size? Flörtleşiyorsun adamla gözümün önünde resmen Venüs. Bu kadarı da ayıp ama. Yerine geç de derse devam edelim.

Venüs – Aaa üstüme iyilik sağlık. Ne alakası var? Adam dediğin çocuk daha bu ayol. Bir kere ben olgun erkek severim.

Venüs kendi kendine söylenerek oturduğu yere doğru yürümeye başlar.

Venüs – Gerçi olgun erkek sandıklarımız da çoluk çocuk çıktı ya neyse.

Mars – Efendim Venüs?

Venüs – Yok bir şey hayatım.

Noel Hoca – Aslında bu konuyu daha sonra anlatacaktım ama anladığım kadarıyla öne almam gerek. Hem neden birbirinizden ayrı oturduğunuzla ilgili kafanız netleşmiş olur. Bir kere Venüs hanım ile flörtleşmem söz konusu bile olamaz Mars bey. Her şeyden önce öğretmen öğrenci yasasına aykırı bu. Eğer ki o yasaya uyamayacak biri olsaydım, öğretmencilik oyununu asla kazanamazdım ve burada olamazdım size öyle söyleyeyim. Bir öğretmenin eğitim süreci içindeyken öğrencisiyle ilişkiye girmesi asla kabul edilemez. Anında atarlar beni Karşı Kıyı’dan valla. Bulunduğu konumu kötüye kullanan bir karaktere Elif’in öyküsünde yer vereceğini düşünmüyorsunuz herhalde. Ayrıca burada evli insanlar çok kutsaldır. Kalbi başkasında olan bir kadına asla yan gözle bakılmaz. Yani sizin ilişkinize zarar verecek bir şey yapmam şöyle dursun yapacak kişi çıkarsa karşısında beni bulur emin olun. Hayır her şeyi geçtim yanlış anlamayın ama Venüs hanım annem yaşında. Üstelik ilginç bir şekilde yüzü anneme o kadar çok benziyor ki aklınız durur.

Venüs – Sahi mi? Ayy annenle tanışmak isterim. Bana benzediğine göre çok kafa bir kadın olmalı…

Mars – İyi kaynattın dersi ama sen de Venüs. Yok sevgilisiymiş yok annesiymiş. Sana ne çocuğun hayatından canım. Hadi dersimize geri dönelim artık. Zaten iyice anladık ki, Karşı Kıyı’da karşımıza çıkan herkes ya bana benzeyecek ya Venüs’e. İnsan tasvirinden bu kadar kaçan bir yazar daha görmedim ben ömrü hayatımda.

Venüs – :)))) Gene dayanamadın bakıyorum.

Mars – :))))

Venüs – Noel hoca bizi neden ayrı oturttuğunu ben hala anlamadım ama.

Noel Hoca – Malesef bu öyküye ayrılan süremiz doldu Venüs hanım. Onu da bir sonraki ders anlatırım artık.

Venüs – Aaa ders bitti mi? Yaşasın! Tekrar gidip Mars’ın kucağına oturabilir miyim yani?

Mars – Venüsssss. 🙈

Venüs – Ayy şeyyyy yaniiii, artık yanına gidip oturabilir miyim demek istemiştim. Gerçekten! 😇 Neden ağzımdan öyle çıktı valla bilmiyorum hocam. 🙈

Venüs’ün yüzü kıpkırmızıdır. Noel hoca sevgiyle gülümseyerek sahneden çıkar. Mars ve Venüs Anfi Tiyatro’da başbaşa kalırlar.

Didem Elif

Not: Hayatın bizi nereye vardıracağını bilmediğimiz zor günlerden geçiyoruz. Her geçen gün dayanma gücümüz azalıyor. Yine de; mümkün olduğunca olanın içindeki güzele odaklanarak sabırla akışta kaldığımızda, bu günleri de atlatacağımıza inanıyorum.

Sevgilerimle

Hayattan Al Haberi

Herkesin kabus olarak gördüğü 2020 yılı bitti ve malumunuz yeni bir yıla girdik. Elbette ki bütün dünya adına sarsıcı ve can sıkıcı bir seneydi ama ben kendi hayatımı göz önünde bulundurduğumda bireysel anlamda 2020 yılını kötü geçirdiğimi söyleyemem. Hatta yaklaşık üç yıldır yoğun bir şekilde üzerine eğildiğim üretim sürecimin gittikçe artan bir ivme kazandığını deneyimledim. Büyük bir sonuç elde etmedim belki ama kendi sınırlarımın epeyce üzerine çıktım ve çıkmaya devam ediyorum. Ben dile getirmesem de -aldığım geri bildirimlerin de etkisiyle- bu söylediğimin dışardan gözle görülebilir olduğunu düşünüyorum. Krizi fırsata çevirdiğimi söyleyen bile oldu. Ben böyle ifade etmezdim gerçi. Bugüne kadar elime geçen fırsatları değerlendirebilen biri olsaydım şu an çok daha başka bir yerde olacağımı çok net biliyorum.

Benim hikayem biraz mecbur kalmakla ilgili. Acizliği sonuna kadar hissettiğim için bir çıkış yolu bulma çabasıyla başladı her şey aslında. Herkesin yaklaşık bir sene önce deneyimlediği duygularla ben üç sene önce yüzleşmek zorunda kalmıştım çünkü. Hatta yokluğu o kadar derin duyumsamıştım ki, artık var olmaktan başka çarem kalmamıştı. Kendimden daha fazla kaçmanın bir faydası olmadığını çok iyi anlamış; tüm korkularıma rağmen karşıma çıkan yolları değerlendirmeyi bırak, kendime resmen yeni yollar açmak zorunda kalmıştım.

Bugün etrafımda, yazdıklarımın sadece birkaç tanesini okuyarak bile ne kadar iyi bir kalemim olduğunu düşünen pek çok insan olsa da, aslında yazma dürtüsü benim için yine bir acizlik duygusuyla ortaya çıkıyor. Oldum olası bulunduğum ortamlarda kendimi ifade etmekte o kadar çok zorlanıyorum ki; suyun betonda ince bir açık bulduğunda sızarak ilerlemesi gibi, yazarak o duyguyu akıtacak bir yol bulmaya çalışıyorum.

Bazen o yolu bulmak hiç de kolay olmuyor. Bazen de içindeki su o kadar coşup taşıyor ki; hiçbir açığı olmayan bir beton bile olsa önünde, onu delip geçecek gücün oluyor.

Açıkçası son zamanlarda bu gücü bulmakta zorlanıyordum. Bu kadar üretken geçen bir yılın daha iyi sonuçlar getirmesini beklediğim için olsa gerek, yılın son haftalarında üzerimde biraz umutsuzluk bulutları gezmeye başlamıştı. Geçen sene niyetlendiğim kitap dosyamı hiçbir yayınevinin kabul etmemesi bu bulutlardan bir tanesiydi mesela. Yine de yeni bir dosya ile tekrar şansımı denemekle geçirdim son günlerimi. Ardından, bir süredir çok ciddi emek harcadığım Likya Sohbetleri’nin yaşantıma finansal katkı da sağlayacağına olan inancımın zedeleneceği olumsuz haberler aldım. Oysa bu inancımın yüksek olduğu çok yakın bir tarihte, Türkiye’nin en iyi kurumlarından birinden 10 hafta sürecek Sunuculuk ve Spikerlik Kursu almaya karar vermiştim. Madem hiç bilmediğim bir işe kalkışmıştım, madem Zoom üzerinden böyle bir imkanım vardı, madem hafta sonları tek başıma eve kapanacaktım; neden olmasındı ki. Fakat haberi gelene kadar olumlu olacağından neredeyse çok emin olduğum olumsuz gelişmeler sonrasında, yani yılbaşına sadece bir kaç gün kala “belki de artık bu kadar çabalamaktan vazgeçmeliyim, olmuyor işte,” demeye başlamıştım ki; gece yarısını geçmişti, ilginç bir teklif çıktı karşıma. Yılbaşında Moderatörlük!

Hayat’a inanırım. Biz ne kadar kör, sağır, dilsiz olsak da onun bizimle konuştuğunu düşünürüm. Kendini duyurmaya çalıştığını… Bazen bir çocukla anlatır derdini, bazen bir aşıkla, bazen sokakta yanımızdan öylesine geçen biriyle…

Yılbaşında moderatörlük teklifi üzerine hiç düşünmeden kabul ettim bu yüzden. Her şeyden önce kafamın üstüne çöreklenmiş bulutları bir anda dağıtan, odağımı başka bir yöne çeken bir teklifti sonuçta. “Doğru mu yanlış mı, acaba yapsam mı?” diye düşünmenin sırası değildi. Belki de hayatın bir bildiği vardı. Zaten yasak günlerle birleştiği için yılbaşında kızım da babasında olacaktı.

Bulutlar dağılınca, yılbaşından iki gün önce yılbaşı ağacını ortaya çıkartıp süsleme enerjisi kapladı beni bu sefer. Komşunun çocuklarını ve Likya Sohbetleri’nde son aylarda bana yardımcı olan sevgili arkadaşım Gülizar’ı çağırdım ve hep birlikte süsleyelim istedim. Daha çocuklar eve geleli iki dakika bile olmamıştı ki, kızım Duru’nun “Anne şişe kırıldı,” dediğini duydum. Ne şişesi demeye kalmadan; yerde yarım parça halinde, üzerinde Chopin resmi olan votka şişesini gördüm. Duru coşkuyla zıplarken büfeye çarpmış ve şişe o darbeyle yere düşmüştü.

Normalde kırılan eşyalara hiç üzülmem. Temizlik için iş çıktı diye sinir olurum sadece. Fakat o an resmen kalbimden bir parça koptu. Yaklaşık 25 sene önce Viyana’dan aldığım bu şişe, kimsenin anlayamayacağı bir şekilde benim için o kadar değerliydi ki. Babamın kendisine klasik müzik cdleri ve opera VHS kasetleri aldığı, Viyana’nın göbeğindeki hediyelik eşya dükkanında bu şişeyi gördüğüm an takılıp kalmıştım. Ona baktıkça sadece benim duyduğum bir müzik dinliyordum sanki.

Elimde şişenin neredeyse kusursuz biçimde ayrılmış iki parçasına bakarken, bir şey kırdığımızda babamın her daim rahatlatan klasik cümleleri çınladı kulaklarımda: “Canın sağ olsun kızım.” Ardından hayatın, “Artık geçmişi tamamen geride bırak Elif, her şeye sil baştan başla,” dediğini duyar gibi oldum.

Çocukların büyüdüğünde belki de hatırlayacağı ilk yılbaşı olacaktı. Kırılmış şişe parçalarını hemen kenara kaldırdım ve yeniden onların coşkularına katıldım. Neşe içinde ağacı süslediler. Hep birlikte kelime türetme, tıp gibi oyunlar oynadık. Yılbaşı gecesi ise; internet ortamı üzerinden de olsa adeta bir aile ortamı içinde hissederek -bir oyunla- hayata sil baştan başladım.

Sevgilerimle,

Didem Elif

Facebook
Twitter
Instagram