Buluşmak

Mars – Bu ne güzellik böyle Venüs? Özel bir yere gidiyorsun galiba bugün.

Venüs – 😍😍😍 Senin için süslendim. Dışarı çıkacaktık ya? “Hadi bugün dışarı çıkalım,” demiştin, unuttun mu?

Mars – Evet. Bugün evde uğraşmak yerine dışarda bir şeyler yeriz diye düşünmüştüm.

Venüs – Tamam işte. Ben hazırım. 😊

Mars – Ama sen çok güzel olmuşsun. O zaman ben de üstümü değiştireyim. Biraz bekler misin?

Venüs – Tamam tabi ki. Demek beni bu kıyafetle beğendin. Nasıl mutlu oldum sana anlatamam. 😍😍😍

Mars – 😍😍😍 Bekle beni. Hemen geliyorum.

Mars Venüs’ü alnından öpüp giyinmek için odaya gider. Venüs de beklerken salondaki koltuğa oturur. Çantasında taşıdığı kitabını çıkartıp okumaya başlar. Gözü bir an sehpanın üzerinde duran nota kağıtlarına takılır. Mars’ın son günlerde yeniden eline gitarını aldığını hatırlayıp gülümser. Onu gitar çalışırken dinlemeyi ne çok sevdiğini düşünür. O sırada Mars yüzünde endişe dolu bir ifadeyle salona doğru yavaş adımlarla yürümektedir. Elinde Venüs’ün günlüğü vardır.

Venüs – Hayırdır Mars neyin var? Bir şey mi oldu? Ama yine günlük konusu mu? Bu meseleyi hallettik sanıyordum. Senin gözünden bakıp anlayabilmek için kaç defa okudum o defteri Mars haberin var mı?

Mars – Yok olmuş.

Venüs – Ne yok olmuş?

Mars – Yazdıklarının hiçbiri yok. Silinmiş.

Mars – Nasıl silinmiş? Öyle saçma şey mi olur? Ver bakayım.

Venüs şaşkın bir şekilde Mars’ın elinden defteri alır. Sayfalarını çevirir. Defter sanki hiç kullanılmamış gibi bomboştur.

Venüs – İyi ama bu benim günlüğüm değil ki? Bu defter zaten boştu canım. Çok alemsin bir şey oldu sandım ben de.

Mars – Nasıl yani? Senin günlük tuttuğun defterin aynısından bir tane daha mı vardı?

Venüs – Evet evet ben bu defterden iki tane almıştım.

Mars – Niye ki? Buna da benim mi yazmamı istiyorsun yoksa?

Venüs – Öyle bir isteğim ya da beklentim yok canım. Ben bu defteri gördüğüm anda tasarımını o kadar çok beğenmiştim ki, iki tane almıştım. Biri bana kalır, diğerini de sevdiğim birine hediye ederim diye düşünmüştüm. Fakat sonra kimseye vermeye kıyamadım. İkisi de bende kalmıştı. 😄 Birini işte virüsle boğuştum günlerde senin için doldurdum. Diğeri de duruyor öyle içi boş bir şekilde. Hem sen giyinmeye gitmedin mi? Ne yapıyordun defterle öyle?

Mars – Aslında onu diyecektim. Bu gömleğin kolları nedense uzun geldi. Her zaman aldığım beden oysa ki. Tam aynaya bakıyordum gözüme defter ilişti. Bana verdiğin defter sandım. Bunu kaldırmıştım burada ne işi var diye düşünürken, bir baktım içi boş. İki tane olduğunu bilmediğim için şok oldum ben de haliyle. Bir an deliriyorum sandım. Aşkolsun yani Venüs.

Venüs – Böyle olacağı aklıma gelmedi. Kusura bakma.

Mars – Neyse olmadı di mi bu gömlek? Kolları tuhaf mı duruyor sence?

Venüs – Yoo ben farkı anlamadım. Rengi çok tatlıymış. 😊 Sen de ne güzel adamsın kardeşim her şey yakışıyor. Hem öyle çok yakışıklı olma zaten kıskanırım ben şimdi seni. 😉

Mars – 😊 Tamam hadi çıkalım o zaman. Seni Japonya’nın en güzel suşi yapan yerine götüreceğim.

Venüs – Suşi mi? Yaşasın! 😍 Bir an önce gitmek için sabırsızlanıyorum. 🎈

Mars – Ay bilseydim bu kadar mutlu olacaksın, daha önce götürürdüm. 😄

Venüs ve Mars evden elele çıkarlar. Japon bir görevli apartmanın yerlerini silmektedir. Venüs görevliye Türkçe “Kolay gelsin,” der. Görevli elindeki temizlik sopasını koltuk altına alıp iki elini göğüs kafesinde birleştirir ve başıöne doğru eğerek onlara selam verir.

Mars – Adamla Türkçe konuştuğuna inanamıyorum. O da ne dediğini anlıyormuş gibi sana teşekkür ediyor. Şaka gibisin valla.

Venüs – Anlıyor tabi. Kalpten dinlediğinde karşındakini duyarsın ki Mars. Hatta konuşmasa bile duyarsın. Sadece bakışından ne dediğini anlarsın.

Mars – Yok artık. Peki ben sana ne diyorum şu an söyle bakalım.

Mars yolun ortasında durup gülümseyen gözlerle sessiz bir şekilde Venüs’ün gözlerinin içine bakar. Sokakta dış sesler devam etmektedir.

Venüs – Ama seni öyle karşımda bana bakarken görünce çok heyecandım ben şimdi. Kalbimin sesinden ne dediğini duyamadım valla.

Mars – İnanmayacaksın ama sana bakınca ben de heyecanlandım. Çok uzaklaşmamışken eve geri mi dönsek acaba? Seni doya doya öpmek istiyorum. Sokak ortasında ayıp olur şimdi. 😉

Venüs – Yaaa Marssss. 😊

Mars – Off tamam tamam. Yalnız yüzün kızarınca çok tatlı oluyorsun. 😊

Venüs – 😍

Mars ve Venüs elele yürümeye devam ederler.

Venüs – E arabaya binmeyecek miyiz? Yürüyerek gidecek kadar yakın mı gideceğimiz yer?

Mars – Biraz yürüyüp sonra arabaya bineceğiz. Yemekten önce uğrayacağımız yere yürüyerek gitmemiz gerek.

Venüs – Nereye uğrayacağız ki?

Mars – Müzeye.

Venüs – Müze mi? Gerçekten mi? Beni müzeye mi götüreceksin?

Mars – Van Gogh seversin ya sen. Onun Japon sanatından ne kadar etkilendiğini anlatan özel bir sergi var. Yolumuzun üzerinde hemen. Yemekten önce onu gezeriz diye düşünmüştüm.

Venüs – Ayy ne güzel olur. Hem de ne kadar severim. Harika bir ressam. Paris’teyken, Montmartre’den aldığı Japon resimlerini taklit ederek kendine bambaşka bir dünya resmetmiş olması ne enteresan değil mi? Sahi Mars, sen az önce bana susarak ne söylüyordun?

Yolun ortasında yeniden dururlar. Mars sevgi içinde Venüs’e bakar.

Mars – “İyi ki buradasın, yanımdasın,” diyordum.

Venüs – ❤️ 😍

Mars – 😍

Didem Elif

Not: Korona günlerinde sevdiklerimizle dışarda buluşmak heralde en çok özlediğimiz şeylerden biri olsa gerek. Aslında “Elbet Bir Gün Buluşacağız,” şarkısı buraya pek yakışırdı. Ama geçen hafta İlhan Şeşen’in sosyal medya hesabında evden gitarla çaldığı çok güzel bir şarkıya rastladım. Size onu dinletmek isterim.

Sevgilerimle…

Canın Sağ Olsun

Her ne kadar korona günlerini zor geçirmediğimi düşünsem de duygusal anlamda yoğun günler geçiriyorum. Bu sürecin üstesinden kendi başıma gelebildiğim için içim rahat ama çok eğlendiğim de söylenemez. Bu hüzün, yaptığım işlere de yansıyor ister istemez. Oysa bence artık hüzünden çıkıp gülümsemenin hatta belki eğlenmenin vakti geldi.

Korona ilk yayılmaya başladığında Almanya’da yaşayan kuzenimle telefonda konuşuyorduk. Koranadan bahsederken kuzenim birden: “Hatırlıyor musun Elif, babamın cenazesinde bizi ne kadar güldürmüştün,” dedi ve bu vesileyle yıllar öncesine gittik. Aynı olayı yeniden anımsarken bir daha güldük. İçim sevgiyle doldu.

Elbetteki çok üzgün olduğumuz bir gündü. Her şeyden önce şok içindeydik. Eniştem ile ilgili böyle bir haber almayı hiç beklemiyorduk. Oysa kalbimizi ölüme alıştırdığımız bir dönemdi. Kınalı saçlı ananem bir süredir dünya ile olan bağlantısını kesmiş, yeni doğmuş bir bebek gibi yoğun bakım ve ilgi gerektiren bir sürece girmişti. Teyzemler ve annem, dönüşümlü olarak dayımın evinde kalarak ona bakıyorlardı.

En perişanları; 14 yaşında evlenerek yuvadan uçan, ömrünün büyük kısmını Almanya’da geçiren teyzemdi. Yani yukarıda bahsi geçen kuzenimin annesi. Anavatanına yeni dönüş yapmıştı. Sürekli “Ben anneme doyamadım, hep ondan uzakta yaşadım, şimdi yanına geldim ama o beni bırakıyor,” diyerek ağlıyordu. .

İşte o dönem sıklıkla evde yalnız kalan eniştem ani bir kalp krizi geçirdi ve iki gün geçmeden onu kaybettik. Ailecek pek severdik eniştemi. Pamuk kalbi gözlerine vuran güzel insanlardan biriydi. Yılda sadece birkaç kez görürdüm onu ama oldum olası gülümseyen gözleriyle karşılaşmayı severdim. Kötü haber sonrası Almanya’da yaşayan çocukları apar topar Türkiye’ye gelmişti. Hepimiz çok üzgündük.

Teyzem kahrolmuştu. Her daim sevgi ve saygı içinde eşlik eden yol arkadaşı onu terk edip gitmişti. “Ben anneme doyamadım diye isyan ettim, Allah benim sevgilimi aldı, oysa annem yaşlıydı, kocamla ilgilenemedim, onun bir sıkıntısı olduğunu fark edemedim,” diyerek yanıyordu içi bu sefer. Büyük bir vicdan azabı içindeydi.

Eniştemin ailesine ait Adapazarı’ndaki cenaze evinde gözlerimiz ıslanmadan teyzemle aynı odada bir dakika bile duramıyorduk. Kalabalık iyice artınca gençler ikinci kata çıktık. Tıpkı dayımın köy evindeki gibi, tıpkı çocukluğumuzun bayramları gibi yine kuzenler bir odaya doluşmuştuk. Tek farkı hiçbirimiz o günlerin mutluluğu içinde değildik. Aslında kimse ne söyleyeceğini bilmiyordu. Konuşmuş olmak için konuşuyorduk belki de.

Nedenini hatırlamıyorum bir ara ablam, “Ben her anlamda babama benzerim, babamın kızıyımdır,” gibi bir şeyler söylüyordu. İşte ne olduysa o zaman oldu. Ablama dönüp “Sen şimdi iyi bir şey mi yoksa kötü bir şey mi söyledin ben anlamadım,” dedim. Bunu komik bir şekilde söylemiştim. Birden herkes gülmeye başladı. Öyle böyle değil ama basbaya kahkaha atıyoruz. Gülmek ağlamanın kardeşidir denir. Sinirlerimiz de bozuktu tabi. Ama o andan sonra gecenin ruh hali değişti. Zaman zaman yine gülerek ve sevgi içinde anılardan bahsedip oturduğumuz yerde geceyi sabah ettik.

Koronanın en korkulan günlerinin içindeyken, babasını kaybettiği gün ile ilgili kuzenim yıllar sonra bana bu olayı hatırlatınca yaptığım şeyin ona gerçekten iyi geldiğini o an anladım.

Bunu hatırlamak bana da iyi geldi.

Hayat bize zaman zaman güzel, zaman zaman da kötü sürprizler yapıyor. Doğası gereği bu böyle. Kanımca meseleyi kişisel algılamamakta fayda var. Aslında her şey bir yanılsama bir açıdan baktığında. Şu sıralar belki sık sık geçmişe gittiğimiz bir sürecin içinden geçiyoruz. Belki bazı şeyleri hatırladıkça içimiz sızlıyor.

Teyzem farklı bir seçim yapsaydı neler yaşanacağını bilemezdi aslında. Davranışlarımız, seçimlerimiz o günün duygularıyla şekilleniyor. Ona göre hareket ediyoruz. Yaşadıklarımız da bizi yine o ana göre yoğurup biçimlendiriyor. Teyzem ki 30 yaşındaki oğlunun ölüm acısıyla mücadele etmiş bir kadındı. Yine de palazlanmış yüreğinde annesine doyamamış bir çocuk vardı. Bundan daha doğal ne olabilirdi ki?

Bu arada teyzem tüm trajik hikayesine rağmen hala ailenin en eğlenceli ve en kalbi saf kişisidir. Diğer kardeşlerinin tüm ciddiyetine ve akılcı tutumlarına rağmen onun hayatla hatta kendisiyle dalga geçtiği çocuksu bir bakış açısı vardır. Eniştem teyzemi en iyi tanıyan kişi olduğu için; o gün elinde olup da yanına gelebilseydi eğer eminim ona şöyle derdi: “Canın sağ olsun be Cemile…”

Didem Elif

Sevgiyle kalın…

Müzik Kutusu 5. Program

Didem Elif’in Kaş Radyo için 23 Nisan 2020’de hazırladığı Müzik Kutusu adlı radyo programının beşinci yayınını aşağıdaki ses dosyalarını tıklayarak, YouTube‘dan paylaştığı müzikleriyle birlikte dinleyebilirsiniz.

Aşağıdaki play tuşuna basarak ses dosyasını dinleyebilirsiniz.

Aşağıdaki play tuşuna basarak ses dosyaslarını dinleyebilirsiniz.

Aşağıdaki play tuşuna basarak ses dosyasını dinleyebilirsiniz.

Aşağıdaki play tuşuna basarak ses dosyasını dinleyebilirsiniz.

Aşağıdaki play tuşuna basarak ses dosyasını dinleyebilirsiniz.

Aşağıdaki play tuşuna basarak ses dosyasını dinleyebilirsiniz.

Aşağıdaki play tuşuna basarak ses dosyasını dinleyebilirsiniz.

Aşağıdaki play tuşuna basarak ses dosyasını dinleyebilirsiniz.

Hay Hay Buyursun Gelsin

Nihayet hayat benim için de yavaşlamaya başladı. Üst üste gelen biriken işlerimi yoluna koydum sayılır. Tam anlamıyla istediğim kıvama gelmiş olmasa da, en azından artık başucumda duran kitaplardan iki-üç sayfa okuyabilir, kahvemi kucağıma alıp izlemek istediklerimin karşısında biraz vakit geçirebilir hale gelebildim. Tabi her şeyi aynı anda oldurmayı bırakmamın bunda etkisi var. Bir de kızım Duru evde kalma sürecimize her geçen gün daha bir alışıyor sanırım.

Duru’nun evde olması normalde çok zor olmamalı belki ama ben aynı anda iki işi bir arada yapamayan insanlardanım. Bu durum o kadar ciddi boyuttadır ki, kuzenim “Elif’in hardisk tek işlemcili,” diyerek benim bu halimi makaraya alır. Mesela şu dönem hem maske takıp hem motor sürmekte ciddi zorlanıyorum. Galiba hala maske takma meselesini bir alışkanlığa dönüştüremediğimden olsa gerek. Gerçi kırk yılda bir dışarı çıkıyorum ama olsun.

Ayrıca kabul edeyim benim bünyem biraz anarşik. Bir de üstüne üstlük inatçı. Hem iki işi aynı anda yapamıyor, hem de elli bin şeyi bir arada yapmak için beni zorluyor. Hele bir şeyi yapma dedin mi yandım ben. İlla inatlaşıp onu yapacak. Yapmazsa kuduruyor içimde bir şey mübarek. Şimdi elimi yüzüme götürmemem gerekiyor ya bu korona günlerinde. Bir aydır nasıl burnum kaşınıyor size anlatamam. Şu anda yazmaya ara verdim resmen burnumu kaşıyorum. 🙂

Tamam belki annemin söylediği gibi bahardandır, belki abim gibi benim de belli bir yaştan sonra yeni bir alerjim çıkmıştır, bütün bunlara varım da; korona günlerini mi buldu yani alerji ortaya çıkmak için… Bence psikolojik. Ben kendimin ciğerini biliyorum. Kesin elini yüzüne götürme direktifini duyduğu an bana baş kaldırmaya karar verdi. Kesin!

Şaka yapmıyorum aslında. Üniversitedeyken başıma şöyle bir şey geldi. Bir gün çok yakın bir arkadaşım tahtaya kalkıp hazırladığı ödevini anlatacak. Sunmak için tahtaya doğru yürüdüğü sırada tam yanımdan geçerken “Sakın bana soru sorma Elif,” dedi. Haydaaa… Bu ne şimdi? O ana kadar sakin ve sıkıcı olan gün heyecanlı bir hal aldı mı birdenbire? “Ne sorsam? Ne sorsam? Bir şey sorsam. Soru sormalıyım ama ne sormalıyım?” diye beynim ayaklandı mı? O zamanlar cep telefonumuz filan yok. Ben bildiğin bayağı kafa yoruyorum konuyla ilgili ne sorsam kıza diye.

Arkadaşım 20 sene sonra hala benle nasıl dostluk yapıyor bilmem. Sordum çünkü, valla da billa da ben kırk saat düşündüm ve sordum soruyu. Başından sonuna kadar can kulağıyla ödevini dinleyip nihayet anlatmadığı bir şey bulup çıkardım. Arkadaşım da cevap veremedi tabi. İçine düştüğü bu duruma o an çok şaşırdı. “Bana neden soru sordun? Seni özellikle uyarmıştım,” dedi. “Zaten uyardın diye oldu. Niye uyardın ki beni? Sanki sana soru mu soracaktım ben?”

Bununla övündüğümü sanmayın sakın. Aslında hala utanırım yaptığımdan.

Bir de bir şeye birden çok yoğun ilgi olduğu zaman ciddi bir soğuma olur bende. İlla aksini yapmam lazım. Mesela lisedeyken 501 Levi’s kot pantolon moda olmuştu. 501 dışında bütün kotları denemiştim ben Levi’s mağazasında ve elbette 506 diye çok da bilinmeyen bir modelde karar kılmıştım. Herkes düşük bel kot pantolon giyerken ben yüksek bel giyiyordum böylece. Adım okulda hemen kıroya çıkmıştı. Halbuki bugün bile bahse girerim bence popomu 501’den daha güzel gösteriyordu. 🙂

Ama sanırım en saçma olanı Orhan Pamuk ile olan hikayemdir. Orta okuldayım, ilk kez Cevdet bey ve Oğulları kitabıyla tanışmışım çok sevmişim. Kendisini bir okur olarak sıkı takipteyim, tüm kitaplarını okuyorum. Benim için büyük olay bu, çünkü klasikler dışında Türk yazar okumayacak kadar kibirli bir okuyucuyum. O yüzden Orhan Pamuk’un farklı bir yeri var o zamanlar. Hele yazdığı kitaplardan biri olan Beyaz Kale‘nin yeri apayrı. Öyle ki 94 yılında üniversiteye başladığımda yakınlaştığım yeni arkadaşlarıma Orhan Pamuk isminden bahsediyorum. Mutlaka ama mutlaka okumalarını söylüyorum. Hatta onlarla kendi kitaplarımı paylaşıyorum.

Derken o sene Orhan Pamuk Yeni Hayat adında bir kitap yazıyor ve tüm Türkiye’de birden meşhur oluyor. Sokaktaki simitçi bile adını biliyor artık. Ama ben şimdi Orhan Pamuk bir daha okur muyum? Tabi ki okumam. Gerçi bir yıl anca direnebildim. Bir yılın sonunda dayanamadım Yeni Hayat‘ı büyük bir öfke içinde okudum. 🙂 Fakat sonra belki bir on sene uzak durdum kendisinden. Hatta muhtemelen daha fazla sürmüş olabilir. Masumiyet Müzesi kitabının konusunu okuduğumda ancak buzları eritebildim kendisiyle. Konusu gerçekten ilgimi çekmişti ve pek çok insan aksini söylese de ben o kitabını çok sevdim. Hatta tıpkı üniversitede olduğum zamanlardaki gibi Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi‘ni mutlaka oku diye insanlara tavsiye etmeye başladım. Çünkü artık işin şöyle garip bir tarafı vardı; Orhan Pamuk çok ünlüydü, herkes onu biliyordu ama çevremdeki kimse kitaplarını beğenmiyordu. Anlamadıklarını, çok zor okunduğunu ve bir türlü sonunu getiremediklerini söylüyorlardı.

Evet Masumiyet Müzesi kitabının yaklaşık 200 sayfasını okumak gerçekten benim için de işkenceydi. Fakat o 200 sayfa tam da ana karakterin takıntılı aşk hikayesi okuyucuya o kadar iyi hissettiriyordu ki. Üstelik bu kitabın bir de müzesi olacaktı. Ben kitabı okuduğum sıralarda müze daha açılmamıştı. Açıldıktan sonra hep gitmek istedim ama bir türlü fırsatım olmadı.

Şimdilerde ise evde kalma periyoduna girdiğimizden beri şu ekmek ve canlı yayın modası içime fenalık getiriyor. Ben ki fırın fırın zeytinli cevizli ekmek yapıp, kuzenimin cenazesinde tüm Adapazarı’nı doyurmuş insanım. Şu dönemde yeminle ekmekten soğudum. Canlı yayınlar da son yıllarda neredeyse yapışık olduğum telefonumla arama ciddi bir mesafe koymama sebep oldu. Sanki telefonumun içine televizyon kaçmış gibi hissediyorum. Hangi canlı yayını izleyeceğime karar veremeyeceğim için baştan hiçbirini izlemiyorum. Hele koronadan beter hızda yayılan whatsapp mesajları inanın ömrümü yedi. İşin kötüsü bildirimleri sessize aldığım için acil okumam gereken mesajları kaçırıyorum.

Anlayacağınız oldum olası içinde olduğum dünyayla pek kolay uyumlanamayan birisiydim. Tam eski dünyaya adapte oldum, alıştım, artık tersine gitmeyi bırakıp huyuna gideyim derken; bir de şimdi yeni dünya düzeni karşıma çıktı. Yalnız eskisinin aksine yeni düzenin içine daha kolay girmeye niyetim var. En azından ona alışma konusunda bu sefer yalnız değilim.

Didem Elif

Zaman

Mars ve Venüs bir masanın başında ayakta durmaktadırlar. Mars, bir yandan elinde tuttuğu parçaya bir yandan da masaya bakmaktadır. Venüs dikkatle Mars’ı izlemektedir.

Venüs – Biliyor musun? Bunu başka birisi yapsa kesin soğumuştum.

Mars – Ne yaptım ki?

Venüs – Daha ne yapacaksın Mars? Yapboz sevmediğimi bildiğin halde 15.000 parçalısını almışsın.

Mars – Öyle mi? Sevmediğini bilmiyordum. Hem ben seviyorum ne yapalım? Ayrıca abartma. 5000 parçalı bir yapboz bu.

Venüs – Doğru 15.000 parça olan senin suratın.

Mars – Uğraşma benimle lütfen. Hem madem sevmiyorsun niye dikiliyorsun başımda Venüs?

Venüs – Bahaneyle şu an doya doya seni izliyorum. O anlamda şikayetçi olduğumu söyleyemem. 😊

Mars bıyık altından gülümser.

Venüs – Oh nihayet biraz yüzün güldü. Neyin var Mars? Hadi anlat!

Mars Venüs’ü duymazdan gelir. Cevap vermeden yapboz yapmaya devam eder.

Venüs – Mars, çok üzülüyorum ama. Yanlış bir şey mi yaptım sana? Öyle bir şeyse inan istemeden olmuştur. Neye bozulduğunu hiç anlamadım açıkçası.

Mars – Ama çok üstüme geliyorsun Venüs. Şu anda bu konuda konuşmak istemiyorum anlasana biraz. Neden her şeyin yoluna girmesi için zamana bırakmıyorsun? Her şeyi söylemek mi lazım?

Venüs – Bir şeye kırılmışsın belli ama anlatmazsan nasıl anlayabilirim? Ben de küsersem ne olacak? Konuşmama hali böyle sürüp gidecek mi? Beni artık istemediğini düşünmeye başladım.

Mars – Seni nasıl istemem iyice saçmaladın Venüs ama.

Venüs – Benimle konuşulmamasından benim kırılabileceğim hiç aklına gelmiyor mu? Aynı evin içinde küsmek olur mu?

Mars – Ben sana küsmedim ki. Konuşuyoruz ya işte.

Venüs – İyi ki küsmedin külahıma anlat sen onu.

Mars omuzlarını silker. Yapboz yapmaya devam eder. Venüs yapboz kutusunu eline alıp incelemeye başlar.

Venüs – Yalnız güzel resim seçmişsin. Yüzlerdeki ifadeyi çok sevdim. Kim yapmış bu resmi acaba?

Mars – Picasso. Kutunun üstünde yazıyor ya bakmıyor musun?

Venüs – Picasso mu? Sen ciddi misin? Aaa hakikaten Picasso yazıyor. Onun bu tarz resimlerini daha önce görmemiştim. Aslında bu bence bildiğimiz meşhur resimlerinden daha güzelmiş. Çocuğun yüzündeki duyguya bak. Vay çok iyiymiş. Çok şaşırdım Picasso olmasına. Ayrıca ne diye habire tersleyip duruyorsun beni? Fark etmemiştim kutuda Picasso yazdığını, ne olmuş? Kırılıyorum artık ama.

Mars cevap vermez. Venüs’ü duymuyormuş gibi kafasını kaldırmadan yapboz parçalarını bulmaya devam eder.

Venüs – Esasında ben sana başka bir şey soracağım, bu tavrın yüzünden çekiniyorum, soramıyorum. Beni üzecek bir şey söylemenden korkuyorum.

Mars – Ne soracakmışsın?

Venüs – Şeyyy, merak ediyorum günlüğümü okudun mu acaba? O günden beri hiç yorum yapmadın da.

Mars – Okudum.

Venüs – Sahi mi? Eee nasıl buldun?

Mars – İlginç.

Venüs – İlginç mi? Kavgada söylenmez ama bu Mars. Aşk olsun sana.

Mars – Ne bekliyorsun ki? Resmen uyurken horladığımı yazmışsın. Ne yani teşekkür mü edeyim?

Venüs – Aaa yoksa sen ona mı bozuldun? Ama ben kötü anlamda söylemedim ki. O cümlelerle aslında seni ne kadar özlediğimi anlatmak istemiştim. Aynen şöyle yazmıştım: “Yanımda uyuduğun zamanlardaki horlamanı bile çok özledim.”

Mars – Bir kere ben horlamıyorum.

Venüs – Sana öyle geliyor. 😄 Hem ben sadece ikimiz arasında olan bir şeyi yine sadece seninle paylaştım. Sanki herkese mi anlattım? Senin sayende herkes okuyup öğrendi ama şimdi.

Mars – Öğrensinler, sanki çok da umrumdaydı.

Venüs – Umrunda değilse neye bozuldun o zaman?

Mars – Varlığımın seni rahatsız ettiğini düşündüm. Benim yüzümden uyuyamadığını. Belki de benden nefret ettiğini…

Venüs – Aaa hiç olur mu? Ne kadar yanlış düşünmüşsün. Hay Allah. Keşke hiç günlük yazmasaymışım. Oysa ben o satırları düşünürken, sen yanımda değildin ve ben tek başıma yatağın içinde oturmuş seni düşünüyordum. Sen yoktun ama vardın aslında. Varlığın tüm benliğimi kaplamıştı. Odana süzülüp seni izlemeyi öyle çok istedim ki. Bir melek olsam keşke ve şimdi yanına uzansam dedim. O an ancak öyle yanına gelebilirdim çünkü. Ne yaptığını düşündüğümde, uyuduğunu hatta tuhaf belki evet ama horladığını hayal ettim ve seni öyle izlerken bile içimin sevgiyle dolduğunu fark ettim. Seni karşılıksız, beklentisiz olduğun halinle sevdiğimi, ne olursa olsun ölene kadar seni içimde taşıyacağımı anlatabilmek istemiştim. Demek olmamış. Benden hepten uzaklaştırmışım yazdıklarımla seni.

Mars Venüs’e döner. Göz göze bakışırlar.

Mars – Ne güzel şeyler söyledin. Gerçekten böyle mi hissediyorsun?

Venüs – Tabi ki. Neyse ki O var. Her şeyimi biliyor, görüyor.

Mars – O var derken? Elif’i mi kastediyorsun?

Venüs – Hayır canım. O’nu söylüyorum. Bize şah damarımızdan bile yakın olan Yaradandan bahsediyorum.

Mars – Ne diye meseleyi dine bağladın şimdi anlamadım.

Venüs – Dine bağlamadım. Ben başka bir şey anlatıyorum. Düşünsene O olmasa dünya çok adaletsiz bir yer olurdu. Söylediklerime belki inanırsın belki inanmazsın orası sana kalmış ama benim ne hissettiğimi, niyetimi anlatmak zorunda olmadığım, ikna etmem gerekmeyen bir varlık olması bana muhteşem geliyor. O olmasa senin sabahtan beri şu tavırların karşısında gerçekten çok yalnız hissederdim.

Mars – Özür dilerim. Böyle olmasını hiç istemezdim.

Venüs – Yazdıklarım içinde beğendiğin hiç mi bir şey yok peki?

Mars Venüs’e şevkatle gülümser.

Mars – Gene kızacaksın ama ilginç diyeceğim. Çünkü hem gerçekçi hem fantastik, kara mizah tadında ironik, bazen komik ama aynı zamanda acıklı, sıcacık hatta çok samimi ama bir o kadar da sert ve acımasız.

Venüs – Yorumun Elif’in kızı Duru’nun cümlelerine benzedi. 😄

Mars Venüs’e doğru yaklaşıp burnuna parmağını dokundurur.

Mars – Biliyor musun çok tatlısın ama aynı zamanda cadı… 😉

Venüs – Yani hem sevdin hem sevmedin öyle mi anlamalıyım?

Mars tekrar masaya geri döner ama eline herhangi bir parça alamaz. Kendi içine dalmıştır.

Mars – Aslına bakarsan horladığımı kabullenmek çok zoruma gitmişti. Yoksa sevdim yazdıklarını. Bir kadının aşık olduğunda ne hissettiğini çok iyi anlatmışsın. Hatta sanki birebir benim hissettiklerimi yazmışsın. Beni bu kadar anlaman korkuttu bir yandan beni. Çıplakmışım gibi savunmasız hissettirdi.

Venüs – Demek sevdin. 🥰 Ayy kerpetenle alıyoruz ağzından kelimeleri beyefendinin. 😉

Mars gülümseyerek eline bir parça alır. Masaya bakarak yerini bulmaya çalışmaktadır. Venüs Mars’ı izlemeye devam eder.

Mars – Benimle birlikte yapboz yapmak istemediğinden emin misin? Bitince çok güzel bir resim çıkacağını biliyorsun artık. Hadi gel beraber yapalım.

Venüs – Evet eminim. İki saat bir masaya yığılmış binlerce parçaya bakıp kusursuz olanı aramayı sevmiyorum. Hem ben aradığım parçamı buldum ki.

Mars sevgiyle yüzünü Venüs’e döner. Yüzünde sıcacık, tatlı bir gülümseme vardır.

Mars – Gel buraya.

Venüs Mars’ın yanına gider. Kollarıyla Mars’ın beline yumuşak bir şekilde sarılır. Birbirlerinin gözlerinin içine bakmaktadırlar. Mars elini Venüs’ün yüzüne götürüp sevgiyle okşar. Her ikisi de gözlerini kapatıp birbirlerine sıkıca sarılırlar.

Didem Elif

Not: Aşağıdaki şarkıyı daha önce hiç duymamıştım. Bu öyküye çok uydu sanki…

Müzik Kutusu 4. Program

Didem Elif’in Kaş Radyo için 11 Nisan 2020’de hazırladığı Müzik Kutusu adlı radyo programının dördüncü yayınını aşağıdaki ses dosyalarını tıklayarak, YouTube‘dan paylaştığı müzikleriyle birlikte dinleyebilirsiniz.

Aşağıdaki play tuşuna basarak ses dosyasını dinleyebilirsiniz.

Aşağıdaki play tuşuna basarak ses dosyasını dinleyebilirsiniz.

Aşağıdaki play tuşuna basarak ses dosyasını dinleyebilirsiniz.

Aşağıdaki play tuşuna basarak ses dosyasını dinleyebilirsiniz.

Aşağıdaki play tuşuna basarak ses dosyasını dinleyebilirsiniz.

Aşağıdaki play tuşuna basarak ses dosyasını dinleyebilirsiniz.

Aşağıdaki play tuşuna basarak ses dosyasını dinleyebilirsiniz.

Aşağıdaki play tuşuna basarak ses dosyasını dinleyebilirsiniz.

Aşağıdaki play tuşuna basarak ses dosyasını dinleyebilirsiniz.

Yuva

Mars – Vavvv Venüs, yani var yaa, bu seferki çok acayipti. Allahım sana geliyorum, dedirttin bana resmen.

Venüs – 🙈 Abartma istersen Mars.

Mars – Gerçekten! Tanrım seni nasıl da özlemişim. Şunun şurasında birkaç hafta dokunamadım sana ama inan sanki yıllar geçmiş gibi geldi Venüs.

Venüs – Evet aynı evin içinde zorunlu olarak geçirdiğimiz bu uzak mesafeli yaşam bana da çok uzun geldi Mars. Allah Elif’in dünyasındakilere kolaylık versin valla. Çok zor şey sevdiklerinle kucaklaşamamak.

Mars – Neyse ki sonunda sana kavuştum. Ben daha hayattan ne isterim?

Venüs – Canım benim. ❤️

Mars Venüs’ü yanağından sıcacık öpüp duşa girer. Venüs bilgisayarın başına oturur. Bir süre sonra Mars odaya geri döner.

Mars – Ne yapıyorsun hayatım?

Venüs – Haritaya bakıyordum.

Mars – Sahi mi? Gene nerelere gittin bakayım?

Venüs – Türkiye’yi inceliyordum. Ne kadar özel topraklar üzerinde kurulu. Bu anlamda ne kadar zengin bir ülke olduğunu düşünüyordum. Ayrıca insanın Japonya’da oturduğu yerden, bir saniye içinde dünyanın öbür ucunu sokak sokak görebiliyor olması bence muhteşem bir şey.

Mars – Evet teknoloji mucizevi bir şekilde ne kadar gelişti değil mi?

Venüs elini ekrana götürüp görüntüyü parmaklarıyla büyütür.

Venüs – Demek sen bu sokaklarda bisiklete biniyordun. 😍

Mars heyecanla ekrana doğru eğilir.

Mars – Bakayım. Aha evet! İşte bak tam şuralarda geziyordum.

Venüs – 😍

Mars – Gözlerimin içine öyle kalpli gözlerle uzun uzun bakarak gülümseme Venüs, çok fena oluyorum. 😊

Venüs – Biliyor musun Mars? Bunu ben bilerek yapmıyorum.

Mars – Nasıl yani?

Venüs – Garip bir şey oluyor. Anlatması çok güç. Bazen söylediğin bir cümle karşısında kalbimde tarif edemeyeceğim değişik bir duygu oluyor. Bir anlığına sevgiyle bakmak için bakışlarımı sana çeviriyorum ve sanki gözlerin beni içine alıyor. Orada resmen kitlenip kalıyorum. Bu daha önce hiç başıma gelmemişti.

Mars – Sahi mi? Doğru mu bu?

Venüs – Evet tabi ki doğru. İnsan hissettiği şeyi bilmez mi? Sana gülümsediğim gibi bir başkasına gülümsemedim ben.

Mars Venüs’e sıkıca sarılır. Ardından dudak dudağa uzun uzun öpüşürler.

Venüs – Hey hadi ama üstünü giyin artık. Bu arada ben de sana içeriden bir şey getireceğim.

Mars – Öyle mi? Ne getireceksin?

Venüs – Bekle, birazdan geliyorum.

Venüs odadan çıkar. Mars üstünü değiştirip bilgisayarın başına oturur. Ekrana Venüs’ün açık bıraktığı harita gelir. Mars o an sanki ışınlanmış gibi, bisikletle gezdiği İstanbul sokaklarına gider. Yüzünde tatlı bir gülümseme vardır. Venüs’ün elinde bir kutuyla odaya girmesiyle şu ana geri döner.

Venüs – İşte al, bu senin.

Mars – Bir ayakkabı kutusu mu? Yoksa bana ayakkabı mı aldın?

Venüs – Hayır pek sayılmaz.

Mars – Ayakkabı yoksa ne var peki içinde?

Venüs – Hadi ama Mars. Zaten hediye vermekten çok utanıyorum. İşimi daha da zorlaştırma. Aç da kendin gör hadi.

Mars kutuyu açar. Şaşırmış gözlerle Venüs’e bakmaktadır.

Mars – Bir flash disk ve bir not defteri mi?

Venüs – Aslında bir mp3 çalar gibi de düşünebilirsin. Bunun içine, yalnız geçirdiğim gecelerde dinlediğim müzikleri koydum. Bu da benim günlüğüm.

Mars – Bir günlüğün olduğunu bilmiyordum.

Venüs – Yoktu zaten. Hayatımda hiç günlük tutmadım ben. Yalnız şu virüs olayı başımıza geldikten sonra, yani seninle odalarımızı ayırınca, içimden gelenleri yazmak istedim. O artık senin.

Mars – İyi ama günlükler kişiye özeldir. Başka kimsenin okumaması gerekir.

Venüs – Evet ama ben bütün bunları senin için yazdım. 😊 Biliyorum çok iyi olmadı. İlk defa duygularımı anlatmaya çalıştım sonuçta. Dilerim sıkılmazsın.

Mars defteri eline alıp en arka sayfasını açar.

Mars – 1996 mı? Defterin sonuna niye böyle bir tarih attın ki? Dur çözmeye çalışayım. Bakayım biz o tarihte neredeydik? Ha tamam dur hatırladım. Elif ailesiyle birlikte gittiği Viyana’ya bizi de götürmüştü. Tanrım ne güzel bir tatildi. Ama günlüğünün sonuna niye bu tarihi attığını hiç anlamadım Venüs.

Venüs – Tanrım Mars. Defterin direk sonuna bakarsan bir şey anlamazsın tabi ki. Niye sonuna bakıyorsun ki? İnsan ilk önce birinci sayfayı açar. Hem o kadar da defterin kapağını süsledim. Sense tamamen kafamdan attığım bir tarihte takılı kaldın. Şaka gibi ama.

Mars – Ne bileyim ben, eskiden kalma bir alışkanlık benimkisi işte.

Mars defterin ilk sayfasını açar.

Mars –Aşk dünyanın en güzel ilacıdır.” İlaç mı? Aşk mı ilaçmış? Valla başından sonuna ilginç bir defter olacağa benziyor Venüs. Umarım “aşk bir sudur, iç iç kudur,” gibi cümleler de kullanmadın içinde. 😉

Venüs – Dalga geçme benimle Mars.

Mars – Dalga geçmiyorum. Takıldım sadece. 😊

Venüs – Ben aslında, koyduğum bu ismi görür görmez ironi yaptığımı hemen anlarsın sanmıştım.

Mars – Sahi mi?

Venüs – Hani geçenlerde okuduğun Amerika’lı bir yazar vardı senin. Roald Dahl. Kancık adlı kitabını çok sevdiğini, yazarın o güne kadar okuduğun kitapları içinde “tam bir baş yapıt” olduğunu anlatmıştın. Genelde kitaplarının ismini pek sevmemene rağmen; yine de bu kitabın adının, yazarın anlatımındaki ironiye uyduğunu söylemiştin. Ben de senden ilham alıp ironi yapmak istedim işte ama anlaşılan beceremedim. 🙂

Mars – A evet o kitabı ve konuştuklarımızı hayal meyal hatırlıyorum. Hatta kitabın içinde oldukça dikkatimi çeken kısa bir hikaye vardı. Yalnız sana bir şey diyeceğim. Kadınların şu detaylı hafızası beni bazen çok korkutuyor Venüs. 😉

Venüs – 🤩 🤩 🤩 Haklısın aslında. Bu gerçekten biraz korkutucu. Umarım hepsini okuduktan sonra da böyle hissetmezsin. Aslında niyetim sana ne kadar aşık olduğumu anlatmaktı. Seninle aynı evin içinde yaşamamıza rağmen, birbirimize dokunamadan geçirdiğimiz bu günlerde ne hissettiğimi paylaşmak istemiştim. Belki güzel anlatamamışımdır. Yazma konusunda pek iyi sayılmam. Ama ne hissettiğimi ifade etmek kalbime çok iyi geldi Mars. Bedenimdeki virüsle uğraştığım şu zorlu günlerde sana olan aşkıma tutunmak, bana gerçekten büyük bir güç verdi.

Mars – Venüs. Canım benim. ❤️ Şu anda alabileceğim en güzel, en anlamlı hediyeydi. Teşekkür ederim.

Venüs – ❤️

Mars – Daha önce hiç böyle bir ayakkabı kutusunda bu tarz bir hediye almamıştım gerçekten.

Venüs – Yaa Mars… 🙈🤩

Mars – Şaka şaka. İnan dalga geçmiyorum. Sadece seni gülümsetmek istemiştim. Gülmek sana o kadar yakışıyor ki. Biliyorum pek romantik biri sayılmam ve böyle zamanlarda ne diyeceğimi bilmediğimden işi çoğu zaman espriye vuruyorum. Ve bazen çok özel bir anı mahvedebiliyorum. Bu ayakkabı kutusundaki her şey için sana tüm kalbimle teşekkür ederim Venüs. 🙏 Çok incesin.

Venüs – Rica ederim Mars. 😍 Aslında ayakkabı kutusu fikrini bana Elif vermişti.

Mars – Buna hiç şaşırmadım Venüs. 😅

Venüs – Bununla ilgili bir tüyo vereyim. Sana olan aşkımı kül kedisi masalına bağlamak istemiştim. O yüzden Elif’in bu fikri ilk duyduğumda benim çok hoşuma gitmişti. 😊

Mars – Küçük prenses seni. 😊

Venüs – 😍

Mars – 😍 Hadi gel o zaman senin şu flash diski bilgisayara takıp beraber bir müzik dinleyelim.

Venüs – Hadi dinleyelim. ❤️

Mars – ❤️

Didem Elif

Müzik Kutusu 3. Program

Didem Elif’in Kaş Radyo için 4 Nisan 2020’de hazırladığı Müzik Kutusu adlı radyo programının üçüncü yayınını aşağıdaki ses dosyalarını tıklayarak, YouTube‘dan paylaştığı müzikleriyle birlikte dinleyebilirsiniz.

Aşağıdaki play tuşuna basarak ses dosyasını dinleyebilirsiniz.

Aşağıdaki play tuşuna basarak ses dosyasını dinleyebilirsiniz.

Aşağıdaki play tuşuna basarak ses dosyasını dinleyebilirsiniz.

Aşağıdaki play tuşuna basarak ses dosyasını dinleyebilirsiniz.

Aşağıdaki play tuşuna basarak ses dosyasını dinleyebilirsiniz.

Aşağıdaki play tuşuna basarak ses dosyasını dinleyebilirsiniz.

Aşağıdaki play tuşuna basarak ses dosyasını dinleyebilirsiniz.

Aşağıdaki play tuşuna basarak ses dosyasını dinleyebilirsiniz.

Nefes

Mars ve Venüs karşı karşıya oturmaktadır. Mars sessiz bir şekilde hareketler yaparken Venüs de onu izlemektedir.

Venüs – Üç kelime. Bu bir kitap.

Venüs – Yabancı. Birincisini anlatıyorsun.

Venüs – Hmm… Yürüyorsun. Sen kimsin? Mars’sın. Erkeksin. Daha büyük bir şeysin. Tanrısın. Yok o kadar değil. İnsansın. İnsan! Tamam birinci kelime cepte. İnsan.

Venüs – Üçüncü kelimeyi anlatıyorsun. Büyüteç. Büyüteçle bir şey arıyorsun. Büyüteci unut. Unuttum. Arıyorsun. Ne arıyorsun? Birinci kelime insandı. İnsanın Anlam Arayışı!

Mars – Bravo Venüs buldun! Aferin sana.

Venüs – Buldum evet… Yaşasın! Victor Frankl’ın yazdığı “İnsanın Anlam Arayışı”. Vay süper kitap. Cuk oturdu valla. Bayılırım, keşke bir gün filmini de çekseler de izleyebilsek. Tamam şimdi sıra bende.

Mars – Hadi bakalım kolay gelsin sana şimdiden.

Mars – Film anlatıyorsun. İki kelime. Birincisi.

Mars – Kanatlandın. Kuş! Olmadı mı kuş değil mi? Yürüyorsun. İnsansın! İnsan da değilsin. Hayvan mı bu peki? Hayvan da değil. Daha fazlası. İnsan ve hayvan bir arada mı? Allah Allah bu ne yaa. Vampir?

Venüs – Hayır Mars. Hayııırr… Anlattıklarımı pozitif yorumla lütfen. O zaman bulacaksın.

Mars – Ama sen hep konuşuyorsun. Senin konuşman yasak.

Venüs – Tamam tamam, sustum sustum.

Mars – İkinciye geçtin. Senin altında ne var? Pijama! Hayır benim üstümdekini soruyorsun. Atlet! Hayır hayır. İkisi birlikte. Ne bu? Kıyafet! Hayır. Farklı bir şey. Giysi! O da olmadı. Giysinin bir şeyi bu. Nesi? Rengi! Renk söylüyorsun. İkimiz de aynı renk giymişiz. Sarı! Hayır mı? Sarı değil o zaman başka renk. Dur renkleri sayayım. Hangi renkler vardı? Mavi, turuncu, mor? Uzaklaştım mı? Geri geleyim. Nereye geleyim? Giysi. Hayır çok geri gittim ileri gideyim öyle mi? Off kafam çok karıştı ama Venüs.

Venüs – Ayyy yaa süremiz doldu. “Renkleri” olacaktı Mars, renkleri! “Yaşamın Renkleri” adlı filmi anlatmaya çalışıyordum.

Mars – Öyle bir film mi var? Hiç duymadım. E ama renk dediğimde dur demedin ben nereden bileyim Venüs. Ben renk dediğimde elinle dur deyip bu şekilde artı işareti yapacaktın ki, ben de “ler” takısını ekleyeceğimi anlayayım. Neyse sağlık olsun.

Venüs – Yalnız vampir dedin ya Mars. Şaka gibisin valla. Ben sana yaşamı anlatmaya çalışıyorum. Sen Vampir diyorsun. Bundan sonraki oyunlar için bak sana tüyo olsun mutlaka pozitif olanı ele al, gerisine takılma olur mu? Daha hızlı bulursun. Tamam mı?

Mars – Tamam aşkım. Aslında genelde öyle yapıyorum da; “Sessiz Film” oynamaya başlamadan önce “Vampir Kim?” oyununu mu oynasak acaba diye aklımdan geçirmiştim de oradan aklıma geldi.

Venüs – O oyunu bilmiyorum.

Mars – Ben de hayal meyal hatırlıyorum. Bu arada inanamazsın, Google’da “Vampir Kim?” diye aratınca ilk sırada Elif’in web sitesi çıkıyor. Oyunun kurallarına bakayım diye arattım karşıma Cennet Köşemizin yayınlandığı didemelif.com çıktı iyi mi?

Venüs – Ciddi olamazsın. Ne alaka ki?

Mars – Yıllar evvel Elif bu oyunu anlatan bir yazı kaleme almış. Aslında öylesine yazdığı bir yazı. Hiçbir yerde tanıtımı yapılmamış olmasına rağmen Google’da her gün arandığı ve sürekli tıklandığı için şu an Elif’in sitesi “Vampir Kim?” anahtar kelimesi ile birinci sıraya yükselmiş. Ne ilginç di mi? İstersen gir bak kendin gör.

Venüs – Evet haklısın hakikaten öyle. Şaka gibi valla şaka gibi. :)))

Mars – Bahsettiğin filmin adı neydi? Yaşamın Renkleri? Güzel mi bari?

Venüs – Evet evet çok güzel. Ben yıllar önce izlemiştim ama bu günler için çok anlamlı. Yalnız biz bu oyunu neden oynuyoruz Mars? Yani zaten iki kişiyiz. Ortada başka takım yok. Sırayla birbirimize anlatıyoruz. Bilince kim kazandı, bilemeyince kim kaybetti, ben bu işten hiçbir şey anlamadım.

Mars – İkimiz de Venüs. Kazanırsak ikimiz de kazanıyoruz. Kaybedersek ikimiz de kaybediyoruz. O yüzden ikimiz de elimizden geleni yapıyoruz hem anlatmak için hem de bilmek için. Birbirimizle yarışmıyoruz yani, birbirimiz için yarışıyoruz. Çok anlamlı değil mi? Bence çok anlamlı. İkimiz tek bir takımız ve her seferinde daha da geliştiriyoruz kendimizi. Aslında dünyanın düzeni de bu mantıkla işlese onlar için her şey daha güzel olacak.

Venüs – Aaa ne güzelmiş. Ben hiç bu tarafından bakmamıştım olaya. Düşününce ne kadar mantıklı aslında. Ayy dur ben bunu sosyal medyada paylaşayım ki herkes evde oynasın. Valla çok eğlenirler.

Mars – Paylaş tabi ama bu fikrim için telif hakkı isterim Venüs. :)))

Venüs – Ahahahah. İşin o kısmını ben hiç düşünmemiştim? 🙈

Mars – O zaman şöyle yapalım. Sana bulaşan şu virüs olayını atlatır atlatmaz sen bana olan borcunu öpücükle ödersin. Olur mu? Uygun mudur? 😉

Venüs – 😍 Uygun olmaz mı? Şahane olur.

Mars – Hem çok az kaldı. Neyse ki yakında iyileşeceksin. Ben de en kısa zamanda aşımı olacağım. Böylece bundan sonra sana da bana da hiçbir şey olmayacak. Birbirimize virüs bulaşmasından korkmamıza gerek kalmayacak. Yakında gönlümüzce sarılabileceğiz. Öpüşüp, koklaşıp doya doya sevişebileceğiz. Çok seviniyorum. Bunun kıymetini bilmezsem Venüs, bana da Mars demesinler.

Venüs – 😊 Yalnız yeni doktorumuz sayesinde. Bu konuda çok şanslıyız bence. Yani koskoca Japonya’da sen gel Türk doktoru bul. İnanılmaz bir şey valla. Meğer bana bulaşan virüsün aşısı varmış. Boşuna telaşlanmışız. Tabi biz Japonca bilmeyince ve Japon doktorun İngilizcesi çok iyi olmayınca, ilk gittiğimiz doktor tam şifa olamadı bize. Normal. İyi ki seni dinlemişim de başka bir kadın doktoruna daha görünmüşüm Mars.

Mars – Evet kadın hastalıkları şakaya gelmez. Hem HPV virüsü erkekleri de etkiliyormuş. Japon doktor bize o yüzden temas yok demiş baksana. Yalnız nasıl bulaştı sana bu virüs ben anlamadım.

Venüs – Dedi ya doktor. Belki dışarda girdiğim bir tuvaletten filan kapmış bile olabilirmişim. Ya da ellediğim bir yerde bu virüs vardı ve ben ellerimle bulaştırdım belki kim bilir? Artık nereden kaptığımı bilemiyoruz maalesef. En çok da cinsel yolla bulaşıyormuş. E hayatımda senden başka erkek olmadığına göre?

Mars – Zaten Elif de beni senden mahrum bırakacak yaa, gitti cinsel yolla bulaşan virüs buldu hikayesinde yazmak için. Anlamadığım, sen dışarı pek çıkmazsın ki. Bula bula seni nasıl buldu bu virüs yani pes.

Venüs – Hani taş almıştım ya elime kalp şekline benzetip. Acaba ondan mı bulaştı Mars? Keşke almasaydım elime o taşı. Hem sen haklıydın. Pek de kalbe benzemiyordu aslında. Benim işgüzarlığım işte. İlla kalbe benzetmek için ne kadar da zorladım.

Mars – Hep benim yüzümden. Seni konsere götürmek için zamanda yolculuk yapmak istemeseydim bunlar belki de hiç başına gelmeyecekti.

Venüs – Hey hey yapma ama. Olanlar kimsenin suçu değil. Bugün artık geçmişi sorgulamanın bir anlamı yok. Geçecek bu günler. Önemli olan bundan sonraki günlerimizi daha anlamlı geçirmek. Bence biz çok şanslıyız. Sahip olduğumuz şey öyle kıymetli ki Mars. Karşılıksız, beklentisiz bir sevgi bulmak herkese nasip olmaz. Hem buna da şükür diyelim. Daha kötüsü de olabilirdi. Bu günlerimizi aramayalım yeter ki. Biz gene iyiyiz. Baksana dünya ne hale geldi? Dilerim Elif’in dünyasındaki korona virüsüne de en kısa zamanda çare bulurlar.

Mars – Ahh evet en az kayıpla her şeyi yoluna koyarlar inşallah.

Venüs – Yalnız bu arada bizim Türk doktora nasıl baktığını fark etmedim sanma Mars. Ne kadar güzel gözleri vardı değil mi?

Mars – Gözleri mi güzeldi? Hiç fark etmedim. Güzel yüzlü bir kadındı evet ama ben senin hastalığın ile ilgili daha fazla ne öğrenebilirim diye meraktan öyle bakmışımdır. O gözle bakmadım inan ki. Ama ismini duyduğum an çok hoşuma gitti. Ne güzel bir ismi var. Değil mi? Nefes!

Venüs – Evet doğru söylüyorsun ben de bayıldım ismini duyunca. Elif’in daha önce aklına gelse kesin kızının ismini Nefes koyardı bence.

Mars – Madem sen de çok sevdin o zaman biz koyarız eğer kızımız olursa Venüs?

Venüs – Ne? Kızımız olursa mı? Nasıl yani? Bizim çocuğumuz olacak mı ki?

Mars – Neden olmasın ki? Yani Elif ömür boyu bizi tek başı mamur bırakmaz herhalde, o kısmını da kurgulamıştır umarım.

Venüs – Birlikte bir çocuk büyütmek. Ay bilmiyorum. Elif’e bakıyorum da çok zor görünüyor. Hem niye kız dedin? Sen kız mı istiyorsun, belki oğlumuz olacak. Oğlumuz olsa istemez misin?

Mars – Oğlumuz olursa da Nefes koyabiliriz ki. Cinsiyetin ne önemi var? Ben isimden bahsediyorum.

Venüs – Doğru evet hangi cinsiyetten olursa olsun bu isim kullanılabilir. Haklısın. Aslında şimdi aklıma geldi. Nefes adında bir Türk filmi vardı. İzleyememiştim. Merak ettim bak şimdi. İlk fırsatta izleyelim mi? Vatan için mücadele veren askerlerle ilgili bir filmdi yanlış hatırlamıyorsam.

Mars – Evet o filmi ben de duymuştum. Olur ilk fırsatta beraber izleriz.

Venüs – Aaa dur saat kaç? Elif’in radyo programı başlayalı çok oldu. Tüh bak konuşurken kaçırdık. Gördün mü?

Mars – Olsun üzülme kalanını dinleriz. Başımıza bir radyo çıkarmadığı eksikti zaten. Bu kızın el atmadığı bir iş kaldı mı merak ediyorum doğrusu. Adres ne demiştin?

Venüs – kasradyo.com. Yaşasın bitmemiş, bak Elif konuşuyor. Onun sesi. Ay onu bu şekilde dinlemek ne tuhafmış. Aaaa bak aklıma ne geldi? Sıradaki şarkı benim olsun. Bakalım şansıma ne çıkacak? Ondan sonraki de sana gelsin Mars. 🙂

Mars – Eyvah. İşte şimdi ben yandım. Elif benim kısmetime ne çalar Allah bilir? 😊

Venüs – Niye öyle diyorsun? Taktın sen de Elif’e ama. Kız ne yapsa yaranamıyor sana. Hayret bir şey yani. Neyse hadi susalım da şimdi biraz müzik dinleyelim. :))) Ayy çok heyecanlı… 😍

Mars -😊😍❤️

Didem Elif

Bana Ev Olsun

Başlıkta kullandığım Bana Ev Olsun cümlesi tam on gün önce yoga öğretmenim Burcu ile cep telefonunda yazışırken birden ağzımdan çıktı. Korona virüsü Türkiye’de yayılmaya başladıktan sonra birlikte hiç yoga yapamadık aslında ama sağ olsun pozitif desteği ile kendisi her an yanı başımda oldu. Evde yoga hiç yapamıyorum malesef. Şu zor günleri geçirmek adına Burcu’nun sık sık vurgulaması üzerine sanırım bu akşam başlayacağım.

Eve ilk kapandığımız günlerdi. Ona evde olmayı ne kadar sevdiğimi anlatmak için kurduğum cümlelerimin arasında geçirmiştim bu sözü: “Ben evde olmayı severim zaten. Öyle sıkılmıyorum yani, aksine bana ev olsun.” Sonra da devam etmiştim: “Aaa ne güzel yazı başlığı olur.” Bu tepkim Burcu’nun çok hoşuna gitmiş: “Ayy seni seviyorum Elif,” demişti. 🙂

Bu konuşmanın üzerinden on gün geçti. O günden bu yana evden çok elzem ihtiyaçlarım dışında neredeyse hiç çıkmadım. Yine de niyetlendiğim o yazıyı ancak bugün yazabiliyorum.

Pek çok kişinin aksine evde bana kalan zaman epeyce daraldı. Malum hafta içi dört yaşındaki kızım bütün gün evde. Boş kaldığım saatlerde ancak yapmam gereken işleri yetiştirebiliyorum. Ekstra ortaya çıkan temizlik halleri çok fazla vaktimi kısaltmadı. Sosyal medyaya harcadığım zamandan kullanıyorum onu ayırdığım süreyi. Malum sosyal medya şu an beni çok yoruyor. Böylece hem ev hem sosyal medya detoksu oluyor bana. Yalnız ne doğru düzgün kitap okuyabiliyorum, ne de film izleyebiliyorum. Pazar günü geldiğinde artık o kadar yorulmuşum ki, sabaha kadar güzel bir uyku çekmiş olmama rağmen tüm gün bayılmış bir şekilde uyumuşum.

Keşke bir hafta 30 günden oluşsa ve keşke bir gün 168 saat olsa. Yapmaya gönlümü koyduğum işlerin hepsine ancak o zaman yetişebileceğim çünkü. Hazır dünya tuhaflaştı, mevsimler tepe taklak oldu, ben de böyle bir dilek dilemişim çok mu? Şaka bir yana bu hayalim gerçek olsa, şu an istemeye istemeye eve kapananlar beni topa tutarlar herhalde.

Ev demişken bu arada, benim hiç evim olmadı. Yani bir ev hiç satın almadım ve kimseden üzerime bir ev istemedim. Evin içinde zaman geçirmeyi çok sevmeme rağmen, böyle bir şeyi hayalimde bile kurmadım desem inanır mısınız? O anlamda ev kavramı, benim için başımı sokacak bir yerden öteye geçmedi bugüne kadar. Ben nasılsa güzel ve keyifli vakit geçirirdim içinde. Kendi kendime her şekilde yeterdim. Bir de yanımda sevdiklerim olsa ne alaydı benim için.

Maddiyatı küçümsemiyorum elbette. İçinden geçtiğimiz şu zor günlerde de kıymetini anladığımız gibi, insanın kendini güvende hissetmesi için kesinlikle başını sokacağı bir eve ihtiyacı var. Bu yüzden, bir seneden az bir zaman önce çocuğumun babasından boşanırken; onun üzerine olan şu an oturduğum evde oturmak için iki yıl izin istedim ondan. Böylece o iki yılda her şeyi yoluna sokarım, diye düşündüm. (Aslında bana kalsa o iki yılı da istemezdim ama küçük bir çocuğum olduğu için o kadar gözü kara davranmam doğru olmayacaktı.)

Avukatlar ve etrafımdakiler daha fazla haklarım olduğunu söylemesine rağmen, bunun için mücadele vermek bana anlamsız geldi. En az üç, dört yıl sürecek bir kavga verecektim madem, “çocuğumun babasına karşı vereceğime, hayata karşı veririm o savaşı,” dedim ve yola koyuldum. Bu yola girdiğimde ne doğru düzgün bir işim vardı, ne de düzenli bir gelir kaynağım.

Bir zamanlar benim de ortağı olduğum aile şirketimizi, iflas ettiğimiz için yıllar önce kapatmıştık. Çocukluğumdan beri iyi sayılacak gelir kazanan ailem, artık İstanbul’da bugünün şartlarında ancak kendilerini geçindiriyorlardı. Yani üç yaşında bir çocukla yalnız başıma hayata bu şekilde atılma kararı alırken, kendimden başka güvendiğim hiçbir şey yoktu. Pardon bu kısmı biraz eksik oldu, bir de Allah’a olan inancıma sığındım sanırım.

Şimdi O’nun bildiğini sizden saklayacak değilim. Öyle dindar yaşayan biri sayılmam. Namaz kılmayı öğrenmişliğim varsa da hiç kılmadığım için unuttum. Oruç desen bilinçli bir şekilde adam akıllı tutmuşluğum yok. Kuran’ı ise okumayı çok istedim; denedim de, ama çoğu şeyi anlamadığım için sonunu bir türlü getiremedim. Uzunca yıllar Kabe’nin bulunduğu toprakların bambaşka bir enerjiye sahip olduğunu düşündüm ama onun etrafında çevrelenmiş gökdelenleri tesadüf sonucu bir fotoğraf aracılığıyla görünce, büyük bir hayal kırıklığı yaşadım. Kutsal olduğu bilinen bir mekan resmen ticarethaneye çevrilmişti.

Kısacası iyi bir mümin olarak yaşamadım ömrü hayatımı. Yine de tüm kalbimle; “Rızık” denen şeyin insana Yaradandan geldiğine inanırım. Allah’a olan inancıma sığındım demem ondan. Yani rızka olan inancımdan. Çok şükür bugüne kadar da mahcup olmadım verdiğim karardan. İhtiyacım kadarını bana getirecek kapılar hep tam zamanında açıldı. Verdiğim emeğin karşılığı bir şekilde aldım.

Hayat mücadelesine girdim diye kalbimin istediklerinden vazgeçmedim yalnız. Bir o kadar da gönlüme giden yol için emek harcadım. Boş kaldığım vakitleri değerlendirdim bunun için. Zorlandım, yoruldum, bazen çok bunaldım ama istisnasız her gün elimden geleni yaptım. Elimden bir şey gelmediğinde dinlendim. Bedenimi ve ruhumu toparladığımda kaldığım yerden devam ettim. Olumsuzlar olsa bile, ben hep olumlu olanlara odaklandım. Çok şükür, bin şükür her geçen gün şartlar daha iyi oldu.

Bütün bunları, bugün yaşadığımız krizden dolayı hala maddi anlamda gelecek kaygısı duyanlar için anlatmak istedim. Para dediğimiz şey aslında bir kağıt parçasından başka bir şey değil. Ona yüklenen anlamlar olmasa, üzerinde en yüksek rakamlı olanının bile gerçekte bir lira kadar değeri yok. Muhtemelen kısa bir zaman sonra maddesel görünümü de kalmayacak.

Bolluk, bereket ise maddesel anlamda varlığını net bir şekilde göremediğimiz için çoğu zaman anlayamadığımız çok önemli bir değer. Düne kadar, yani koronadan önce; hayatımın en zorlayıcı dediğim günlerinden bugüne kadar gelirken; gerçekte ne kadar zengin olduğumu, bolluğu ve bereketini sunarak yaşam bana öyle güzel gösterdi ki.

Normalde insan bir sıkıntı yaşarken dünyada o sıkıntıyı sadece kendi yaşıyormuşçasına bir ruh haline giriyor. Pek çok kişinin benzer yollardan geçtiğini ve tüm sıkıntı ettiklerinin bir gün geçeceğini düşünemiyor. Oysa şimdi ilk defa tüm dünya insanıyla aynı sıkıntıyı eş zamanda yaşıyoruz.

Öyle ki tam bu satırları yazarken az önce çok yakın bir arkadaşımın dayısının Covid-19 virüsünden öldüğünü duydum. Kayıplarımız oluyor, daha da olacak, bu artık çok aşikar. Birebir kendi canımıza vurmasa da insan olarak canımız çok yanacak. Yine de beraberce tüm bu acıların içinden geçebileceğimize inanıyorum. Dilerim en az kayıpla olsun.

Didem Elif

Facebook
Twitter
Instagram