Düzenim bir aydan fazla bir zamandır karışık. İstanbul’a gitmeden önce herşey hızlı bir trenin içindeymiş gibi ilerlerken, şimdi son istasyonda durmuş yolcuların inmesini bekliyormuş gibi hissediyorum kendimi.
Bir haftadır içinde banyosu olan balkonlu küçük bir odada yaşıyorum. Kızımla yaşantımızı bu odaya sığdırıp öyle gitmiştim İstanbul’a. Geçen yazın aksine, evin diğer kısmını başkalarının kullanıma açmak daha çok fayda sağlayacağından, yıllardır kendime mesken bildiğim bu evdeki kalan zamanlarımı bu şekilde geçirmeyi planlamıştım. Bu her ne kadar günü ve belki de bir nebze geleceği kurtarsa da; planladığımın dışında aksilikler olunca, “şimdi”nin şartlarını epeyce zorlaştırdı.
Hayatımı daha ne kadar küçültebilirim bilmiyorum. Yalnız hayat mücadelemin içinde kendimi küçültmediğim tam tersine büyüdüğüm bir yaşama geçiş yaptığımı biliyorum.
Bir yandan güzel gelişmeler olurken, hayal ettiklerim neredeyse kapıya dayanmışken ve bunları her fırsatta sosyal medyada paylaşırken; can sıkan hatta yakan bir sürü şey oldu anlatmadığım, anlatamadığım. Annemin bir buçuk senedir içinde olduğu hasta haliyle İstanbul’da bir fiil yüzleşmek bunlardan biri mesela. Hala nesi var bulamıyorlar ve onun yaşam enerjisi kalmamış yorgun bedenine şifa bulamamak dışarıya yansıtmasam da beni çok üzüyor.
Birkaç ay sonra bundan böyle İstanbul’da yaşamayı planlarken, bunun için hiç de uygun bir zaman olmadığıyla yüzleşmem gerekti. Kızımla olan varlığımız ona her ne kadar iyi gelse de belli ki annemi daha çok yoracak. Ayrıca son dönemlerde Kaş halkından aldığım tepkiler ve yaklaşımlar, burada kalmamın -en azından bir süre daha- gerekli olduğunu fark etmeme sebep oldu. Belki de bu geçişi sağlıklı yapabilmem için iki taraflı bir çalışma ve yaşam sistemi oturmam gerek önce.
Bu yüzleşme çok ağır gelmedi aslında. Ne gerekiyorsa yapmaya hazırdım. Fakat İstanbul’dan döndükten bir süre sonra gribe yakalandım. Yazın ortasında böyle bir rahatsızlık yaşayınca ister istemez koronadan şüphelendim. Garip bir duygu doğrusu. Test sonuçlarım negatif çıkmasına ve aslında tamamen üst solunumla ilgili semptomlar çekmeme rağmen, korona olmuşum gibi rahatsızlık duydum. Ve o kadar hasta hissederken tarihi gelen ikinci aşımı olmaya da korktum.
Yeni bir şeyler yazmak şöyle dursun sevdiklerimle geçirdiğim güzel anları bile sosyal medyada paylaşmak çok zor geldi. Herkesi perişan eden orman yangınlarından önce benim içimdeki ağaçlar çoktan yanmaya başlamıştı sanki. İçime acı bir sessizlik oturmuştu. Bunun fırtına öncesi sessizlik olduğunu Türkiye’nin içine düştüğü faciayı izlerken anladım. Yanmak dışında hiçbir şey yapamayan ağaçlar gibiydim artık. Adım atmak istesem de hiçbir şekilde kımıldayamadım. Bu yanışın bitmesini beklemekten başka çarem yoktu.
Geçen hafta buzdolabı da bozulunca, anı ve geleceği kurtarmak için kurguladığım tek odalı hayat da beni epeyce zorladı. Aslında çok şirin ve keyif alacağım şekilde düzenlemiştim ama büyük tarafta kalan misafirler sıkıntı çekmesin diye bendeki mini buzdolabını ana eve taşıyınca bu sefer de benim için temel ihtiyaçlarımı karşılamak bile güç olmaya başladı. Evi, çiftliği, hatta köyü yanan arkadaşlarımın yaşadıklarını gördükçe, sokakta yatan insanların haberlerini izledikçe halime şükrediyorum elbette.
Yaptığım işler ister istemez durdu. Dursun adı üstünde iş bu. Şu süreçte maddi manevi çok zorlansam da; hayatımdaki karışıklığı yavaş yavaş toparlıyorum. Ben de çok daha iyi olacağım. Bedenimdeki etkileri anca geçen grip sonrası yarın ikinci aşımı vurulup, vücudumdaki antikorlarla birlikte yaşam savaşına yeniden yeşererek başlayacağım. Daha önce hiçbir yerde yayınlanmamış “Bütün Yaz” adlı yeni öykümün içinde olduğu Yaz Öyküleri kitabının çıktığı haberi ruhumu yeşertmeye başladı bile.
Didem Elif
Not: Yazıdaki görseli evimin ön balkonunda son oturuşumda çekmiştim.
Venüs’ün giyeceği gelinlik nihayet gelmiştir. Mars, Patara’dan elbiseyi getiren Noel Hoca’nın arkadaşına teşekkür edip doğruca kuaför salonuna gider. Gelinliği çalışanlara verir ve dışarıda beklemeye başlar. Başta ona söylendiği gibi üzerinden dört saat geçmiş olmasına rağmen Venüs’ün hazır olması çok uzun sürer. Nikah memuru da Noel Baba Kilisesi’ne gelmiştir. Çiftler ortalıkta görünmeyince oldukça merak eden Noel Hoca kuaför salonuna gider. Kapının önünde Mars’ın tek başına beklemekte olduğunu görür.
Noel Hoca – İnanmıyorum. Venüs hala hazır değil mi?
Mars – Bir türlü çıkmadı. Anlamıyorum ki bunca zamandır içeride ne yapıyorlar. Bir girip bakayım dedim. Almadılar. Tam hazır olmadan gelini görürsem uğursuzluk getirirmiş. Olacak şey değil! Yaşadığımız şu saçmalığa bakar mısın? Çaresizlik içinde beklemekten başka hiçbir şey yapamıyorum. Beynim durdu. Kitlendim kaldım burada resmen. Bir de bir dünya para ödedim ki aklın şaşar. Bu devirde evlenmek akıllara ziyan valla.
Noel Hoca – Canım içeri gir bak sen de. Uğursuzluk getirirmiş de ne demek.
Mars – Aman yok. Sonra başımıza kötü şeyler gelir filan. İstemem.
Noel Hoca – Uğursuzluk diye bir şey yok biliyorsun değil mi?
Mars – Nasıl yok? Niye öyle diyorlar bana o zaman?
Noel Hoca – Saçma sapan batıl inançlar işte. Oysa islamiyette uğursuzluk inancı yoktur. Hatta insanların yaşadığı kötü olayların her zaman hayra yorulması konusunda peygamberin hadisleri var. Müslüman olan bir ülkede nasıl oluyor da hala böyle şeylere inanıyorlar anlamak güç. İnsanın başına ne gelirse gelsin, korku ve endişe duygusundan sıyrılıp yaşanan olayla ilgili her zaman soğuk kanlı bir şekilde o an yapılması gerekene odaklanılmalıdır.
Mars – Ay Noel Hoca din dersine başlama şimdi de ne olursun. Anladık hocalık yapmayı pek seviyorsun ama inan bana şu an hiç zamanı değil. Ayrıca senden saatlerce felsefe dinleyebilirim onda sıkıntı yok da din dersi vermene tahammül edebileceğimi hiç sanmıyorum. Ben hiç sevmem bu konuları.
Noel Hoca – :)) Peki. Sen uğursuzluk olmasın diye burada beklemeye devam et o zaman. Ben Noel Baba kilisesine geri dönüyorum. Nikah memuru geldi. Haber vereyim dedim.
Mars – Davetliler geldi mi?
Noel Hoca – Davetliler derken?
Mars – Hani sevdiğin kızı çağıracaktın ya.
Noel Hoca – Ha o mu? Gelmeye çalışacağını söyledi ama henüz gelmedi malesef. Ben de senin gibi bekliyorum anlayacağın. 🙂
Noel Hoca Mars’ın yanından ayrılır. Kısa bir süre sonra Venüs ile Del4 kuaför kapısından çıkarlar. Mars Venüs’ü görünce çok heyecanlanır.
Mars – Tanrım Venüs ne kadar güzel görünüyorsun. Diktiğim elbise sana ne kadar da yakışmış.
Venüs – Sahi mi? Gerçekten mi? Ben kendimi hiç beğenmedim valla. Bu kadar uzun sürdüğü için özür dilerim. Bir türlü ayarlanamadım. Yalnız neden ayakkabıyı topuklu aldın. Bunlarla yürümek çok zor. Üstelik altı sürekli kayıyor. Baksana ayakta bile duramıyorum.
Mars – Topuklu ayakkabı seksi durur diye düşündüm. Arada giysen hiç fena olmaz yani. Hem nereden bileyim ayakkabının kayacağını canım. Sanki deneyerek mi aldım?
Venüs – :))))
Del4 – Valla ben ayakkabı seçimine bayıldım. Gerçekten çok seksi duruyor Mars. Yalnız Venüs haklı. Ayakkabıyı çok beğenince bende nasıl duracak bir deneyeyim dedim. Artık giyinme odasındaki halıdan mı bilmem ayaklarım sürekli kaydı. Venüs’ü Noel Baba kilisesine kadar kucağında taşıman gerekecek gibi. Topuklu ayakkabılarla kucağa alma sahnesini eminim başka türlü hayal etmiştin ama yapacak bir şey yok artık.
Mars’ın yüzü kızarır. Venüs’ü hiç düşünmeden kucağına alır ve sadece onun duyacağı şekilde kulağına fısıldar.
Mars – Bu kadınla ancak alışverişe ve kuaföre gitmene izin veriyorum. Onun dışında sokağa çıkman yasak. 🙂
Venüs – Hahaha. Gerçekten beni kucağında mı taşıyacaksın? Ay çok eğlenceli.
Mars – Bir de bana sor. Bu Elif’in kesin erkeklerle sorunu var. Kesin! Yalnız kalmış olmasına hiç şaşmamalı.
Del4 & Venüs – :))))))
Mars Venüs’ü düğünün gerçekleşeceği Noel Baba kilisesine kadar kucağında taşımak zorunda kalır. Çok yorulmuştur. Onları bu halde gören Noel Hoca şaşırır.
Noel Hoca – Off. Yine mi adet uygulatıyorlar sana. Kızlar, gelini kucağında taşıma adeti düğünden önce değil, yer altında yaşayan kötü ruhlar içeri girmesin diye düğünden sonra birlikte yaşanılacak eve girerken yapılır. Boş yere perişan ediyorsunuz adamı.
Del4 – Ne adeti canım. Kızın ayağı kayıyor. Buraya kadar saçından sürükleyerek mi getirseydi yani?
Noel Hoca – Valla mağaralarda yaşanıldığı dönemde atalarımız öyle yaparmış. 🙂
Del4 – Biliyor musun Noel Hoca. Senin bu sivri zekana bayılıyorum. Ahh şu an senin yaşlarında olacaktım var yaaa…
Noel Hoca kızarır. Mars Venüs’e yaklaşıp kulağına fısıldar.
Noel Hoca – Kuaför ve alışveriş dışında bir yere gidemezsin. Çok ciddiyim.
Venüs – :))))
Del4 – Sen de ne habire fısıldaşıyorsun canım. Ayıp oluyor ama. Zaten Venüs yürümediği için ayakkabının altına yazdığım ismim silinmeyecek diye canım çok sıkkın.
Mars – Senin de dert ettiğin şeye bak. Esas Venüs’ü taşırken belim çok ağrıdı. Sanırım düğünden sonra birkaç gün yatmam gerekecek.
Del4 – Nasıl yani? Venüs’ü balayına götürmeyecek misin?
Mars – Balayı mı? Biz tüm okuyucuların huzurunda çıktık ki balayına. Aya götürdüm ya Venüs’ü. Geçmiş bölümleri unuttun mu?
Del4 – Öyle balayı mı olur? Okuyucular her satırını okuyorsa ne anladım ben o balayından. Sadece ikinizin başbaşa olacağı kimsenin sizi rahatsız etmeyeceği bir yere gitmeniz lazım. Özel bir yere.
Mars – İyi ki bir evlenelim dedim. Bu düğün işine ne kadar çok karışılıyor Allah aşkına. “Düğün olur iki kişiye, kaygısı düşer deli komşuya,” diye boşuna dememişler demek ki.
Venüs – Del4 doğru söylüyor. Gerçekten başbaşa bir yere gitsek ne güzel olur Mars. Şöyle bir kaç gün.
Mars – Sen ciddi misin?
Venüs – Evet. Neden olmasın! Meğer evlenmek ne sıkıntılı bir şeymiş. Şu an düşününce, balayına çıkma fikri bile yüreğime su serpti inan ki.
Del4 – Bunlar gene güzel sıkıntılar. Dua edin de boşanma noktasına gelmeyin. O süreç çok daha sıkıntılı.
Mars – İyi de nereye gideceğiz?
Noel Hoca – Önce şu düğün olayını halledelim bunu sonra konuşursunuz. Nikah memuru bir saattir sizi bekliyor. Hadi gelin benimle.
Venüs ve Mars aynı anda nikah memurunun olduğu yöne bakarlar. Gördükleri kişi karşısında çok şaşırırlar.
Didem Elif
Not: Ülkemizin en güzel yerleri, canlılarımız, doğamız, CANIMIZ günlerdir cayır cayır yanıyor. Kimimiz sahada kimimiz ekran başında dehşet içinde buna seyirci kalıyoruz. Elimden hayal üretmekten daha fazlası gelmiyor. Elbet bitecek bu felaket. Elbet bunun da sonu gelecek. Yüreğime su serpecek tek bir düşünce var şu an. Her şey bittiğinde kaldığımız yerden yeniden başlayacağız.
Pek şikayet eden bir kişiliğim yoktur ama son yıllarda sürekli yoğunluktan şikayet ederken buluyorum kendimi. Dört gün sonra on günlüğüne İstanbul’a gideceğim ve Kaş’taki son haftalarım inanılmaz yoğun geçiyor. Kuzenimin düğünü vesilesiyle ortaya çıkan İstanbul seyahatimin ilk günü bile uçaktan iner inmez hızlıca hazırlanıp davete yetişmem gerek. Normalde düğün gününe uçak bileti almak pek benlik bir hareket değil ama kesişen planlar böyle gerektirdi.
Var olan yoğunluğun üzerine de habire ekstra işler çıkıyor. İki hafta önce bir tanıdığım beni arayıp bir gün sonra gerçekleşecek Kaş Turizm ve Tanıtma Derneği’nin seçim kurulunda görev almamı istedi mesela.
Önce kabul edemeyeceğimi, çok yoğun olduğumu söyledim. Ayrıca böyle işlere bulaşmak istemediğimi de belirttim. Birbirine tezat bilinen iki aday vardı ve her ne kadar taraflardan birine oy verecek olsam da, Kaş’taki konumum itibariyle kimseyi etkilememek yani tarafsız kalmak istiyordum. Arayan tanıdık, Kaş’lıydı ve açıkçası benden böyle bir istekte bulunmasını hiç beklemediğim bir isimdi. Kaş için önemli bir seçim olduğunu ve sandık başında halkın güven duyduğu isimlerin görev almasının gerekliliğini anlattı. Tam da tarafsız duruşumdan dolayı bunun için en doğru isimlerden biri olduğumu söyledikten sonra da, “Ben senden ricada bulunmuyorum, o gününü boşalt onu haber veriyorum. Senin gibi insanların en büyük sorunu bu. Elinizi taşın altına koymak istemiyorsunuz. Sen yapmazsan, o yapmazsa biz nasıl düzlüğe çıkacağız,” dedi. Son cümlesindeki haklılığına karşı bir savunmam olmadığı için teklifini kabul etmek zorunda kaldım.
Planlandığı gibi olmadı ve seçim bir hafta sonraya ertelendi. Doğrusu ilk başta ben bu görevin benden sadece zaman götüreceğini düşünmüştüm. Geçen hafta Cuma günü görev başına geçtiğimde ancak meselenin ciddiyetini kavradım. İki başkan adayı arasında kıyasıya bir rekabet vardı ve Kaş resmen ikiye bölünmüştü. Söylediklerine göre Kaş Turizm ve Tanıtma Derneği’nin tarihindeki en yüksek katılım olmuştu. Oldukça zor ve yorucu bir gündü.
Daha önce belediye seçimlerinde iki kez sandıkta görev almıştım. Üstelik ikisinde de hamile olmama rağmen çok zorlanmamıştım. Çıkan sonuçtan memnun olmasam bile ekip olarak tüm aşamaları sakin ve keyifli bir şekilde tamamlamıştık. Kaş Kültür Evi’nde gerçekleşen seçimde ise üç kişilik Divan Kurulu olarak üzerimizde çok büyük bir baskı vardı. Kaş’ın köyleri dahil olmak üzere dört bir yanından oy kullanmak için akın akın gelen insanların acelecilikleri, gergin ve memnuniyetsiz tavırlarıyla baş etmek durumunda kalmıştık.
Oy verme işlemi sonlanana kadar -yani neredeyse beş saat boyunca- yerimden bir dakikalığına bile kıpırdayamadım o yüzden. Sayıma geçildiği aşamada anca rahatladım. Hatta bu süreçte -benzetme için affola ama- sanki bir at yarışı izler gibi heyecanlandığımı belirtmem lazım. Zarflar açıldıkça, bir yandan çetele tutarken, çoğunlukla başa baş giden rakiplerden hangisinin kazanacağını ben de en az herkes kadar merakla bekledim. Bir aday iki oy öne geçiyor bir kaç dakika sonra diğeri onu yakalıyor, çok geçmeden o aday tekrar geride kalıyor, ardından bir daha yetişiyor hatta bu sefer o iki oy öne geçiyor, bir daha beraberlik yakalanıyor filan derken -yine heyecanlı bir at yarışındaki gibi- son anda adaylardan biri atak yaptı ve seçimi dokuz oy farkla kazandı. Allahtan başımızda bekleyen herkes sonucu sakin karşıladı.
Cumartesi günü Kaş’ın aynı anda üç ayrı yerinde çıkan orman yangınlarını sindiremeden daha, tüm Türkiye’nin içini acıtan Elmalı Davası ise çok daha başka bir sorumluluk yükledi üzerime. Açıkçası bir dernek seçimi için istendiğinde Kaş’ın merkezine ne kadar insan toplanabildiğinin canlı tanığı olunca, bu sefer adaletsizliğe karşı durmak adına bu sorumluluğu gönüllü olarak üstlendim. Bir taraftan ona koşturuyor bir taraftan kendi işlerimi tamamlamaya çalışıyorum. Aslında öncelikli olarak yazmam gereken bir antik kent yazısı işi var ama kafamı boşaltıp bir türlü konsantre olamıyorum.
Bunaltan sıcaktan mı yoksa içine düştüğüm telaş duygusundan mı bilmiyorum bu gece yarısı birdenbire uyandım. Tekrar uyumayı denedim. Beceremeyince kalkıp iş yapmaya çalıştım. Yok o da olmadı. Ben uyurken gelip birileri yastığımın başucuna bir öykü bırakmıştı sanki. İlk okuduğumda beni çok etkilemiş olan, uzun yıllar önce okumama rağmen ismini unutmadığım Ferit Edgü’nün “Kentin Üzerinde Dayanılmaz Bir Koku” adlı öyküsü.
Kitaplarımın çoğu eski eşimin kaldığı evde olduğundan, hatırlamak adına yeniden okumak için internette aradım. 1968 yılında yazmış bu öyküyü Ferit Edgü. Duygusu içime işlemiş satırları tekrar okurken, gecenin köründe neden başucumda bulduğumu daha iyi anladım. Benim gibi siz de açıp okur musunuz bilmem ama üzerinden onca yıl geçmiş olmasına rağmen kentin üzerindeki dayanılmaz kokunun hala geçmediği belli oluyor… Bir öyküyle bizi uyarmaya çalışan yazarın, insan kardeşleri olarak, yıllarca kentin üzerindeki dayanılmaz kokuya o kadar umarsız kalmışız ki; geldiğimiz noktada bugün bir çocuk resmine bile bakmaya dayanamıyoruz.
Mars; Venüs ve Del4’u kuaföre bıraktıktan sonra çarşıdan Venüs’e düğün ayakkabısı alıp Noel Baba kilisesine gider. Noel Hoca o sırada düğün hazırlıklarıyla uğraşmaktadır.
Mars – Bu balonlar da neyin nesi? Sadece elbiseyi getirtmen ve gerekli düğün işlemlerini ayarlaman yeterliydi.
Noel Hoca – Ortamı süslemeden hiç düğün olur mu?
Mars – Bu düğün denen şeyin neden bu kadar caf caflı olması gerekiyor hiç anlamıyorum. Neyse bayağı uğraşmışsın. Ellerine sağlık. Peki diğer konular tamam mı? Her şey yolundadır umarım. Gerçi üç saatimiz var. Kuaför kızları dört saat sonra gidip almamı söyledi. İnanabiliyor musun? Ev mi inşa edecek kafalarına anlamadım valla…
Noel Hoca – :)) Hazır sayılır. Arkadaşım elbiseyi getirmek üzere. Nikah memuru da bir saate kadar gelmeye çalışacaktı. Arayıp vaktimiz olduğunu söyleyeyim öyleyse. Acele etmesin.
Noel hoca cep telefonuyla kısa bir konuşma yaptıktan sonra telefonunda bazı tuşlara basarak bir süre etrafla bağını koparıp kendi kendine oyalanır. Mars, Noel hocanın yüzünün birden asıldığını fark eder.
Mars – Hayırdır kötü bir haber mi var?
Noel Hoca – Tam tersine hiç haber yok.
Mars – Kimden? Elbiseyi getirecek arkadaşından mı yoksa?
Noel Hoca – Hayır hayır. Onunla daha yeni konuştum. Dediğim gibi birazdan burada olacak. Söylediğim benimle ilgili bir şey. Senin endişelenmene gerek yok.
Mars – Bir haber beklediğini bilmiyordum. İşle mi ilgili?
Noel Hoca – Bugün benim doğum günüm ya. Şu sevdiğim kız. Aramadığı gibi kutlamak için mesaj bile atmamış.
Mars – Doğum gününün senin için önemli olmadığını sanıyordum.
Noel Hoca – Aslına bakarsan ben de öyle sanıyordum. Bazen insan kendini bile anlayamıyor ki. En umursamaz göründüğümüz belki de en umursadığımız şeydir Mars.
Mars – Taşınmak için bu günü seçmen başından beri bana tuhaf gelmişti. Biz peşine takılmasak yalnız olacaktın resmen. Umarım bugün düğün yapma fikrim seni rahatsız etmemiştir.
Noel Hoca – Hayır tabi ki. Dediğin gibi siz olmasaydınız eğer yalnız olacaktım. Sayenizde kutlama enerjisine girdim. Ne güzel oldu. Elimde olmadan bir yandan haber bekliyorum işte. Yoksa sizin düğün işleriyle uğraşırken aklım dağılıyor aslında.
Mars – Yine de onun araması senin için her şeyden önemli öyle değil mi?
Noel Hoca’nın yüzü kızarır. Başını önüne eğer.
Mars – Neden sen onu aramıyorsun?
Noel Hoca – Ne münasebet! Doğum günümde ben onu niye arayacakmışım?
Mars – Düğünümüze davet etmek için.
Noel Hoca bu fikre oldukça şaşırır.
Noel Hoca – İyi de saçma olmaz mı? Sizi tanımıyor bile.
Mars – Elif’i okumuyor diyorsun yani. Hmm… Venüs burada olsa şimdi, “Elif’i okumayan birine aşık olduğuna inanamıyorum,” derdi. Ha bir de hala ona açılmadığın için sana söylenirdi.
Noel Hoca – :)) Direkt söylememiş olabilirim ama ona olan duygularımı bilmemesi imkansız. Aşkımı belli edecek o kadar çok şey yaptım ki. Belki de dost olmak istiyor sadece. Bilemiyorum. Birini istemediği bir ilişkiye zorlamak en son yapacağım şey.
Mars – İşte bunu anlamak için onu mutlaka düğüne çağırmalısın. Bazı şeyleri çok fazla düşündüğün için göremiyorsun şu an belki ama gözlerine baktığında anlayabilirsin. Hele Venüs dayanamayıp onun da kanına girerse bir bakmışsın çifte düğün yapıyoruz.
Noel Hoca – Yok canım ne düğünü. Ben evlenmek istemiyorum ki. Sadece aşkımı dolu dolu yaşamak istiyorum hepsi o kadar. Ayrıca illa her aşk evlilikle sonuçlanmak zorunda değil.
Mars – Orası öyle tabi. Zaten gerçeği söylemek gerekirse, ben de senin yerinde olsam kesinlikle evlenmezdim. Ne akla hizmet girdim bu yollara bilmem.
Noel Hoca – :))
Mars – Sen yine de ara kızı ve düğüne davet et. Doğum gününü kutlamasını filan beklemene de gerek kalmayacak böylece. Hadi ama acele et.
Noel Hoca derin derin düşündükten sonra Mars’ın dediğini yapar. O sırada kuaför salonunda Venüs gözleri kapalı bir şekilde makyaj koltuğuna başını yaslamıştır. Del4 hemen yanında durarak makyajının yapılmasını izlemektedir.
Venüs – Sahi mi? İlk kez makyaj yaptırıyorum. Sonucu çok merak ediyorum.
Makyöz – Evettt bitti… Şimdi aynaya bakabilirsiniz hanımefendi.
Venüs aynaya bakar bakmaz bir çığlık atar. Yansımasında gördüğü kendini tanıyamaz.
Venüs – Bu da ne!
Makyöz – Ne oldu hanımefendi? Bir sorun mu var?
Venüs – Ben ne hale gelmişim böyle. Bu çok abartı. Hayatta ben bu şekilde dolaşamam. Ne olur makyajımı silin.
Del4 – Delirdin mi Venüs? Şahane bir makyaj yaptı kadın sana.
Makyöz – Neden beğenmediniz anlamadım. Zaten yüzünüz çok güzel. Şu an sanki dergi kapaklarındaki kızlar gibi oldunuz.
Venüs – İşte tam da bu yüzden sevmedim. Yanlış anlamayın ne olur. Bir saat de uğraştınız. Çok güzel olmuş gerçekten de ama bu ben değilim ki. Kapak kızı filan olmak istemiyorum ben. Neredeyse ağlayacağım ne olur silin.
Makyöz – Tamam peki. Nasıl isterseniz. Yalnız ilk defa böyle bir şey görüyorum. Gerçekten ağlamaklı oldunuz. İsterseniz biraz ara verelim. Şu koltuklara oturun biraz. Ben size bir kahve getireyim. Bir rahatlayın önce. Evleniyorsunuz unuttunuz mu? Bugün en mutlu gününüz olmalı. Kimse üzgün bir gelin görmek istemez değil mi?
Del4 – Doğru söylüyor Venüs. Gel şurada biraz oturalım da biraz kendine gel. Sanırım bu stres sana çok fazla geldi.
Venüs ve Del4 koltuklara geçerler.
Venüs – Allahım her taraf ayna dolu. Ne tarafa baksam kendimi görüyorum. Bir yabancıya bakıyormuş gibi hissediyorum.
Del4 – Bu kadar takılma birazdan silecek kız merak etme. Hadi başka şeylerden konuşup kafanı dağıtalım.
Venüs – Evet haklısın. Başka bir şeylerden konuşmak iyi gelebilir. Hadi anlat!
Del4 – Ne anlatayım?
Venüs – Şu sevdiğin adamdan bahset bana biraz.
Del4 – Sevdiğim adam mı? Öyle biri yok ki.
Venüs – Yok mu? Gerçekten mi? Ben hep birine aşık olduğunu düşünmüştüm. Hayatında gerçekten kimse yok mu senin şimdi? Genç güzel bir kadınsın nasıl oldu da şimdiye kadar evlenmedin hayret.
Del4 – Evlendim canım.
Venüs – Evlendin mi? Vay habere gel. Aşk olsun Del4 ama. Bugüne kadar niye anlatmadın bunu?
Del4 – Sormadınız ki. Hem bitmiş bir şeyi konuşmanın bir anlamı yok bence.
Venüs – Demek aşkınız bitti.
Del4 – Aşk yoktu. Mantık evliliği yapmıştım.
Venüs – Mantık evliliği mi? Elif’in şu Mantık öyküsündeki gibi önermelerin sonucunda gerçekleşen bir evlilik mi yani?
Del4 – :)) Onun gibi bir şey.
Venüs – Aşkı yaşamamış olmana üzüldüm doğrusu.
Del4 – Aşk yaşamadım demedim aslında. Sadece evlendiğim kişi aşık olduğum kişi değildi.
Venüs – Ayy daha da merak ettim bak şimdi. Baştan anlatsana sen şu işi.
Del4 – Aslına bakarsan Elif’in Mars ve Venüs hikayelerini okuyana kadar ben aşkın hep geçici bir şey olduğuna inandım. Aşkı bulduğumda onu koruyamayacağımı düşündüğümden de, yoluma aşık olduğum adam yerine dost olacağım adamla devam etmek daha mantıklı geldi.
Venüs – Birine aşıktın ve başka biriyle evlendin yani öyle mi? Kusura bakma ama bu mantık denen şey bana başından beri çok saçma geliyor.
Del4 – Ama çok imkansız bir ilişkiydi. Paris’te yaşıyordu. Hostes olduğum zamanlarda tanışmıştık. O kadar az görüşebiliyorduk ki. Birbirimizi doğru düzgün tanımıyorduk bile.
Venüs – Ne? Sen bir zamanlar hostes miydin? Hikaye gittikçe ilginç bir hal alıyor. Yalnız Paris de ne soğuk ve itici bir şehir gelmişti bana ilk gördüğümde. Demek sen hep söyledikleri gibi aşkı orada buldun.
Del4 – 🙂 Biraz öyle oldu. Paris’e değilse de ona ilk görüşte aşık oldum. O yüzden de sırf onu görmek için sonrasında defalarca Paris’e gittim. Çok sık değil tabi. Maddi manevi beni zorlayan bir süreçti. Sürekli uçuşta olduğum için sadece üç gün ayarlayabiliyordum. Bana bir saat gibi gelen üç gün. Her anını hiçbir şeyle değiştirmeyeceğim sarmaş dolaş geçen üç kısacık gün. Bazen iki üç ayda bir olurdu bu. Bazen şansım yaver giderse ayda iki kez.
Venüs – Bu arada evli değildin ama değil mi? Kocanı aldattığını anlatmayacaksın umarım bana. Bak düğüm günümde kalpten giderim ona göre.
Del4 – 🙂 Hayır evli değildim ama o sıralar benimle evlenmek isteyen bir arkadaşım vardı. Bir gün bir ilişkim olduğunu öğrendi. Ona aşık olmadığımı bir başkasına aşık olduğumu söylediysem de yine de benden vazgeçmedi. Pelobates’in beni kullandığını söyleyip durdu.
Venüs – Pelobates mi? Adamın adı bu mu? Bir de Fransız’a mı aşık oldun yani? Ay çok seksi olduklarını söylüyorlar. Doğru mu?
Del4 – 🙂 Yok Fransız değildi. Latin kökenliydi galiba. Hakkında çok fazla şey bilmiyordum aslında. Böyle şeyleri konuşmazdık. Arkadaşım Demir’le ise her şeyi konuşabiliyorduk. Sanat, felsefe, edebiyat, ilişkiler aklına gelebilecek her şey. Ben her zaman bir evlilikte en önemli şeyin konuşabilmek olduğunu düşünmüşümdür. Tıpkı Mars ve senin aranızda olduğu gibi.
Venüs – Evet ama bizim aramızda aşk da var. Konuşabilmek çok önemli tabi de, yine de bence güzel bir ilişki için ikisi de olmalı.
Del4 – Ama zaten o bana aşık değildi. Aşkla tutkuyu karıştırdığımı söylerdi. Bunu sürdürürsem çok üzülecektim.
Venüs – Böyle şeyler konuşmazdık dedin ne yapıyordunuz üç gün boyunca peki?
Del4 – Şeeey… 🙂
Venüs – Sana inanmıyorum Del4. Üç gün boyunca mı?
Del4 – Dur canım düşündüğün gibi değil. Biz onunla tamamen anı yaşardık. O an nerede olduğumuz ne konuştuğumuz önemli değildi. Bazen üç gün boyunca odadan hiç çıkmazdık. Bazen de başı boş bir şekilde sokaklarda sabahlardık. Onunla konuşarak sabahladığım geceler öyle başkaydı ki. Hem bu ilişkinin sonu yok diye üzülür her seferinde uzaklaşmak isterdim, hem de kulağımdan tüm hücrelerime yayılan cümleleri hiç bitmesin isterdim.
Venüs – Adamın nereli olduğunu bile bilmiyorsun. Ne konuşurdunuz o kadar saat?
Del4 – Belki de başkalarıyla konuşmadığımız, kendimize bile itiraf etmediğimiz şeyleri. Evrende sanki sadece ikimiz vardık. Geçmişsiz, geleceksiz, mekansız… Hiçbir hesaplamanın olmadığı tüm çıplaklığımızla ikimiz. Sanki kimsenin bilmediği bir toprak parçası bulmuştuk da, sadece ikimizin yaşadığı yeni bir ülke inşa etmeye çalışıyorduk.
Venüs – Ülke mi?
Del4 – Ülke inşa etmeye çalışıyorduk dediğime bakma tabi. Bazen yeni bir ülkeye taşınmayı çok istersin ama hiçbir zaman buna cesaret edemezsin ya hani. Onun varlığı işte benim için tam da böyle bir şeydi.
Venüs – Ve bu yüzden de aşık olduğun adamı bırakıp evlendin yani öyle mi?
Makyöz birden kızların yanına gelerek konuşmalarını böler.
Makyöz – Hadi gelin makyajınızı çıkarayım. Bu arada biraz kafanız dağılıp rahatladınız umarım.
Venüs – Ahh hiç sormayın. Kafam gerçekten öyle bir dağıldı ki size anlatamam. Şu an neredeyim, ne yapacağım her şey birbirine karıştı.
Del4 – :)) Kafanı dağıttığıma sevindim. Sen şimdi tüm anlattıklarımı unut ve içinde olduğun anın tadını çıkar. Bugün çok güzel bir gün olacak. Hadi artık biraz gülümse…
Didem Elif
Not: Hayat, içinden geçtiğimiz günlerde o kadar değişken ki… Sürekli planlar değişiyor. Normalde şu anda kuzenimin düğünü için İstanbul’a gelmiş olacaktım. Kısıtlamalı pandemi süreci devam ettiği için davetleri ertelendi. Ne zaman olacağı da belli olmadığından, son anda uçak biletimi iptal ettim. Her ne kadar düğünde giymeyi planladığım elbiseyi hala giyememiş olsam da, karakterlerim aracılığı ile bir düğün hikayesinin içinde kalmaya devam ediyorum. 🙂
Mars, Venüs, Noel Hoca ve Del4 hep birlikte keyifli bir yolculuk yaptıktan sonra Demre’de bulunan Noel Baba Kilisesi’nin içindedirler.
Venüs – İyi ki senin peşinden sürüklenmişiz Noel Hoca. Hele adının olduğu bir kilisede doğum gününü geçirmek ne iyi fikir oldu. Pencerelerden sızan ışık insanı nasıl da büyülüyor. Kilise olarak bugüne kadar yapı anlamında çok daha etkileyici yerler gördüm ama garip bir şekilde buranın enerjisi bana şu an çok iyi geldi.
Del4 – Deminden beri konuşmayayım, bugün de tatil yapayım, diye kendimi tutuyorum ama anlaşılan gene dayanamayacağım. Noel Baba Kilisesi çok özel bir yerdir. Özellikle de Hristiyanlar için. Myra olarak bilinen bu topraklara Hristiyanlar hac ziyareti niyetiyle gelir.
Venüs – Demek o yüzden şuradaki yabancı kadınların başları kapalı.
Del4 – Evet. Onlar için çok kutsal bir yerdeyiz.
Mars – İyi ama Noel Baba aslında hayali bir karakter. Gerçekte öyle biri yok ki. Adına bir kilise yapacak kadar Hristiyanların onu niye bu kadar önemsediklerini anlamıyorum.
Noel Hoca – Noel Baba olarak bilinen Aziz Nicholas’ın gerçek hayatta yaşadığına inanılır. İlk karşılaştığımızda da Elif sizin diyaloglarınızda bunu anlatmıştı aslında.
Del4 – Doğru. 4. yy.’da yaşamış olan Aziz Nicholas etrafına olan yardım severliği ile bilinir. Patara’da doğmuştur ve sonra Demre’ye yerleşmiştir. Bu kiliseyi o öldükten sonra yapmışlar. 20. yy.’dan sonra ise Noel Baba’yı yılbaşında hediyeler dağıtan hayali bir kahramana dönüştürmüşler.
Mars – Sizi dinlerken aklıma şahane bir fikir geldi.
Venüs – Sahi mi? Nedir?
Mars – Yalnız Noel Hoca önce seninle özel olarak konuşabilir miyiz?
Noel Hoca – Tabi ki.
Mars – Bana biraz müsaade et aşkım. Hemen geliyorum.
Noel Hoca ve Mars konuşmak için kilisenin içinde kimsenin olmadığı bir bölüme geçerler.
Noel Hoca – Hayırdır Mars ne oldu?
Mars – Bana hemen bir nikah memuru bulabilir misin?
Noel Hoca – Nikah memuru mu? Hiç bir şey anlamadım.
Mars – Anlaşılmayacak ne var? Venüs’e evlenme teklif edeceğim. Tamam Elif’in eski diyaloglarından birinde Tanrı’nın huzurunda sevişerek evlendiğimiz yazıyor ama bizi okuyan herkes biliyor ki gerçekte bir düğünümüz olmadı. Eğer her şey yolunda gider de hayal ettiğim gibi gelişirse, bugün düğün günümüz olacak. Sen bana bunu hemen organize edebilir misin onu söyle.
Noel Hoca – Nikah memurunu ayarlayabilirim sanırım. Başka ne yapmamı istiyorsun?
Mars – Biliyorsun Bayram adlı bölümde terzi olmaya karar vermiştim. Elif daha o bölümleri yazmadığı için okuyucunun henüz haberi yok ama senin doğum gününe kadar geçen süre zarfında ben terzi oldum ve Venüs ile birlikte işlettiğimiz Patara’da yeni bir mağaza açtık biliyorsun.
Noel Hoca – Evet doğru. İleri geri anlatımlardan dolayı o kısımları Elif sanırım sonra yazacak. Mağazanın adı çok ilgimi çekmişti doğrusu: “Boticelli.”
Mars – Evet. 1400’lü yıllarda Venüs ve Mars’ı resmetmiş Rönesans dönemi ressamlarından Boticelli’den esinlenmiştik. Geçenlerde onun resmindeki Venüs adını verdiği kadının giydiği kıyafete çok benzeyen bir elbise dikmiştim. Venüs’ün gelinlik olarak giymesi için o elbiseyi bugün buraya getirtmemiz lazım.
Noel Hoca – Trendyol’dan bile bu kadar kısa sürede elbise getirtemezsin normalde ama senin için elimden geleni yapacağım Mars. Bari dükkanın anahtarını paspasın altına koyduğunu söyle de, Elif mağazanın mozaikten yapılmış o güzelim camını kırdırmak zorunda bırakmasın beni.
Mars – Evet doğru. Nerden bildin? Anahtarı tam da paspasın altına koymuştum.
Noel Hoca – :))) Mars da olsan Türksün sonuçta. O yüzden bunu bilmek çok zor olmadı. 🙂 Neyse o zaman bana bir saat zaman ver tamam mı? Ben her şeyi halledeceğim.
Noel Hoca Mars’ın yanından uzaklaşırken eline telefonu almış ve birilerini aramaya başlamıştır bile. Mars tekrar Venüs ile De4’un bulunduğu bölüme gider.
Venüs – Hele şükür geldin. Hadi anlat. Fikrini çok merak ettim.
Mars hiçbir şey söylemeden Venüs’ün önünde diz çöker.
Venüs – Neler oluyor Mars? Beni korkutuyorsun. Sen iyisin değil mi?
Mars – 🙂 İyiyim, iyiyim merak etme. Filmlerde böyle yaptıklarını görmüştüm. Biraz sakin olup bir müsaade edersen sana evlenme teklifi yapmaya çalışıyorum Venüs.
Venüs – Ne? Evlenme teklifi mi?
Del4 – Aman Allahım! Ayyy çok romantik… Bu ana şahit olduğuma inanamıyorum.
Mars – Uçaktayken Türkiye’de bir düğün istediğini söylemiştin. Bunun için şu andan daha iyi bir zaman düşünemiyorum doğrusu. Baksana Elif’in karakterleri ile bir arada çok güzel bir gün geçiriyoruz. Üstelik büyülü bir ortamdayız. Noel Hoca ile konuştum. O gerekli olan her şeyi ayarlayacak.
Venüs’ün yüzünde ciddi bir ifade vardır. Kollarından tutarak Mars’ı çömeldiği yerden kaldırır.
Mars – Bu seni hiç heyecanlandırmamış gibi görünüyor. Mutlu olursun sanmıştım.
Venüs – Evet düğün istemiştim haklısın. Konuşmalarım yüzünden seni istemediğin bir şeye sürüklemek istemem. Benimle evlenmek zorunda değilsin Mars.
Mars – Mecburiyetten söylemiyorum ki. Seninle birlikte burada olmak benim için düğün gibi zaten. Bu güzel günü taçlandırmak istedim sadece. Aslına bakarsan birden aklıma geldi. Senin de benim kadar heyecanlanacağını düşünmüştüm.
Venüs – Türk adetlerine göre düğün yapmanı istiyorum derken Noel Baba’nın yaşadığı toprakları da kastetmemiştim doğrusu.
Mars – :)))) Bu evet dediğin anlamına mı geliyor?
Venüs – Tabi ki evet Mars. Yalnız bu kadar kısa sürede Noel Hoca her şeyi nasıl organize edecek? Keşke daha önceden ayarlasaydık.
Mars – Sen şimdi bunları düşünme. Bir saatimiz var. Hadi gel seni hemen Demre’de bir kuaföre götüreyim.
Del4 – Öhö öhö…
Mars – Kusura bakma Del4. Seni burada yalnız bırakacağız ama bizi anlayışla karşılayacağını düşünüyorum.
Del4 – Neden burada yalnız kalacakmışım? Belki bilmiyorsun ama Türk adetlerine göre gelinin ailesini ve yakın arkadaşlarını da senin kuaföre götürmen gerekiyor Mars.
Mars – :)) Ah doğru! Evleniyorum diye bugün beni herkes kaz gibi yolacak. Nasıl da unuttum?
Venüs – :))))
Del4 – Peki ya gelinlik? Bu güzelim kadın gelinlik giymeden mi evlenecek?
Mars – Daha yeni çok özel bir elbise dikmiştim. Sürekli Venüs’ün üzerinde deneyerek çalıştığım için tam ona göre oldu. Elbiseyi ütülerken bana ne dediğini hatırlıyor musun Venüs?
Venüs – Ah evet. Bunu satın alan kadın, giydiğinde kendini bir gelin gibi hissedecek demiştim.
Mars – İşte o yüzden saçın da yapıldı mı harika bir gelin olacaksın o elbiseyle Venüs.
Venüs – Tanrım. Bütün bu olanlar şaka gibi.
Del4 – Peki ya ayakkabı? Bir gelin ayakkabısı da gerek.
Mars – Canım Venüs de ayakkabısız bir gelin olur. Elif beni onca zaman ayakkabısız gezdirdi sonuçta. O kısmı da öyle yazar ne olacak sanki?
Del4 – Olmaz!
Venüs – Neden olmazmış? Ben böyle şeyleri hiç sorun etmem açıkçası.
Del4 – Olmaz, çünkü gelinin ayakkabısının altına benim ismimi yazmamız lazım.
Mars – Ne? O da nerden çıktı şimdi?
Del4 – Evet ayakkabının altına yazdığımız ismim silinecek ki ben de evlenebileyim.
Mars – :)))) Hadi o zaman. Acele edelim. Sizin saçınız yapılırken ben de Demre’nin içinde elbisenin altına uygun bir ayakkabı bulmaya çalışayım madem. 37 giyiyordun değil mi Venüs?
Venüs – Evet hayatım 37.
Del4 – Şimdi fark ettim. Benden başka karakter olmadığına göre, hem gelinin yakını hem de nikah şahidi olacağım. Ayyy çok heyecanlı. Şu an mutluluktan ağlayabilirim.
Mars & Venüs – :)))
Mars, Venüs ve Del4 düğün için hazırlanmak üzere aceleyle Noel Baba Kilisesi’nden ayrılırlar.
19 Mayıs gelmiştir. Noel Hoca Demre’ye taşınmak için yola koyulmaktadır. Venüs, Mars ve Del4 onu yolcu etmek için otobüs garındadırlar. Otobüsün kalkmasına birkaç dakika vardır.
Venüs – Doğum gününde Demre’ye taşındığına inanamıyorum. Keşke bir gün sonra gitseydin de doğum gününü beraber kutlayabilseydik.
Noel Hoca – Neden siz de benimle gelmiyorsunuz?
Mars – Nereye?
Noel Hoca – Nereye olacak Demre’ye. Çok yakın ki. Birlikte gidelim sonra siz dönersiniz. Hep beraber günübirlik bir gezi yapmış oluruz.
Del4 – Ay harika fikir. Böylece bol bol selfie çekip bütün sosyal medya hesaplarımda paylaşabilirim. Ne güzel olur!
Mars – 🙂
Venüs – Ne yapacağız ki Demre’de?
Del4 – Mesela müzeye gidebiliriz. Yalnız baştan söyleyeyim benden öyle tarihi bilgiler anlatmamı filan istemeyin. Bugün ben de tatil yapmak istiyorum.
Venüs – Böyle bir günde müze mi gezeceğiz? Benim içime fenalık geliyor öyle müze filan gezerken.
Mars – Evet Venüs müze gezmeyi sevmez.
Noel Hoca – Hep güneşin altındasınız ya. Ben hani, kapalı bir yerde olmanın sizin için de değişiklik olacağını düşündüğümden öyle dedim. İsterseniz denize de gidebiliriz. Fark etmez benim için.
Venüs – Aslında düşündüm de Noel Hoca doğru söylüyor. Baksana ikimizin de teni ne kadar koyulaştı yanmaktan.
Mars – :)))))
Venüs – Özellikle ben kapkarayım, doğrusu biraz güneşten korunsam iyi olacak. Düşündüm de bir günlüğüne de olsa kapalı bir yerde olma fikri fena gelmemeye başladı.
Noel Hoca – Hadi o zaman acele edelim. Otobüs birazdan kalkacak.
Sırayla otobüse binerler. Başka yolcularla otobüsün büyük bir kısmı dolduğundan buldukları boş yerlere yerleşirler. Mars, Noel Hoca ile Venüs ise Del4 ile yan yana oturur. Çiftimizin arasında ister istemez mesafe oluşmuştur.
Mars – Biliyor musun Noel Hoca, sana baktıkça gençliğimi hatırlıyorum. Ben de senin gibi inatçıydım. Tutturdun illa bugün taşınacağım diye.
Noel Hoca – Peki ya gençken sen de biraz şey miydin?
Mars – Ney miydim?
Noel Hoca – Şey işte… Bilirsin.
Mars – Neyi bilirim? Hiçbir şey anlamadım valla. Açıkça söylesene sen şunu.
Noel Hoca – Hani Venüs ve sen… Anlarsın ya… Benim yaşımdayken sen de şey yapmaya düşkün müydün?
Mars – :))
Noel Hoca – Seninle aniden böyle bir konu paylaştığım için seni rahatsız ettiysem affedersin. Doğrusu benim için de hiç kolay değil. Bunu herkesle konuşamam sonuçta. Seninle yalnız kalma fırsatını bulunca cesaretimi toplayıp sormak istedim.
Noel Hoca Mars’ın gözlerine bakmadan yüzü kızarmış bir şekilde konuşmaya devam eder.
Noel Hoca – Ben şey yapmayı çok istiyorum da. Resmen gece gündüz aklımdan çıkmıyor. Sen de benim yaşlarımdaydın eskiden. Çok istiyordun da o zamanlar. Acaba senin yaşına gelince bu istek azalıyor mu? Onu merak ettim. Benim için buna dayanmak çok zor oluyor da.
Mars – Şey yapmak yerine sevişmek desene canım sen şuna. Hayret bir şey yani. Bununla ilgili ne diyeceğimi bilemedim valla Noel Hoca. Ortamımız olsa ilk fırsatta Venüs’ün üstüne atlayacağım diyeceğim de, okuyuculara ayıp olacak sonra.
Noel Hoca – 🙈
Mars – İstersen bu konuyu kapatalım o yüzden. Zaten zor dayanıyorum. Tövbe ya rabbim ya… Bak şimdi aklıma getirdin durup dururken.
Noel Hoca – 😇
Venüs, Del4’un isteği üzerine onun fotoğraflarını çekmektedir. Del4 aniden çantasından bir kitap çıkartır.
Del4 – Bir de şöyle kitap okurken çeker misin? Sanki fotoğrafımın çekildiğini bilmiyormuşum gibi doğal olsun ama.
Venüs – Bunları kimin için çekiyorsun Del4?
Del4 – Nasıl yani? Kendim için çekiyorum. Sosyal medya hesaplarımda paylaşacağım. Ayy baksana şurada göbeğim çıkmış. Karnımı içime çekeyim öyle bir daha çeksene beni.
Venüs – Demek istediğim, kendini kime göstermek istiyorsun bu kadar? Senin neler yaptığını bilmesini istediğin biri var anladığım kadarıyla. Yanlış anlama ama insanlara oradayım, buradayım diye hava atmak hiç de hoş bir hareket değil. Gezen var gezemeyen var.
Del4 – Ama bu benim işimin bir parçası. Her gezdiğim yeri ballandıra ballandıra paylaşıyorum ki insanlar benim düzenlediğim turlara katılmak istesin. Normalde bu benim çıkarttığım bir gezi olsa nasıl davranırsam şu anda da öyle düşünerek hareket ediyorum sadece. Başka hiçbir niyetim yok inan ki.
Venüs – Bugün tatil yapmak istediğini sanıyordum. Yola çıktığımızdan beri elinden telefon hiç düşmedi. Ya fotoğraf çekiyorsun ya sosyal medyaya koyuyorsun. Şu telefonu bıraksan da biraz sohbet etsek.
Del4 – Tamam hemen şunu da paylaşayım ondan sonra söz bırakıyorum.
Venüs – 🙂 Onu fotoğraflarınla etkileyemezsin.
Del4 bu cümleyi duyar duymaz sarsılır. Filtrelerle güzelleştirmeye çalıştığı fotoğrafını paylaşamadan elinde telefonla öylece kalakalır.
Del4 – Yeterince güzel değil miyim ondan mı? Yoksa fotoğraflarda hiç güzel çıkmıyor muyum?
Venüs – Hayır onunla ilgisi yok. Sen çok hoş bir kadınsın Del4. Bu sözüm tuhaf gelecek belki ama sanki bir kedi yavrusu gibi insanın içini ısıtan tatlı bir yanın var.
Del4 – Sahi mi? Kedi yavrularına bayılırım. 😍
Venüs – 🙂 Ancak var olan bir şeyi görünür kılmak için çok çırpındığımızda bana orada gerçeklik yokmuş gibi gelir. Çekici olacağım derken itebilirsin karşındakini.
Del4 – Nasıl yani?
Venüs – Sadece görüntümüz ile ilgili bir şeyden bahsetmiyorum aslında. Bir şeyi sürekli öne çıkartmaya çalışıyorsak bil ki o konuda bir eksikliğimiz vardır. Mesela herkesin duyabileceği şekilde sürekli sesli besmele çeken insan için de aynı şeyi düşünüyorum ben. Gerçek besmele sessizce kalbinden çıkar. Ağzından değil.
Del4 – Elif bundan böyle diyaloglarımızı Nihat Hatipoğlu sohbetlerine dönüştürmeyecek umarım.
Venüs – Hahaha. Aklıma gelen daha başka bir örnekle devam edeyim öyleyse. Mesela bir kadın bedenini çok fazla öne çıkarıyorsa, kendini kadın olarak eksik hissediyordur. Eğer bir erkeğin senin varlığına bakmasını istiyorsan bedenini bu kadar teşhir etmek istemezsin doğrusu. Kimi etkilemeye çalışıyorsun bilmiyorum ama inan bana bir erkeğin kalbine giden yol bu değil.
Del4 – Nedir peki bir erkeğin kalbine giden yol? Onun beni görmesi için ne yapabilirim?
Venüs – Onun seveceğini düşündüğün biri gibi olmaya çalışmasan yani kendin olsan belki de o zaman görür seni. En azından gördüğü, gerçek sen olursun. Kitap okuyormuş gibi göründüğün fotoğraflar çekmek yerine gerçekten kitap okusan mesela.
Del4 sessizleşir. Hüzünlü bir ifadeyle elindeki kitaba doğru başını düşürür. Venüs bunun üzerine susar. Normalde yolda giderken konuşmayı sevmediği için aralarında oluşan bu sessizlik onu rahatsız etmez. Camdan dışarıya bakarak Mars ile baş başa kaldığı zamanları düşünerek hayallere dalar.
Didem Elif
Not: Aşağıdaki şarkı 19 Mayıs günü telefonuma doğum günü hediyesi olarak geldi. Elif en çok ne sever diye düşündüğünde, en az 25 yıllık dostum olduğu için arkadaşımın aklına Sezen Aksu gelmiş. Daha önce hiç duymadığım “Kaçırıcam Seni” adlı bu şarkı her dinlediğinde ona beni hatırlatıyormuş meğer. Çok anlamlı bir hediyeydi doğrusu. Eskiden gerçekten çok sevdiğim -hele eski şarkılarının başlangıç melodisini duyar duymaz bile tanıdığım- Sezen Aksu’nun şu ana kadar farkında bile olmadığım “Bakarsın Umduğundan İyi Geçer Yaz, Öptüm” albümü ile de tanışmış oldum böylece… 🙂
Normalde şu saatlerde Likya Sohbetleri’ne yapacağım yeni söyleşi için hazırlanıyor olmalıydım ancak konuğumla birlikte ikinci kez erteleme kararı alınca yine içimde bir şey beni yaz diye dürtüklemeye başladı.
Galiba ne zaman bir boşluğa düşmüş gibi hissetsem ancak yazıya tutunarak o boşluktan çıkabiliyorum.
Tam kapanma sürecinin başında telefonda tanıştığım Kaş’ta yaşayan müzisyen Aklan Akdağ ile ilk olarak 20 Mayıs tarihi için sözleşmiştik. Kapanma süresinin uzaması ihtimalini de düşünerek seçtiğimiz tarihi netleştirmek için bir gün önce tekrar konuşalım demiştik. Açılmanın gerçekleştiği 17 Mayıs sabahı “Yaşasın” adlı yazımda da anlattığım gibi sıkıntılı bir kapanma süreci geçirmiştim. Fakat o yazının hemen ardından; aniden boşalan bir yağmur gibi, tüm düğümler çözülerek hayatım birden çok hızlı akmaya başladı.
Kızımı almaya gelen eski eşim, elektrikli motorumu şarj ettiğim kablonun kırılan parçasını çarşıdan aldığı yenisiyle değiştirerek hemen çözdü. Ardından çarşıda tesadüfen rastladığım bir arkadaşım ayak üstü anlattığım çatı ve çamaşır makinasıyla ilgili yaşadığım sıkıntılarımı dinleyince gelip bir bakmak istedi. Toygar makina mühendisiydi ve ustaya gerek kalmadan halledebileceğini düşünüyordu. Gerçekten de öyle oldu. Neredeyse bir saat içinde – belki de yarım saat – çatımdan ve çamaşır makinamdan su gelme sorunu çözülmüştü.
Sanki ben bir karıncaydım da, görmediğim bir el beni içine hapsettiği cam kavanozu birdenbire kaldırmıştı ve ben hayat yolumda yürümeye kaldığım yerden yeniden devam ediyordum. Bilmeyenler için söyleyeyim karıncalar iki boyutludur. İnsanları algılamazlar.
Her ne kadar kademeli normalleşme süreci başlamışsa da, doğum günüm olan 19 Mayıs’ta sokağa çıkmayı yine yasaklayacaklarını sanıyordum. O yüzden o gün için hiçbir plan yapmamıştım. Açıkçası herhangi bir kutlama arzusu ve beklentisi içinde de değildim. Evde tek başıma sakin ve huzurlu bir gün geçirme fikrine kendimi alıştırmıştım. Derken bir gün önce yoga ile başlayan ilişkimizin giderek daha sağlam bir şekilde dostluğa doğru yol aldığı arkadaşım Burcu beni aradı. Ertesi günün doğum günüm olduğunun farkında olmayarak bana her yıl Kaş denizinde yapılan 19 Mayıs kortejine, oğlu ve eşiyle birlikte katılmak istediğini söyledi. Teknesi olan bir tanıdığım varsa ona bu konuda yardımcı olmamı hatta benim de onlara eşlik etmemi rica ediyordu.
Uzaktan izlediğim ve çok hoşuma giden bu korteje katılmak daha önce aklıma bile gelmemişti. Fikir çok hoşuma gitti. Üstelik teknesi olan bir değil bir kaç tanıdığım vardı fakat ben babamdan bile bir şey isteyemez bir kişiliğe sahiptim. Kendim için yapamayacağımı başkası için nasıl yapacaktım ki? Bu teklif önce duvarlarıma çarptı o yüzden. Sonra evimdeki arızaları gönüllü tamir eden yolda rastladığım arkadaşım Toygar’ın teknede yaşadığını hatırlayınca ondan rahatlıkla bunu rica edebileceğimi düşündüm. Upuzun boyuna rağmen, adamı resmen; aylardır kapalı olan benim bile yabancısı olduğum bir evin içinden iki büklüm çatıya çıkartmıştım, böyle bir şey mi isteyemeyecektim? Hem benim için de daha önce yaşamadığım özel bir deneyim olacaktı. Üstelik doğum günümde!
Derin bir nefes alarak cesaretimi toplayıp Toygar’ı aradım. Kısmet bu ya, Toygar sabahın erken saatlerinde Marmaris’e doğru yol almıştı ve maalesef korteje bu sene katılmayacaktı. Hemen, daha önce Likya Sohbetleri’nde söyleşi yaptığım İlhami abiyi aramamı söyledi. Onun severek bana yardımcı olacağını düşünüyordu. Çok güzel bir sohbet olacağını düşünerek beni İlhami abiyle zaten o tanıştırmıştı. Böyle bir şey istemek için normalde kimseyi aramayacağımı söylediğimde de, “Her sene zaten korteje katılmak isteyen tanımadığımız insanları yanımızda götürüyoruz Elif. Onlar hem seni tanıyorlar hem de çok seviyorlar. Teknesi müsaitse bundan mutluluk duyacaktır. Lütfen ara ve sor,” diye ısrar etti.
Gerçekten de yaptığımız söyleşiden sonra eşiyle birlikte beni zaman zaman arayıp teknelerine davet etmişlerdi. Sadece bir kere gidebilmiştim. Beni çok sevdiklerini yüzüme de söylüyorlardı. Doğrusu ben de onları çok sevmiştim. Sık görüşmesek de sürekli birbirimizi sosyal medyadan takip ettiğimiz, ara sıra telefonlaştığımız sıcak ve samimi bir iletişimimiz oluşmuştu. Bu sefer üç kez derin nefes aldım ve çok zorlanarak İlhami abiyi aradım. Daha şanslıydım. Teknelerinde onlara katılacak kimse olmadığı için teklifime olumlu yanıt almıştım.
Haberi alınca sevinçten çılgına dönen Burcu, giderken onları mutlu edecek özel bir şey almayı önerdi. Fikrini almak için tekrar Toygar’ı aradım. Son günlerde gravyer peyniri aradıklarını ama Kaş’ta bulamadıklarını, eğer bulabilirsem bunun hoş bir jest olacağını söyledi. Biz de Burcu’yla; günü çoktan yarılamış olmamıza rağmen, yanımıza oğlunu da alarak kendimizi Fethiye yollarına vurduk. Böylece Burcu’nun epeydir gitmek istediği Yaka Köy’de bulunan özel bir peynirciye gidecek, gravyer peyniri bulamasak da Kaş’ta olmayan güzel peynirler alacaktık.
Burcu’nun enerjisiyle sürüklenerek çıktığım bu yolculuk büyülü bir yolculuktu doğrusu. Hem kendimize hem de İlhami abilere aldığımız leziz peynirlerin mutluluğu bir yana, köy yollarında işletmeyi ararken Tlos Antik Kenti’nin içine düşmüş olmamız büyük bir şanstı. Uzun zamandır bir antik kentin beni bu kadar etkilediğini hatırlamıyorum. Çok fazla gördüğüm için belki, daha önce gitmediğim antik bölgeleri gezmek normalde bana çok cazip gelmez. İçinde olduğumuz saatin ışığından mı, bizim enerjimizin çok üst frekanslarda olmasından mı ya da gerçekten bu kentin başka olmasından mı bilmiyorum; eski taşların arasında yürürken mest olmuştum. Burcu ile oğlu Tan da benimle aynı fikirdeydi. Yasaklar başlamadan Kaş’a dönmemiz gerekmese oradan kolay kolay da ayrılamayacaktık zaten.
Doğum günüme, sabahın çok erken saatlerinde önceki günün güzelliğini hala hücrelerimde hissederek başladım böylece. Kocaman bir katamaran teknenin içinde Kaş’ın nefis denizinde süzülürken, ne kadar şanslı bir insan olduğumu düşünüyordum. Hayat sanki beni dizine oturtmuştu ve önüme serdiği oyuncaklarıyla resmen şımartıyordu.
Burcu’nun ailesiyle İlhami abi ve eşi çok güzel kaynaştı. Yelken yapan 11 yaşındaki Tan’ın zaman zaman dümenin başına geçmesi ve fırsat oldukça İlhami abinin denizcilikle ilgili ona eğitici bilgiler vermesi; tam da 19 Mayıs’a yakışır bir tabloydu. Bir yandan sevdiklerim doğum günümü kutlamak için beni arıyordu ve telefonuma ha bire güzel dileklerle dolu mesaj bildirimleri geliyordu. Yanımda birileri varken başka şeylerle ilgilenmeyi asla sevmediğimden, teknede olduğumuz anlar boyunca sadece fotoğraf ve video çekmek için telefonu elime aldım.
Saat 3’te eve döndüğümde annem babam dahil olmak üzere aramam gereken bir sürü kişi vardı. O akşam 21.30’da Kaş Rehber için Ayşe ile birlikte 19 Mayıs Özel canlı yayını yapacaktık. Bu yüzden kalan süremi evde yalnız kalarak geçirmek istedim. Böylelikle herkesle konuşabilecek, akşam için rahat rahat hazırlıklarımı yapabilecek ve (sürekli konuşmaktan yorulduğum için) dinlenebilecektim. Yalnız o kadar çok telefon çalıyordu ki, öyle ki telefonun zil sesinden bir ara resmen nefret ettim. Beni aramayı unuttuğu ya da fırsat bulamadığı için ertesi gün arayanlara da ne kadar müteşekkirim size anlatamam. Ben abartmayı severim ama inanın abartmıyorum. Yazının başında belirttiğim söyleşi için randevumuzdan bir gün önce konuşmam gereken Aklan Akdağ’ı – geceleri çok geç saatlere kadar oturduğunu ve ne kadar geç olursa olsun onu aramamı söylemişti – anca gece yarısından sonra 01.30’da arayabilmiştim. Düşünün işte.
Evdeyken cevapsız bıraktığım bir aramaya geri döndüğümde, o sırada birileri daha beni aramış oluyordu. Ben her ne kadar hayatın beni şımartmak konusunda ısrarlı olduğunu sansam da, aslında o beni büyük bir sınava tabi tutuyormuş meğer. Bunu ancak gecenin sonunda anlayabildim.
Ayşe ile bir gece önce yaptığımız toplantıda, yayında esprili olacağını düşündüğümüz bir doğum günü mizanseni hazırlamıştık. Bu mizansen için ona ulaştırmam gereken bir şey vardı. Saat beşe doğru motoruma atladım ve Ayşe’nin evinin yakınındaki otobüs durağında buluştuk. Ayaküstü 15 dakikalık yaptığımız konuşmanın ardından eve geldim. Bu arada tüm gün boyunca doğum günümü kutlamak için Ayşe beni çarşıda bir şeyler içmeye çağırıyordu ama ben onu sürekli reddediyordum. “Benim için doğum günümde yapmamız önemli değil, rahatlayalım yarın yaparız,” diyordum. Duraktayken başımızdan çok güldüğümüz bir tır hikayesi geçti. Bu sefer Ayşe’nin ısrarlarına dayanamadım ve motorumu biraz şarj edip yarım saatliğine de olsa çarşıya yanına geleceğimi söyledim.
Eve döndükten sonra Burcu aradı. Önceki gün aldığımız peynirlerden benim payım onda kalmıştı. Hem onu bırakmak istiyordu hem de eşiyle birlikte şarapla gelerek, şarap-peynir eşliğinde ufak bir kutlama yapmamızı öneriyordu. Güzel fikir olduğunu ama birazdan çarşıya ineceğimi söyledim. Üstüne tekrar Ayşe aradı. Saat 19.00’da Kaş’ta bir tören olacağını ve Kaş Rehber için çekim yapabileceğimizi söyledi. Bunu duyunca “Bugün benim doğum günüm. Akşam zaten Kaş Rehber için canlı yayın yapacağız. Madem öyle ben gelmeyeyim,” dedim. Ardından tekrar Burcu’yu arayıp eve çağırdım. Sakinleşmeye ihtiyacım vardı. Yoga hocam bunun için kusursuz bir isimdi. Ayrıca yollarda telaşla koşturacağıma şarap ve peynir keyfi yapmanın bana daha iyi geleceğini düşündüm. Üstüne komşum aradı. Bahçemize bir kaç gündür dadanan ayakları sakat yavru bir kedi olduğunu hayvanlar için yardım yapan kişilerle irtibata geçerek onu sahiplendirmemi rica ediyordu. Doğum günüm olduğunu ve birazdan misafirlerimin geleceğini, bu konuyla daha sonra mutlaka ilgileneceğimi söyledim. Ama resmen telefonu kırıp atmak istiyordum artık.
O ara durdu telefonlar. Evimin balkonunda hava kararana kadar Burcu ve eşiyle gerçekten de keyifli anlar geçirdik. Canlı yayına hazırlanmam için onlar tam kalkmak üzereyken doğum günüm olduğunu öğrenen komşum Sermin, kızıyla üzerinde mum bulunan iki dilim pasta gönderdi. Pastayı alırken kapıda olduğum sırada şarap bardaklarını ve peynir tabağını mutfağa bırakmaya yönelen Burcu ve eşi, mutfağımdaki ışığın yanmadığını fark ettiler. Ev sıkıntılarımla dolu “Yaşasın” adlı yazımda anlattığım mutfağımın biten ampulünü hala değiştirmeye fırsatım olmamıştı çünkü. Hatta koşturmacadan bir türlü yeni bir ampul alamamıştım. Burcunun anında çözüm üreten eşi bir dakikaya kalmadan salonumda bulunan neredeyse hiç kullanmadığım yerden aydınlatmanın üzerinki ampulü çıkartıp mutfağa taktı. Doğrusu o bunu akıl etmese herhalde ben hala karanlık bir mutfağa amadeydim.
Bir taraftan bütün olanlar çok acayipti. Çünkü hayat hem beni sıkıştırıyor hem de çözümünü kolayca halledecek insanları önüme getiriyordu.
Onlar gider gitmez Ayşe’yi aradım. Her zaman yayın öncesi konuşur yayına öyle girerdik. Son dakikaya kadar Ayşe’ye bir türlü ulaşamadım. Telefonunda bir sorun olabileceğini düşünerek, duyurduğumuz saat gelince canlı yayına başlayıp Ayşe’ye ulaşamadığımın duyurusunu yapıp çıktım. Duyuruyu izleyen ablam beni arayıp Ayşe’nin o sırada Kaş merkezde canlı yayın yaptığını söyledi. Birden beynimden vurulmuşa döndüm. Derken Ayşe’nin messengerdan görüntülü aradığını fark ettim. Açtığımda Ayşe bir yandan elinde telefonla çekim yapıyor, orada kitlenip kaldığını, yayını gerçekleştireceğimizi ama geç gireceğimizi, iptal etmeden onu beklememi söylüyordu. Şok olmuştum. O an onunla konuşamayacak kadar sinirliydim. Yayını yapmayacağımızı iptal edeceğimizi söyledim. Eve ulaşmaya çalışan Ayşe sonraki 45 dakika boyunca beni ara ara arayıp sakinleştirmeye çalıştı. Fakat deliye dönmüştüm. O ana kadar bana neden haber vermediğini bir türlü anlamıyordum. Telefonda ona bağırıyordum. O ise sakince bunun bir iş olduğunu ve üstesinden profesyonelce gelmemiz gerektiğini anlatıyordu.
Daha önce de yazmışlığım vardır öyle kolay öfkelenen biri değilimdir. Sorunlarla karşılaştığımda her zaman çözüm üretme yolunu seçmeyi tercih ederim. Fakat yayın öncesinde birkaç kez aramama rağmen telefonumu açmamasını ve bana böyle bir durumda kaldığını haber vermemesini hazmedemiyordum. Eğer önceden bilgim olsaydı bunu anlayışla karşılar ona her türlü yardımcı olurdum ama yapılanı varlığıma saygısızlık olarak algılıyordum. Üstelik doğum günümde. 🙂 Evet. “Bugün benim doğum günüm,” diye bağırıyordum telefonda kıza. 🙂
Ayşe ise öfkeden deliye dönmüş bir çocuğu şefkatli bir anne nasıl sakinleştirmeye çalışırsa bana öyle bir tavırla yaklaşıyordu. Sakin bir şekilde çok üzgün olduğunu, anlamadığı bir şekilde görev duygusuyla çekime kitlendiğini ve içinde olduğu ortamdan bir türlü çıkamadığını, beni aramayı da bir türlü beceremediğini söylüyordu. Sonuçta yayına ara verip beni arayıp tekrar yayına girebilirdi. Sanırım o da başka bir sınavın içindeydi ki tamamen iyi niyetli olmasına rağmen bu kadar basit bir şeyi bile akıl edememişti. Çok zor öfkelendiğimi ama öfkelendiğim zaman yakıp yıkan bir kişiliğim olduğunu, gözümün hiçbir şeyi görmediğini daha önce Ayşe’ye anlatmıştım. Bunu deneyimleyen çok az kişi olmuştur ama o kişilerle iletişimim geri dönülmeyecek bir noktaya gelir genelde. Ve isterse CNN’de yayın yapıyor olalım, varlığımı böylesine hiçe sayan birine eyvallahım olmaz normalde. Fakat delirmiş zihnime karşılık kalbim Ayşe’nin gerçekten de çaresiz kaldığına inanıyordu. Telefonu kapatıp 22.30’a kadar beklemeyi önerdim. Sakinleşmeye çalışacağımı ama kendimi tanıdığımı bunu başarabileceğimi sanmadığımı söyledim. Sonuçta ekran karşısında öfkeli görünmem hiç de hoş olmayacaktı.
Beklerken canlı yayında konuşacaklarımızı düşündüm. Her koşulda birlik ve beraberlik içinde olmayı anlatacaktık. “Engellere ve korkulara rağmen!” Kendi varlığımla on dakika boyunca bir savaş yaşadım resmen. Bir yandan içimde bir kız çocuğu “değersizim” diye çığlık çığlığa bağırıyor, bir yandan yetişkin bir kadın “kurtuluş ruhunu anlatacaksın, bugün varlığınla ilgili yeterince şımartılmadın mı, öldür egonu,” diyordu. O sırada beynimde, Burcu’nun bir gün önce peynir almaya giderken yolda “barış için ölebilir misin Elif?” dediği cümle yankılandı. Hemen Ayşe’yi aradım. Yayına çıkacağımı ama kesinlikle doğum günümü kutlamak istemediğimi, planladığımız mizanseni yapmayacağımızı söyledim. “Rol yapmanı istemiyorum. Samimi ve içten olacağız. Abartılı tepkiler, lay lay lom yok,” dedim. Adeta kendini sabote edercesine “Tamam Didemcim,” demesin mi? Çok sert bir şekilde “Benim adım Elif. Bu yayını gerçekten birlik ve beraberlik için yapıyorum. Sakın bana yayında da Didem deme,” dedim. Egom hala tam olarak ölmemişti. Kendimi salak yerine konmuş gibi hissediyordum. Buna rağmen zar zor girdiğim canlı yayında zaman zaman kendime “Barış için öldür egonu,” diyerek yavaş yavaş içimdeki öfkeyi dönüştürdüm.
Konumuzu konuştukça, planladığım müzikleri çaldıkça, Ayşe’nin karşımda süt dökmüş kedi gibi halini gördükçe, sonunda nihayet özüme döndüm. Yayın bittiğinde bende bitmiştim artık.
Ağlamalar, gülmeler eşliğinde bir süre boşaldım. Çok az başıma gelen bu öfke nöbetinden açıkçası ilk defa karşımdaki de ben de sağ çıkmıştık. Yıllar önce “Sen Bir Kadını Sevdin mi Hiç?” adlı yazımda şöyle bir şey yazmıştım: “Sen hiç bir kadınla kaçak dövüşmeden sonuna kadar kavga edebildin mi? Öfkesinin fırtınasında boğulmayı göze alabilecek kadar yüzleşebildin mi onunla? Sahi, fırtınasında boğulmadan kalıp varabildin mi bir kadının kıyılarına?” O günlerde karşı cins için yazmıştım bu yazıyı ama işte Ayşe tam da böyle benim fırtınamda boğulmadan kıyılarıma varabilmişti.
Sonraki gün her ikimiz de neden bunu yaşadığımızı sakince konuşarak anlamaya çalıştık. Sinirlenmekte haklıydım elbette ama beni bu kadar kontrolsüz bir şekilde öfkelendiren neydi? Ayşe ise neredeyse tüm konuşmalarımızın akışını belirleyecek kadar kontrolcü biriyken; onu, sanki yaptığımız işi önemsemiyormuş, ciddiye almıyormuş durumuna sokan neydi?
Belki detaylarıyla anlattığım bu uzun hikaye çok basit, çok anlamsız ya da çok özel gelmiş olabilir. Ama ben tam da 19 Mayıs günü “içimdeki bu öfkenin esiri olmak zorunda değilim,” diyerek, temsili anlamda sanki içimdeki Bandırma Vapuru’nun beni sürüklemeye çalıştığı istikameti tersine çevirip Samsun’a çıktım. Bildiğiniz yeniden doğdum. Belki bu yazdıklarımın da bir gün bir başkasının kendini doğurmasına katkısı olur. Kim bilir?
Didem Elif
Not: Haliyle bir süredir Likya Sohbetleri’nde konuk etmek istediğim Aklan Akdağ’ın sözleri ve besteleri kendisine ait olan şarkılarını dinliyorum. Bu yazının sonunda her dinlediğimde beni ağlatan “Sensizlik Varmış” adlı şarkısını paylaşmak istedim.
Bugün nihayet tam kapanma sona eriyor ve ben sabahın çok erken saatlerinde kursağımda kelimelerle uyandım. Oysa bugün yapacak ne kadar çok işim var. Üstelik kapanma biter bitmez ilk iş kendimi sulara atacağım diye söz vermiştim. Umarım yapabilirim çünkü uzun zamandır hiç bu kadar bunalmamıştım. Öyle geliyor ki sanki deniz suyu bütün sıkıntımı alıp götürecek…
Normalde evde olmayı çok seven biri olarak bu sefer eve kapanma işi bana hiç iyi gelmedi. Tam yaptığım işlerde bir hareket kazanmaya başlamıştım ve yeni söyleşiler için planlar yapmıştım ki son anda yasaklar ortaya çıktı. Eskiden olsa bundan çok da etkilenmez, söyleşilerime Zoom’dan devam ederdim. Fakat yasaklardan dolayı babası alamayacağı için kızım üç hafta boyunca bende kalacaktı. Onun yanında çekim yapmam neredeyse imkansızdı. Başkaları yapabilir belki ama ben aynı anda iki şeye konsantre olamıyorum. Yanımda biri varken telefonumdaki mesajlarımı bile takip edemeyen birisiyim. Komşunun çocuklarıyla bahçede oynarken şansımı deneyebilirdim pekala ama işe odaklandığımda zihnim dolu olup çocuğumu ihmal ettiğimden, kapanma olacağını duyar duymaz kendime şunu dedim: “Elif evren sana diyor ki otur şu dönem sadece kızınla ilgilen.”
Ben de öyle yapayım dedim. Kafamdan yapmak istediğim tüm işlerimi çıkarttım ve bunu hiç dert etmedim. Onun da keyif alacağını düşündüğüm etkinlik ve oyunlarla günlerimizi değerlendirmeye çalıştım. Fakat üç hafta boyunca aksilikler bir türlü peşimi bırakmadı. Önce birkaç ay önce sahiplendiğim köpeğimiz Venüs tüy dökmeye başladı. Kime bahsetsem mevsimsel olduğunu söylüyordu. Aylarca evin içinde bir tane bile tüy görmezken, yoğun bir şekilde tüylerle boğuşur olmamıza rağmen başta önemsemedim o yüzden. Ta ki Venüs’ün boynunda ve bazı bölgelerinde tüy boşlukları olduğunu fark edene kadar. Zaten o gün artık tüyleri topak topak elimizde kalır hale gelmişti. İlk kez veteriner için dışarı çıktım böylece. Belli ki köpeğin ciddi bir sıkıntısı vardı.
Veteriner de Venüs’ü görür görmez “Buna ne olmuş böyle,” diyerek haline şaşırdı aslında. İnceledikçe bu mevsimsel değil “İlginç bir şekilde deri değiştirir gibi tüy değiştiriyor bu hayvan,” dedi, “bildiğin tüylerini atıyor, boyun bölgesini belli ki tırnaklarıyla kopartmış. Tıraş etmemiz lazım.” Yine de emin olmak için alerji ilacı ve vitaminler vererek bir hafta beklemek istedi. Havalar ısındığı ve Venüs oturduğumuz sokağa iyice alıştığı için tasmasız besler olmuştuk. Kapıyı çalarak istediği zaman bahçeye çıkıyor, istediği zaman eve giriyordu. Çoğunluk bahçede olmayı tercih etmesine rağmen o bir hafta her gün süpürsem de evde oluşan tüyden yün ticareti yapacak kıvama gelmiştik. Çok rahatsızlık veren bir süreçti.
Üstüne çatıdan su akmaya başladı. Yine gün ısısının borularından biri patlamıştı. Yine diyorum çünkü son 9 ayda bu üçüncü kez başıma geliyor. Kapanmada nasıl halledeceğim derken, her zaman çağırdığım usta ile konuştuğumda gelip çözebileceğini söyledi ama evinde oturduğum eski eşim illa gün ısısını yapan üretici firmaya ulaşmamı ve onların kesin bir çözüm bulmasını istediğini söyledi. Büyük ihtimalle tüm boruların değişmesi gerekiyordu. Diğerlerinde ben halletmiştim ama bu sefer masrafı eski eşim karşılayacaktı. Yasak olduğu ve köyde yaşadığı için “gelemezmişti” ve ısrarla kapanmanın bitmesini beklememi istiyordu. Dolayısıyla sürekli bahçeden vanayı kapatıp açtığım su kesintili bir hayat başladı bizim için. İhtiyacımız olduğu zamanlarda bahçeye inip suyu açıyor sonra gene kapatıyordum. Sular açıkken tüm ev işlerini yapmaya çalışıyordum haliyle. Tam da böyle bir anda çamaşırları yıkarken çamaşır makinası su akıtmaya başlamasın mı? 🙂 Evet geldi mi her şey üst üste gelir.
Tıraş olmayı beklediğimiz süre zarfında Venüs’ün pirelendiğini, bir de evde pire savaşına gireceğim kaygısı yaşadığımı hangi paragrafta anlatmalıyım bilemedim. Doğrusu hayvan beslemek gibi bir niyetim hiç yokken bu işe kalkışmıştım. Çok acayip bir duyguydu. Venüs’ü görür görmez resmen ona aşık olmuştum. Bir yuvaya çok ihtiyacı olduğu için dayanamayıp hiç düşünmeden sahiplenmiştim. Fakat sıkıntısı ve masrafı bir türlü bitmiyordu. Pire tasmaları da ne kadar pahalıymış anacım. Her telefon konuşmamızda annemin diline pelesenk ettiği “o köpeği almayacaktın,” nutuklarını dinlemekten hiç haz etmesem de ister istemez benzer şekilde düşünmeye başlamıştım.
Az kalsın unutuyordum. Kaş’ta araç olarak kullandığım motor elektrikli. Dolayısıyla evden kablo uzatarak şarj ediyorum. Çocuklar bahçede oynarken üst katın balkonundan inen kabloyu oyun olsun diye çekince, hızla yere çarpan prize taktığım başlık kırıldı. En son bir gece mutfağın ampulünün bitmesiyle bende artık kayışlar koptu. Ev sanki bana “yeter artık git buradan,” diyordu.
Anlayacağınız normalde çok fazla etkilenmeyeceğim şu üç hafta; hayatı boyunca ampul bile değiştirmemiş, ev işlerini hiç sevmeyen benim gibi biri için maddi manevi zorlayıcı bir süre olarak geçti. Yalnızlığın yükü çoğu zaman ağır geldi. Yine de elimden geldiğince kuyruğu indirmemeye ve kızımla birlikte geçirdiğimiz günlerimizi güzel değerlendirmeye çalıştım. Ve sağlığımız yerinde olduğu için şükrettim elbette.
Bayramdan bir gün önce Venüs’ü tıraş ettirince ve düşündüğüm gibi bir pire savaşı yaşanmayınca bayramda keyfim biraz yerine geldi. Şimdi de tam kapanma bittiği için çok mutluyum açıkçası. Nihayet çatı ve çamaşır makinasındaki sorundan kurtulabileceğim. Ustalı, tadilatlı, koşturmacalı bir güne denizi de sıkıştırabilirsem ne ala… Bir de ampul değiştirmeyi becerdim mi tamamdır. 🙂
Mars ve Venüs daha önce hiç gitmedikleri köy yollarında el ele yürümektedir.
Mars – Biliyor musun Venüs? Eskiden bayramın sevdiklerinde bir araya gelmek olduğunu düşünürdüm. Şimdi ise çok daha başka algılıyorum.
Venüs – E haklıymışsın ama. Sen yanımda olmasan bayramın ne anlamı olurdu ki.
Mars – Evet yan yana olmamız çok güzel elbette. Ama bence uzak ya da yakın olmak çok fark etmiyor. Gönüller birse ve nerede olursan ol bir şekilde birbirine ulaşabiliyorsan hele ki kalpten bir dille konuşabiliyorsan o çok daha önemli bir şey bence. Yaşadıkları süreçte baksana insanlar bayramda bir araya gelemediler. Yine de internet sayesinde birbirleriyle en azından konuşabildiler. O sevgi akışını hissedebildiler. Bazen öyle olur ki, sevdiğin yanındadır ama konuşamazsın. Sağır ve kör olur iki kalp birbirine.
Venüs – Evet doğru söylüyorsun. Ayyy ben konuşamazsam çatlarım valla.
Mars – 🙂
Mars duraksar. Anlatma konusunda biraz kararsızlık yaşadıktan sonra konuşmaya devam eder.
Mars – Kaş’ın sahillerinden birinde Del4 ile otururken sana bir not yazıp şişeyle denize attım. Aptalca bir hareketti belki. Sonuçta sana ulaşıp ulaşmayacağını hiç bilmiyordum. Belki de eline geçmeyecekti ve notumu hiçbir zaman okumayacaktın. Belki sana ulaşıp da okusan bile senin için hiçbir şey ifade etmeyecekti. Yine de kalbimden geçeni seninle konuşmak istedim. Beni duyduğuna inanmak o an bana iyi geldi.
Venüs – Mars inanmayacaksın bana ama bununla ilgili çok acayip bir şey oldu.
Mars – Yoksa şişedeki notu buldun ve okudun mu?
Venüs – Hayır gerçekte elime ulaşmadı ama ben bu anlattığını rüyamda gördüm.
Mars – Dalga geçiyorsun benimle değil mi?
Venüs – Hayır canım dalga geçmiyorum. Rüyamda Patara kumsalında su ayaklarıma gelecek kadar deniz kenarına oturuyorum. Birden bir şişe değiyor ayaklarıma. “Ne insanlar var, denize şişe atmışlar,” diyerek şişeyi elime alıyorum. Sonra bir bakıyorum içinde bir kağıt var. Hemen şişeyi kırıp kağıdı okuyorum. Altında ismin yazmıyor ama senden geldiğini anlıyorum. Çok mutlu oluyorum. Derken ter içinde rüyamdan uyandım. Rüyanın hissi o kadar gerçek gibiydi ki. Meğer gerçekten sen bana not yollamışsın. Sence de bu yaşadığımız çok acayip değil mi? İyice kafayı yedin artık Venüs saçma sapan rüyalar görüyorsun diyordum kendi kendime. Anlattıkların benim için şu an bir işaret gibi. Aramızda gerçekten bir iletişim olduğuna biraz daha emin oldum sonunda. Bunu anlattığın için teşekkür ederim.
Mars – Evet anlatıp anlatmamak konusunda tereddüt içindeydim doğrusu. Yalnız Venüs, kağıtta yazan notu da tutturursan ben artık senin gerçekten bir büyücü olduğunu düşünmeye başlayacağım. 🙂
Venüs – Notta şöyle yazıyordu. “Özledim teninin kokusunu özledim, Özledim sımsıcak nefesini özledim, Özledim sohbetini o sesini özledim.” Sen de öyle mi yazmıştın?
Mars – :))) Elif’in ısrarla üstümde kurmaya çalıştığı bu Selami Şahin baskısı nedir Allah aşkına?
Venüs – Hahahaha. “Ben Sevdalı Sen Belalı” şarkısından cümleler seçmediğine dua et sen.
O sırada yanlarından geçen bir kamyonet onlara korna çalar. İkisi de aynı anda anlam veremedikleri bu ani sese doğru dönüp bakarlar. Araçtan Noel Hoca’nın indiğini görünce şaşırırlar. Noel Hoca önce şoförle bir şeyler konuşur. Ardından kamyonet hareket eder ve Noel Hoca, Venüs ile Mars’ın yanına gelir.
Mars – Hep ilginç bir şekilde karşımıza çıkıyorsun doğrusu. Seni sürekli Antik bölgede görmeye alışınca böyle köyün içinde karşılaşmak çok tuhaf geldi.
Venüs – Ay hakikaten. Üstelik o tuhaf şapkanı nihayet çıkartmışsın. Ne güzel olmuş… Yüzünün güzelliği ortaya çıkmış. Ohh miss…
Mars – Bana kalsa çıkartmazdım da berberim bu şapkayı sürekli takmaya devam edersem kel kalabileceğimi söyledi. Ben de mecburen takmayı bıraktım.
Venüs – Berberin doğru söylemiş valla. Zaten erkeklerle ilgili bu konu çok can sıkıcı. Yakışıklı diye gençken beğenip evleniyorsun adam kırkından sonra bakmışsın kel olmuş. O yüzden bence en iyisi bizim gibi olgun yaşlarda neye dönüştüğünü görüp bir araya gelmek.
Mars – :)))
Noel Hoca – Siz nereye yürüyordunuz böyle? Çarşıda işiniz mi var?
Venüs – Hazır artık Mars’ın ayakkabıları varken yürüyerek bir köy meydanına inelim değişiklik olsun dedik. Del4’un ona Kaş’tan ayakkabı aldığı çok iyi oldu. Böylece istediğimiz gibi rahatça yürüyebiliyoruz.
Noel Hoca – Keyfinizin yerinde olmasına sevindim.
Mars – Peki ya sen neden buradasın?
Noel Hoca – Demre’ye kamyonetle eşya götürüyorum da, kamyonete yerleştirme işimiz bittikten sonra şoför çarşıda çay içerek biraz dinlenmek istedi. O sırada sizi yürürken görünce yanınıza gelmek istedim. Bu süreyi sizinle beraber geçireyim dedim.
Venüs – Hani taşınmana daha birkaç ay vardı? Şimdiden niye eşya götürüyorsun?
Noel Hoca elindekini hafifçe havaya kaldırır. Venüs ve Mars Noel Hoca’nın elinde bir şey taşıdığını o zaman fark ederler.
Noel Hoca – Bunu Demre’de müzeye teslim etmem gerekiyor. Hazır gitmişken biraz da eşya götürsem iyi olur diye düşündüm.
Venüs – Aaa elindeki ne güzel bir küp öyle.
Mars – Küp mü? Çok alemsin Venüs!!! Oldu olacak testi de bari. Amfora bu amfora!
Venüs – Aman ne fark eder. Hem ne anlarım ben amforadan filan. Dediğin gibi tıpkı testi işte.
Mars – :)) Amfora yani antik döneme ait bir çömlek bu Venüs. Çok değerli bir eser.
Venüs amforayı Noel Hoca’dan alıp elinde çevirerek dikkatle inceler.
Venüs – Gerçekten çok güzelmiş. Bayıldım! Bak Mars, üzerinde bir kadın ve bir erkek resmi var. Tıpkı bizim gibi el ele tutuşmuşlar. :)) Testinin bazı yerleri kırılmış ama olsun.
Mars – Vayy çok iyi… Nereden buldun bunu Noel Hoca?
Noel Hoca – Geçenlerde kendi başıma şnorkelle dalış yaparken bir kayanın dibinde tesadüfen karşıma çıktı. Normalde denizin dibinden böyle antik parçalar gördüğümde çıkarmam ama bunun deseni benim de çok hoşuma gitti. Bunun mutlaka herkese açık bir müzede sergilenmesi gerektiğini düşündüm. Şimdi onu teslim etmeye gidiyorum. Ayrıca müzede çalışmak için görüşmeler yapmak istiyorum. Onun için de vesile olur dedim.
Venüs – Çalışmak mı?
Noel Hoca – Evet Uzaktan Üniversite Eğitimime devam ederken bir yandan da bir müzede çalışmak istiyorum. Aslına bakarsan Demre’ye taşınmamın en büyük sebebi bu.
Mars – Üniversitede okuduğunu hiç bilmiyordum. Hangi bölüm peki?
Noel Hoca – Dünya Üniversitesi – Evrensel Bilimler Fakültesi – Dayanışma, Birlik ve Bütünsellik Bölümü.
Venüs – Ooo ne uzunmuş. Bu bölümü ilk kez duyuyorum.
Noel Hoca – Yeni açıldı zaten. İlk mezunlarından olacağım.
Mars – Bunun okulunu okumaya ne gerek var anlamadım. Dayanışma ve birlik deyince herkes ne yapacağını bilir. Türk tarihi bunun örnekleriyle dolu.
Noel Hoca – Öyle deme. Evet birlik ve dayanışma duygusu özümüzde var ama Atatürk gibi bilgiyi pusula yapmış bir adam liderlik yapmasaydı, Türk halkı birlik ve dayanışma içinde olarak kurtuluş mücadelesini veremezdi. Atatürk insanların özünde olan o duyguyu açığa çıkarttı ve onu en iyi şekilde değerlendirmeyi başardı. Sonuçta sürekli değişim halinde olan, içinde zıtlıkları barındıran bir sistemin içinde yaşıyoruz. Bu da uzun süre dayanışma ve birlik duygusunda kalmayı zorlaştırıyor. Ayrıca Diyalektik Düşünce dersinden tut, Hakikat, Sentez gibi aldığım derslerde öğrendiklerim öyle sandığınız gibi basit şeyler değil. Zamansal Boyut sınavını verene kadar anam ağladı.
Venüs – Diva elektrik midir nedir ondan hiç anlamam ben ama sürekli bir değişim içinde olduğumuz konusunda Noel Hoca’ya katılıyorum Mars. Mevsimler bile değişiyor baksana. Nerde o eski yazlar?
Mars – :))
Genelde çok ciddi duruşlu olan Noel Hoca da Venüs’ün cümlelerine gülümser.
Noel Hoca – Diyalektik Düşünce en sevdiğim derstir. Aslında Elif sizin diyaloglarınızda elinden geldiğince bu düşünme sistemini uygulamaya uğraşıyor.
Mars – Bana hep geçmişi kurcalıyor gibi geliyor.
Noel Hoca – Yooo. Aslında bunu bir diyaloğunuzda anlatmaya çalışmıştı. Geçmiş, gelecek ve hatta şimdiyi aynı anda yazıyor. Paralel evren…
Venüs – Ayyy lütfen şu konuları konuşmaya başlamayın yine. Sen esas taşınınca sevdiğin kız ne olacak onu merak ediyorum ben. İnsan hiç sevdiğinden uzaklara taşınır mı? Duygularını anlattın değil mi ona? Aman Allahım, yoksa açıldın da seninle olmak istemedi mi? Ondan mı uzaklara gitmeyi bu kadar çok istiyorsun?
Noel Hoca – Yok canım ne alakası var. O zaten Demre’de yaşıyor ki.
Mars – Aaa demek sen o yüzden Demre’ye taşınmak istiyorsun.
Noel Hoca sinirlenmeye başlar. Yüzünde oldukça sert bir ifade oluşur.
Noel Hoca – Hiç ilgisi yok. Bir başkası için almadım ben bu kararı. Bu tamamen benim kendi yolculuğum. Demre’deki gibi burada müze yok. Böyle olması daha doğru geldi. Hepsi bu. Akış belirleyecek her şeyi aslında. En yakın yer olduğu için Demre’de yaşamayı seçtim. Sonuçta Türkiye Arkeoloji müzesi anlamında çok zengin bir ülke. Demre’de istediğim gibi bir iş bulabilirim diye düşündüm ama eğer bulamazsam şansımı başka yerlerde deneyeceğim. Artık 18 yaşındayım. Kendi hayatımı kimseye bağımlı olmadan kurmak istiyorum. Hem ancak o zaman sevdiğim kıza “Benimle ol,” diyebilirim.
Venüs – Yaşın bunları düşünmek için çok erken değil mi?
Mars – Düşündüm de Venüs, biz de bir iş bulsak ve böyle sokak ortalarında avare avare gezmesek iyi olacak aslında. Bir işle uğraşmadan lak lakla ömür mü geçermiş? Elif bize de birer meslek bulsa iyi eder.
Venüs – Doğru söylüyorsun. Hem mesleği olan karakterler olsak konuşmalarımız daha etkili olur.
Mars – Gerçi bu mesleği seçme işini Elif’e bırakmamak lazım. Ne me lazım gider şimdi beni Son Ütücü filan yapar bu deli… 🙂
Venüs – Ayyy ne iyi fikir.
Mars – Bak dedim ben sana. :))
Venüs – Yok yok iyi fikir derken, sen yakışıklı terzi ol, ben de dillere destan güzellikte son ütücü olayım. Düşünsene ne güzel olur. Terzi ve son ütücünün yüzyıllarca süren efsane aşkı… Bence kimse yazmamıştır bu hikayeyi.
Mars – Gerçekten diktiklerimi ütüleyebilir misin Venüs?
Venüs – Aaa şaka yapıyorum zannediyor. Sen dikmeyi öğrendin de benim yapacağım ütüden mi şüphe ediyorsun?
Mars – :))))
Noel Hoca – Madem bu kadar niyetlisiniz. Öyleyse ilk müşteriniz de ben olayım. Yakında yeni giysilere ihtiyacım olacak.
Hep beraber yürüyerek caminin önüne kadar gelmişlerdir. O sırada Noel Hocanın telefonu çalmaya başlar.
Noel Hoca – Şoför arıyor benim şimdi gitmem gerek arkadaşlar. Dönünce yine görüşürüz. İyi bakın kendinize.
Venüs ve Mars Noel Hoca’nın gittiği yöne doğru el sallayıp el ele yürümeye devam ederler. Bu sefer hiç konuşmazlar. Her ikisi de düşüncelere dalmıştır.
Venüs hapishaneden nihayet çıkmış Barney Değil ile birlikte yürümektedir. Patara kumsalını artık çoktan geride bırakmıştır. Mars’tan en son ayrıldığı yer olan Patara Meclis Binası’nın olduğu bölgeye gitmeye karar verir. Altında ilk durduğu an müthiş huzur bulduğu keçi boynuzu ağacının orda durur. Yere oturarak sırtını ağaca yaslar. Barney Değil Venüs’ün oturmasının hemen ardından koşar adımlarla oradan uzaklaşır. Bunu gören Venüs derin bir nefes alarak gözlerini kapatır. O sırada alana ondan önce gelmiş olan Mars Patara Anfi Tiyatro’nun içinde tek başına oturmaktadır. Neden sonra yerinden kalkar ve tiyatronun dışına çıkar. Keçi boynuzu ağacına yaslanmış yerde oturan biri olduğunu fark eder. Kim olduğuna bakmak için ağacın yanına gider.
Mars – Venüs? Sen burada ne arıyorsun?
Venüs duyduğu sese hiç tepki vermez. Rüya gördüğünü sanmaktadır.
Mars – Seni burada bulduğuma inanamıyorum.
Mars Venüs’ün yanına çömelip ona sevgiyle sarılmak ister. Onun varlığını hisseder hissetmez Venüs irkilerek bir çığlık atar.
Mars – Korkma, korkma benim. Mars! Affedersin, uyuyordun galiba. Uyandırdım seni kusura bakma.
Venüs – Mars? Aman Allah’ım sen gerçeksin. Tanrım! Bu bir mucize.
Mars – Bu gerçekten bir mucize olmalı. Ben seni hapishanede sanıyordum. Çıkmışsın!
Venüs – Evet çıktım. Nereye gideceğimi bilemediğim için buraya gelmiştim. Öylece çöktüm ağacın dibine. Seni görmeyi hiç beklemiyordum doğrusu. Sesini duyduğumda “Rüya görüyorumdur herhalde,” dedim. Sen Del4 ile birlikte Kaş’ta değil miydin?
Mars – Evet ama sen bunu nereden biliyorsun?
Venüs – Boş ver şimdi o konuyu. Bunları biz kendi aramızda sonra konuşuruz. Okuyucuya geçen bölümden bildiği şeyi tekrar anlatıp sıkmayalım. Zaten az okunuyoruz. Kalan da darlanmasın.
Mars – :))
Venüs – Yalnız bu halin ne Mars? Seni böyle gören Patara’da sabahlara kadar kazı çalışmaları yapıyorsun sanır.
Mars – Şeeey, dün gece Kaş’tan buraya gelmek için yola çıktım. O saatte hiç araç bulamayınca yürüyerek geldim de, biraz kötü görünüyor olabilirim haliyle.
Venüs – Ne yaptın? Onca yol yürünerek gelinir mi?
Mars – Düşünmeden çıktım yola ama iyi ki içimdeki sesi dinlemişim, bak tam vaktinde buluştuk seninle burada.
Venüs – Orası öyle valla.
Mars – Neyse. Her şey geride kaldı artık.
Venüs – Çok şükür.
Venüs gözlerini kapatarak Mars’a sıkıca sarılır.
Mars – Biliyor musun böyle kollarımın arasındayken çığlık atmanı özlemişim.
Venüs – Marssss! Lütfen ama…
Mars – Korku adlı bölümde kollarımda uyurken çığlık atarak uyanmıştın, onu söylüyorum canım. Az önce sana sarıldığımda da hemen çığlık attın yaa. Sen ne sandın ki? :))
Venüs – Hee o mu? :)) Korktuğum anlarda elimde olmadan aniden çığlık atabiliyorum. Buna şimdiden alışsan iyi edersin. :)))
Mars – :)))
O sırada Noel Hoca Barney Değil ile birlikte keçi boynuzu ağacının altına gelir. Mars ve Venüs gözleri kapalı bir şekilde birbirlerine sarılmış oldukları için onları fark etmezler.
Noel Hoca – Bana gerek kalmadan buluşmuşsunuz bile. Ne güzel!
Mars Venüs’e sarılmayı bırakıp ayağa kalkar. Mars Noel Hoca’ya doğru dönünce Noel hoca şaşırır.
Noel Hoca – Senin halin ne böyle? Del4’un yanında turist gezdirmek yerine arkeolog olup bütün gece kazı da mı çalıştın nedir?
Mars – :)) Onun gibi bir şey. Yalnız sonunda benimle sizli bizli konuşmayı bıraktın. Çok şükür.
Noel Hoca – Birkaç ay sonra 18’ime basacağım da. Artık ben de bir yetişkin sayılırım.
Venüs – Aaaa ne güzel. Sana şimdiden bir doğum günü partisi hazırlayalım. 18 yaş çok önemlidir. Özel bir şekilde hep birlikte kutlayalım.
Mars – Doğum günü partisi mi? Nerede yapacağız?
Venüs – Burada. Bak önce bu ağacı balonlarla bir güzel süsleriz. Sonra ben bir pasta yaparım.
Mars – Sen mi pasta yapacaksın?
Venüs – Tamam haklısın biraz abarttım. Pastayı Del4 gelirken Kaş’tan getirir.
Noel Hoca – Çocuklar durun. Çok güzel bir fikir ama ben o gün Demre’ye taşınıyorum.
Venüs – Ne? Demre’ye mi taşınıyorsun? Artık burada olmayacak mısın yani?
Mars – Elif hem okuyucuya tekrar aynı şeyler anlatılmasın istiyor hem de tekrara girecek sorulu diyaloglar yazıyor nedense…
Venüs – :))) Ayy tamam tamam. Geçen bölümde anlatılan şeyleri anlatmayacağız anladım.
Noel Hoca – :))) Neyse ben sizi biraz yalnız bırakayım. Birbirinizi özlemişsinizdir.
Venüs – Hem de nasıl.
Noel Hoca kafasındaki tuhaf şapkayı kaldırarak selam verir ve uzaklaşır. Barney Değil de sahibini takip ederek peşinden gider. Mars Venüs’ün yanına oturur. Bu sefer gözlerini kapatmadan gülümseyen bir ifadeyle birbirlerine iyice yaklaşırlar. Mars Venüs’ün yüzünü okşar. Tam Venüs’ü öpecekken Mars geri çekilir.
Venüs – Ne oldu?
Mars – Sen değişmişsin?
Venüs – Ah! Yoksa çirkinleşmiş miyim?
Mars – Yok öyle değil! Bilmiyorum. Farklısın. Yoksa o herif hapishanede seni üzecek bir şey mi yaptı?
Venüs – Yok canım.
Mars – Ne yaptın hapishanede geçirdiğin üç gün boyunca? Hadi anlat. Umarım çok kötü geçmemiştir.
Venüs – Ayy valla bu sefer tekrar mekrar seni dinlemeyeceğim. Anlatacağım. Beni lütfen eleştirme!
Mars – :)) Peki tamam.
Venüs – Aslına bakarsan kötü geçmedi. Hatta çok eğlendiğimi bile söyleyebilirim.
Mars – Ahh iyi bari. Tek başına koca Patara kumsalında kalmak zor olmalı. Kötü geçmediğine sevindim.
Venüs – Zorlanmadım diyemem ama hapishanede yattığım için hiç pişman değilim doğrusu. Geçirdiğim süreç olgunlaşmamı sağladı ve belki de hayatımda ilk defa biraz daha cesur olmamı.
Mars – Hmm. İyiymiş o zaman.
Venüs – Polis memuru bana kötü bir şey yapmadı ama haliyle onunla hiç anlaşamadım. Zaten çok da bir arada vakit geçirmedik. Bir iki kez yanıma uğradı o kadar. O zamanlarda da beş dakika bile konuşamadık. Saçma bir zihin yapısı var ama özünde iyi bir insan bence. Üstelik annesiz bir çocuk büyütmeye çalışıyor. Belli ki çok yaralı. Anlayacağın derdi kendinden büyük.
Mars – Öyledir mutlaka. Yine de sana böyle saçma bir hapis hayatı yaşatmaya hakkı yoktu. Hangimiz yaralı değiliz ki?
Venüs – Hepimiz yaralıyız doğru. O yüzden ilk gün…
Venüs duraklar.
Mars – Evet! İlk gün?
Venüs – İlk gün cezamı çekmek için daha Patara kumsalına doğru yürürken bir karar verdim. Her ne kadar bir hapishaneye giriyor olsam da dar etmeyeceğim kendime burada geçireceğim günlerimi dedim. Bambaşka bir Venüs olacağım ve anın tadını çıkaracağım. Her şeyi geride bırakacağım. Bu kararı aldığım gün polis memuru bana boş defterler ve kalem getirdi. Ha bir de interneti olan bir tablet!
Mars – Demek bu kadar hızlı bitirdin defterleri.
Venüs – Yok! Bitiremedim.
Mars – E nasıl çıktın hapishaneden o zaman?
Venüs – Ne zaman bir şey yazacak olsam aklıma sen geliyordun Mars. Baş başa geçirdiğimiz Japonya’daki günlerimizi düşünüyordum. İşte o zamanlarda hapishanede olduğum bir dakika bile bana zülüm gibi geliyordu. Kaçmak istiyordum. İyi ki yanıma kitap almışım. Montaigne okudukça, nasıl desem… Dur en iyisi okuyayım.
Venüs çantasından kitabını çıkartır ve okumaya başlar.
Venüs – “Hiçbir zaman kendi evimizde değiliz, her zaman olduğumuz yerin ötesindeyiz. Korku, arzu, umut bizi geleceğe doğru yönlendiriyor ve olacak olanla oyalayarak olanın anlamından uzaklaştırıyor.”
Mars – Yanına Montaigne’nin Denemeler’ini aldığını bilmiyordum. Ben sanmıştım ki…
Venüs – Sen ne sanmıştın?
Mars – “Yanıma bir tane kitap aldım,” dediğinde Küçük Prens’i aldın sanmıştım.
Venüs – Yok canım. Niye Küçük Prens’i alayım ki.
Mars – Ne bileyim. Kadınlar o kitabı pek bir seviyor.
Venüs – Tamam ben de severim ama benim üzerimde büyük etkisi olan bir kitap değildir yani. Hem uzun zamandır Küçük Prens elimde yok benim. Okumayalı çok oldu. Bir arkadaşıma mı verdim nedir artık bilmiyorum.
Mars – :)) Neyse bu kitap konusunu uzatıp okuyucuyu iyice sıkmayalım istersen.
Venüs – Tamam. :)))
Mars – Sürekli kitap mı okudun yani?
Venüs – Hayır az önceki cümlenin ardından okuduklarımdan sonra kitap da okuyamaz oldum.
Mars – Neymiş sonrasında yazan?
Venüs – Bak tam bu sözü söyledikten sonra Montaigne senin o çok sevdiğin Seneca’dan alıntı yapmış. “Gelecek kaygısı olan ruh ne mutsuzdur!” Ve Platon’un sözleriyle şöyle devam etmiş: “Yapman gerekeni yap ve kendini tanı.” Bu sözler sürekli beynimde yankılandı durdu. Sonuçta sen artık yanımda değildin ve seni düşünmemin bana hiç bir faydası olmayacaktı. Ben de içinde olduğum ana odaklandım. Elimde ne var? Güneş, deniz ve kum.
Mars – Denize girip, kumun üzerinde bolca güneşlendin yani. Epeyce bronzlaşmışsın zaten. Yakışmış ama çok güzelleşmişsin. Elif her ne kadar ısrarla metin aralarında beni kazı bekçisine benzetmişse de görüntün konusunda sana kıyak geçmiş valla…
Venüs – :)) Ayy merci.
Mars – :))))
Venüs – Yalnız hiç de düşündüğün gibi denize girip güneşlenmedim. Bir kere o deniz yüzmek için çok sevimsiz. Patara’nın denizinde bir kez bile yüzmedim desem yeridir. Öyle malak gibi yatıp güneşlenecek vaktim de olmadı doğrusu. Polis memurunun verdiği tabletlerden internete girdim ve nasıl kumdan kale yapılacağını öğrendim. Dolayısıyla geri kalan günlerde sürekli kumdan kale yaptım. Ellerimle bir şey ile oyalanınca kafam o kadar dağıldı ki. O süreç ne kadar iyi geldi anlatamam.
Mars – Ahh ama ben Del4’a demiştim, Venüs şimdi koca kumsalı baştan sona kumdan kaleyle doldurur diye.
Venüs – Sahi mi? Beni nasıl bu kadar iyi tanıyorsun? Hayret bir şey.
Mars – O değil de Elif’in bu kumdan kale ile derdi nedir Allah aşkına. Habire ona vurgu yapıyor. Çok iyi kumdan kale yapıyor ve okuyucu bilsin istiyor galiba.
Venüs – Yok canım hayatında hiç denememiş bile. Ne işi olur Allah aşkına! Diyaloglarım inandırıcı olsun diye oturup benim gibi Youtube videoları izledi sadece. Hem Elif kumsal hiç sevmez ki. Denize girip çıkınca her tarafına kum yapışınca gıcık oluyor. O yüzden bundan böyle kum olmayan yerlerde tatilimizi yaparsak sevinirim. Boş yere rahatını bozmayalım kızın. Böyle platformu olan denize direk balıklama atlayacağımız bir yer tercihimdir.
Mars – :)))
Venüs – Senin ben o gülüşünü yerim yerim… Tatlı şey seni!!!
Mars – :)) Bu diyaloğu toparlayabilecek mi Elif merak ediyorum. Bir de bütün bu konuştuklarımızın konu başlığımız olan “Dua” ile ne ilgisi var bir anlayabilsem.
Venüs – E şu an bu satırlar Hıdırellez gecesi yazılıyor ya. Ondan adı Dua. Ne yapsın kız? Bir kağıda o şaheser çizim gücüyle el ele tutuşan çöpten adam ve kadın çizip gül ağacına mı assın?
Mars – Eminim işi garantiye almak için onu da yapmıştır.
Venüs – Hahahaha.
Mars – Yalnız seni bikiniyle kumdan kale yaparken gözümde canlandırdım da şimdi. Bir an önce tekrar Japonya’ya mı gitsek diyorum.
Venüs – Hah iyi hatırlattın. Kumdan kalede kalmıştık. İşte ben böyle kumdan kale yaparak oyalanırken birden ben burada ne yapıyorum dedim kendi kendime. Tekrar sana ulaşmalıydım. Aslında tek istediğim her şeyin normalleşmesiydi. Hapisten kaçmadan çıkmanın bir yolunu bulmalı ve normal bir hayat yaşamalıydım. Başardım da. Fakat Patara kumsalından çıkıp da buraya gelene kadar yürüdüğüm yol boyunca anladım ki kalbim seninle dolu. Bunu Elif daha önce yazmış mıydı? Gene tekrar mı oldu?
Mars – 🙂
Venüs – Hep aynı şeyleri anlatıyorsam kusura bakma valla.
Mars – Biliyor musun ne istiyorum?
Venüs – Ayy evet Japonya’da baş başa kal…
Mars – Hayır. Yani elbette baş başa geçirdiğimiz günler gibi zamanlarımızın tekrar olmasını çok istiyorum ama esas istediğim şey senin iyi olman. Yoksa bazı şeyleri sırf gülelim diye söylüyorum. Ben de sensiz geçirdiğim bu üç günde anladım ki hayatta hiçbir şeyi zorlamamak lazım. Eminim böyle olmasında vardır bir hayır.
Venüs Mars’ın yüzünü ellerinin arasına alır. Çok şanslı olduğunu düşünerek sevdiği adamı dudaklarından özlemle öper.