Dolmakalem

Uzun zaman sonra mektup yazmak da nerden aklıma geldi bilmem. Üstelik oturduğu evin adresini de bilmiyorum. Hala aynı telefon numarasını kullandığından bile emin değilim. Eşyalarımı toparlarken elime geçen dolmakalem ve mürekkep beni kışkırtmış olmalı. Sahi doğum gününde ona aldığım dolmakalemin bende ne işi var. Votka şişesinin dibini gördüğüm o gece bütün eşyalarını verdiğimi sanıyordum. Sanki bunu özellikle saklamışım; yıllar sonra yani tam da şimdi, evlilik arifesinde eşyalarımı toplarken allak bullak olmak için. Beni bugüne kadar dinlemeyi seven biriymiş gibi sayfalarca döktürmüşüm bir de. Bazen kendimi hiç anlamıyorum. Evleniyorum ben, çok az kaldı. Bir dolmakalemin çeyiz sandığından daha fazla şeyi içine sığdırabiliyor olması haksızlık.

Çay demlemekse bugün yaptığım en aptalca şey. Ben çay sevmem ki. Yıllarca sırf o seviyor diye demledim çayı. Ne kadar da nefret ediyordum çaydanlığı temizlemekten. Akşam yatmadan mutfağı ocağına kadar mutlaka temizlerdim ama çaydanlığın içindeki o bayatlamış çay sabaha kadar öylece kalırdı. Sabah erken kalktığım için kahvaltı öncesi onu temizlemek gene bana kalırdı tabi. Günlerce beklemiş çay çaydanlığı nasıl karartıyorsa, içimde biriktirdiğim anılar da içimi öyle karartmış.

İnsan kendi yazdığı mektubu postalamadan önce defalarca okumalı. Ama ben tekrar okursam kendimi caydırırım diye korkuyorum. İnsanın kendisiyle hiç beklemediği bir anda bu şekilde yüzleşmesi korkutucu. Dolmakalemin mürekkebinin istemeden etrafa akması gibi, duygularım resmen odanın her yerine döküldü.

İşte sakin kalmak için öğrendiğim nefes tekniklerini tam da uygulama zamanı. İçimde bana acı çektirmek isteyen tarafım şiddetle bunu reddediyor. Ama lütfen bana bunu yapma hayır! Günlerce hatta aylarca verdiğim mücadeleyi yok sayıp şimdi tekrar sıfırdan başlayamam.

Dolmakalem… Yazdığı tüm kitapları onunla imzalayacağının hayali belirmişti onu vitrin camında ilk gördüğümde. Ne çok yakışacaktı o güzel parmaklarına. Dolmakalemin turkuaz gövdesini kavrarken farkında olmadan içini tarif edilemez bir enerji kaplayacaktı. Yüzüne yayılan gülümseme, karşısına çıkan herkesin içini aydınlatacaktı. Hayranlarının adını kitabının ilk sayfasına karalarken, aklının ucundan bile geçirmeyecekti beni.

Varlığının deli gibi beynimi istila ettiği şu anda aklının ucundan geçiyor muyum ki? Ayrılığın en acıklı yanı bu değil mi? Karşısındakinin ne hissettiğini asla bilemeyecek olmak. Yoksa belki gururuna yenilip koşa koşa sarılacak insan.

Sahi ne zaman karar verdim evlenmeye? Onu unutamadığımı kendime neden hiç hatırlatmadım? Nasıl oldu da Mehmet’i bunca zaman aldatabildim? Nasıl bu kadar insafsız olabildim? Mehmet’e evlenemeyeceğimizi bir an önce anlatmalıyım. Bu saçma sapan mektubu hemen yok edip, dolmakalemin mürekkebi bitmeden bu sefer Mehmet için yazmalıyım.

Didem Elif

Mucize Ruh Dergi, Sayı 3, Haziran 2018

Facebook
Twitter
Instagram