Gülümsüyorum. Durup durup gülümsüyorum. Başkalarını dinlerken, yiyecek bir şeyler hazırlarken, kalabalık bir caddede yürürken, arabanın camından bakarken hep gülümsüyorum. Onunla geçirdiğim saatleri düşündüğüm her an gülümsüyorum…
Bunca yıl sonra yeniden beraber olduğumuza inanamıyorum. Üstelik daha önce hiç deneyimlemediğimiz bir şekilde…
Oysa bugüne kadar ikinci şans verilen ilişkilere inanmazdım hiç. Yeniden denendiğinde sanki yine benzer sebeplerle ayrılanacak gibi gelir bana. “Her şeyi yaşamışsın ve olmamış, birlikte yapamamışsın işte, tekrar niye denersin ki?” diye düşünürdüm. Biten hiç bir ilişkime geri dönme isteğim olmadı o yüzden.
Ama onunla farklıydı. Bir kere her şeyi yaşamamıştık. Cinsellik, yaşamayı bırak, aramızda konuşulması bile yasak olan bir tabu gibiydi. Her seferinde, sanki biraz ileri gitse bekaretim bozulacakmış gibi bir kaygıyla tutardı elimi. Biraz uzun öpüşecek olsak, kendini hemen geri çekerdi.
O kadar gençtim ve aslında kördüm ki, aramıza koyduğu sınırlarla karşılaştıkça beni istemediğini sanırdım. Ancak başka bedenlerde sonuna kadar gittiğimde beni gerçekten çok istediğini, daha da kötüsü, onu her şeyden çok istediğimi anladım. Bu yüzden ondan vazgeçip başkasıyla evlendiğim için hep pişmanlık duyacaktım ama iş işten geçmiş olacaktı.
Evinin kapısını yıllar sonra yeniden çalarken, sonrasını hiç düşünmemiştim aslında. Elimde alışveriş torbalarıyla bir AVM’nin en üst katında olan dairesine, sanki gelmişken ona da uğramışım gibi bir edayla birdenbire girivermiştim.
Ondan hiç gitmiş miydim acaba? Gidebilmiş miydim ki “ben geldim,” diyebileyim.
“Topuğum kırıldı. Baksana. Şaka gibi. Allahtan bir AVM’de başıma geldi de hemen alttaki Lostra Salonunda çözüm bulabildim. O halde ortalıkta da durmak istemedim doğrusu. Aklıma sen geldin. Aradım ama telefonun değişmiş. Şansımı bir de kapıyı çalarak deneyeyim dedim. Böyle direk geldim kusura bakma. Ay neyse ki evdesin,” diyebildim.
Doğal görünmeye çalışıyordum. O olmasa benim bu AVM’nin kapısından gireceğim yoktu oysa. Onu hatırlattığı için önünden arabayla bile geçemiyordum. Ne kadar eskiden sevgili de olsak, topuklu ayakkabılarla AVM’ye giden bir kadın olmadığımı bilecek kadar beni tanıyor muydu acaba? İnandırıcı olmak için ekstra bir çaba sarf ederken onunla yeniden iletişime geçmek için bir bahane bulmaya çalıştığımı anlıyor muydu? Çaktırmadan yüzünü inceliyordum ama duygularından bir türlü emin olamıyordum.
Sanki gergin miydi? Ne hissediyordu? Beni gördüğüne sevindi mi yoksa rahatsızlık mı verdim acaba böyle yaparak ona. Belki de başka birini bekliyordu, karşısına aniden ben çıktım. Pek birini bekliyor gibi de giyinmemiş gerçi. Tuhafsamadı da varlığımı ama. Belli ki kafası çok karıştı ve şimdi bunca yıl sonra durduk yere burada olmamı, ne yapmaya çalıştığımı anlamlandıramıyor olabilir. Haklı tabi. Eski sevgilisi gecenin bir vakti salonunda karşısına geçip bacak bacak üstüne atmış oturken insan başka ne yapabilir ki? Kovacak değil ya beni ya da özlemle boynuma sarılacak değil ya. “Beni ve onu düşürdüğüm duruma bak,”diye kızıyorum içten içe kendime. Huzursuzluğumu atmak için yer değiştirmeye niyetleniyorum ama ayağa kalkınca ne yapacağımı bilemediğimden mutfağa yöneliyorum.
“Böyle sormadan habersiz geldim ama bir kahve içecek kadar da vaktin vardır sanıyorum. Hatta dur ben yapayım. Hala şekersiz içiyorsun değil mi?”
Geldiğimden beri ifadesini çözemiyorum ama nihayet doğrudan ona yönelttiğim bu cümlemden sonra yüzüme bakıp sıcacık gülümsüyor. Biraz daha rahatlayarak gidiyorum mutfağa böylece.
Başını sallamıyor ama ben gülümsemesini onaylama sayıp birer sade kahve yapıyorum ikimize. Sanki daha önce bir geçmişimiz olmamış gibi birazdan karşılıklı oturup içeceğiz. Bunca yıl sonra… Aynı evde. Aynı koltukların üzerinde… Rüya mı bu? Eğer öyleyse kimse beni uyandırmasın ne olur.
Mutfakta hiçbir şeyin yeri değişmemiş. Tıpkı bu eve ilk geldiğim günkü duygularım gibi onlar da aynı yerlerinde duruyor. Ne çok kahve yaptım bu mutfakta beraber içelim diye. Ama yok geçmişi ne ona ne de kendime hatırlatmaya niyetim yok. Niyetim ne onu da bilmiyorum. Sadece ondan uzak kalamıyorum daha fazla hepsi bu. İçimde hep onunla yaşarken dışımda başka bir hayat sürdürmeye dayanamıyorum.
Kahvelerimizi içerken bana benimle ilgili hiçbir şey sormuyor. Havadan sudan bir ön konuşmayla anı geçiştirme girişiminde bulunmadan hayata nasıl baktığını anlatıyor. Anlattıklarını dinlerken verdiğim seminerlerde söylediklerimi dinlemiş olabilir mi gibi saçma sapan bir duyguya kapılıyorum. Nasıl dinlemiş olabilir ki? Sevgiliyken bile bir kez olsun “seni sahnede dinlemeye geleyim,” demedi. Bu konuları daha önce hiç düşünmemişim gibi dinliyorum onu. Bin bir yabancıya büyük bir hevesle anlattığım şeyler üzerine fikrimi söylemeye nedense gerek duymuyorum. Susuyorum o yüzden. Onu sabaha kadar dinleyebilirim bu şekilde. Yeter ki varlığımdan rahatsız olmasın.
Telefonumun çalmasıyla bölünüyoruz. Önce açmak istemiyorum ama seminere gideceğim şehirden aradıklarını görünce açmam gerektiğini belirterek karşı tarafla konuşmaya başlıyorum. Açmasam da olabileceğini konuşmaya başlayınca anlıyorum ama geç kaldım artık.
İster telefonda olsun, ister sokakta karşılaşayım; ısrarla lafı uzatan insanlarla konuşmayı bitirmeyi beceremem. İyi biri olduğunu ses tonundan bile anladığım birinin, vereceğim seminer için duyduğu heyecanını paylaşmasını bir türlü bölemiyorum.
Derdi bana ulaşmak değil aslında. Çok net farkındayım bunun. Beni etkilemeye çalışan insanları daha enerjilerinden tanırım. Benimle geçici ya da kalıcı herhangi bir bağ kurmakla ilgili eser yok sesinde. Telefonu kenara koyup bıraksam, fark etmeden saatlerce durmadan konuşabilir. O sadece kendini anlatmak istiyor. Zaten öyle de yapıyor. Belli ki birilerinin varlığını fark etmesine ihtiyacı var. Şehrin gelişimi için her şeyi yapabileceğinden bahsediyor uzun uzun. Bu saatte onu dinleyecek birini bulduğu için keyfi yerinde.
Telefon kulağımda çaresizlik içinde onun oturduğu tarafa bakıyorum. Göz göze geliyoruz. Bir tepki vermiyor ama bana kızma ihtimalini düşünüp geriliyorum. Eskiden çok kızardı lafı gereksiz yere uzatan insanları kıramamama.
Bakışmamızın ardından yerinden kalkıp hızlıca yanıma geliyor. Telefonu elimden alıp kapatacak sanıyorum. Çok yakın bir şekilde yanıma oturuyor. Kollarımdan sarılıp bir nefesle beni içine alırmışçasına öpüyor. Dudaklarından bedenime yayılan sıcaklıkla tüm evrenden birkaç saniyeliğine kopuyorum sanki. Ayakta olsam ayaklarımın o an yerden kesildiğini ve gökyüzüne havalandığımı iddia edebilirdim. Şaşkınlıktan, ancak bir süre geçtikten sonra elimdeki telefona konuşan kadının söylediklerini fark ediyorum. Ballandıra ballandıra yaşadığı şehrin tarihçesini anlatıyor. Nihayet onu bölecek cümleyi buluyorum içimde: “Çok pardon. Telefonum çalıyor. Şu an kapatmam gerek.”
Verdiği anlayışlı tepkiyle telefonu kapatıyoruz. Beni yeniden öpsün istiyorum. Bunu yaşamak için o kadar çok bekledim ki.
Şehre en yukardan bakan bir salonda, başka birinin bizi camdan görme ihtimalini düşünmeden karşılıklı soyunmaya başlıyoruz.
Saçlarımda dudaklarını hissetmek, teninin tenime bu kadar yaklaşması, içime sonuna kadar girip yerleşmesi, buraya gelirken asla hayal ettiğim şeyler değildi. Sadece gözlerinde “iyi ki buradasın,” diyen bir bakış yakalasam yeterli olacaktı. Oysa günlerce etkisinden çıkamayacağım bir yolculuğa çıkartıyordu beni. Kanepenin üstünde ilk kez hiç gitmediğimiz kadar ileriye gidiyorduk.
Beni kendinden uzaklaştırmadığı için mutluyum. Bir kanepenin üstünde, eskiden sadece oturduğumuz bir kanepenin üstünde, sınırlar koymadan çıplak bir şekilde sabahladığımız için mutluyum. Yeniden karşısına çıkıp karşılığını almama ihtimalini göze aldığım halde, varlığıma sıcacık bir karşılık verdiği için mutluyum. Tek bir kelime söylemeden beni istediğini hissettirdiği için mutluyum.
Bundan sonra ne olacak hiç bilmiyorum. İçinde olduğum, tarihi geçmişi azımsanmayacak bu şehirde seminerimi verdikten sonra evime dönünce ne yapacağıma dair hiçbir fikrim yok. Telefonunu almadım. Benim telefonum değişmedi ama hızla değişen bir teknolojik sistemde, kim eski telefonlara ulaşabiliyor ki onda telefonum olsun. Yeniden evine gidecek cesareti göstermeli miyim yoksa onun bir adım atmasını mı beklemeliyim? Belki de karşısında görünce dayanamadı ama yeniden başlamak gibi bir isteği yok.
Bilmiyorum ki hiçbir şey bilmiyorum. Tek bildiğim sürekli gülümsüyorum. Kanepedeki halimizi düşünüp düşünüp gülümsüyorum.
Didem Elif