Hapishane Dediğin

Şu anda oturduğum evin ön cephesi bir hapishaneye bakıyor. Balkona çıkınca; bakımsız ve eski, yüksek kiremit rengi çirkin duvarlar, göz hizzamın hemen aşağısında kalıyor. Göz hizzamda ise bulutlarla ve denizle boyanmış Meis adası var.

Yaklaşık beş yıldır hapishanede yatan Mustafa Balbay önceki gece özgürlüğüne kavuştu. Bu fiziksel bir özgürlüktü tabi. Ben onun gibi birinin hiç bir zaman hapse tıkılabileceğini düşünmedim. Kaç kitap yazdı bu sürede? Yedi mi? Kaç köşe yazısı? Yüzlerce mi?

Sayıların öyle pek de bir önemi yok. “Kelebek Kaç Tondur?” adlı yazısını okuduğum zaman bir kez daha anlamıştım niceliğin ne kadar göreceli olduğunu. Bir kalbin nasıl bir saniyede tonlarca ağırlaşabileceğini, ruhun nasıl özgürce hafifleşip kanatlanabileceğini hissetmiştim.

Mustafa Balbay doğadan, ailesinden, arkadaşlarından, sevdiklerinden uzak yaşadı yıllarca belki ama kendi doğasından uzaklaşmadı. Kaderine küsüp özüne sırtını çevirmedi. Yüksek duvarların arkasındayken bile beni ve benim gibi onu okuyan başkalarını doğanın tam ortasına götürdü. Kelebeklerin yurduna. Öz vatanıma.

Dışarı çıktığında; kendisini çekmeye çalışan onlarca medyayla, o ana tanık olmaya çalışan deli kalabalıkla bile kendinden geçip öfkeyle böğürmedi. Bedeni kendisi gibi haksızlığa uğramışlar için adalet doluydu ama kinle, nefretle kavrulmamıştı. Elbette heyecanlıydı, sevinçli ve -bugüne kadar daha evvel ne sözlü ne de yazılı olarak hiç kullanmadığım bir kelimeyi onun için kullanacağım- vakurdu.

Çoğu insan bir hapishanede yaşar aslında. Kimi ilişkisinin içinde sıkışıp kalmıştır. Doğrusunu, yanlışını şaşırmıştır. İletişimsizlik en büyük iletişim aracı haline gelir.

Kimi işi ile kapatır kendini hapishaneye, hemen hemen her gün. Mesailerle dolu görünmez yüksek duvarlar arasında bir fiil kaybolmuştur.

Kiminin bedenindedir esareti. Her gün çektiği ağrıları koğuş arkadaşıdır. Sahi koğuş arkadaşı katil de olsa insanın elinden ne gelir ki?

Kimi, Zaman Hapishanesi’ne girmiştir, üstelik ömür boyu. Ya geçmiş vardır onlar için ya gelecek. Ve aslında her ikisi de gerçekte asla olmadığı için hiç bir zaman gerçekten var olamazlar. Onların hapishaneleri Ortaçağ’daki işkence odalarına benzer. Yeraltında, penceresiz, mum ışından başka ışığın olmadığı zindanlar gibidir.

Kimi, bu dünyada yaşamayan birinin yokluğunda hapsetmiştir ruhunu. Aldığı her nefes özlemle acır göğüs kafesinde.

Kimi egosunun kölesi olmuştur. Onun gölgesini en büyük ağaç gölgesi sanır. Bütün ağaçları yıkabilir sırf bu yüzden.

En büyük gardiyanı kendisidir insanın. Herkesin görüş hizzasının aşağısında insanların inşa ettiği bir hapishane manzarası vardır. Gardiyan olarak kafayı kaldırmaya izin vermezsek doğanın bize sunduğu harika manzarayı göremeyiz.