Kutsal Meslek

Dün Öğretmenler Günü’ydü. Gece ilk okul öğretmenim geldi aklıma. İkinci sınıfa başlayacağım yaz, yani yaklaşık sekiz yaşlarındaydım, başka bir semte taşınmıştık. Mecburen okulum da, öğretmenim de değişmişti. Bana sorarsanız bütün hayatım değişmişti. Yedi yıllık bir hayatı küçümsemeyin. İnsanın en önemli hayat dilimidir.

O zamana kadar el bebek gül bebek büyümüşüm. Ailenin en küçüğüyüm diye; gelen sevmiş, giden sevmiş. Birinci sınıfta bana okumayı, yazmayı öğreten öğretmenim beni kucağından indirmemiş. İlginin doruğunda bir yedi yıl geçirmişim. Yeni başlayacak hayatımda ise önceden tanıdığım tek kişi var. O da Lale. Yengemin yeğeni.

Lale ile aynı sınıfta okumam için bir hayli çaba sarfetti annemler. Zaten yeni bir mahalleye taşınılmış, bari sınıfında tanıdığı biri olsun çocuğun diye düşündüler. Nitekim diledikleri gibi oldu. Çocukluğumun en sarışın, en sıradışı hatırası Lale ile aynı sınıfta okudum. O zamanlar bana kabus gibi gelen bir öğretmen eşliğinde.

Öğretmen benim hamurumu pek sevmemiş miydi artık bilmiyorum beni herkesin içinde azarlıyordu. El yazımı bile beğenmiyor: “Sana yazı yazmayı kim öğretti böyle?” diyerek dünyalar tatlısı birinci sınıf öğretmenime de söylenmiş oluyordu. Benim gibi azarladığı başka öğrenciler de vardı, elbette kişisel bir mevzu değildi. Bir de sevdiği öğrenciler vardı. Onları yerlere, göklere sığdıramıyordu. Lale onlardan biriydi.

O öğrencileri kıskandığımı hatırlamıyorum ama öğretmenimden gerçekten çok korkuyordum. Okul saatleri içinde cıvıl cıvıl, güler yüzlü, girişken Elif gidiyor; yerine ürkek, çekingen, sessiz bir Elif geliyordu.

Okulda gün geçtikçe kötüleşen halime üzülen annem, beşinci sınıfa doğru halamın komşusu Handan öğretmenden bana ders aldırmaya başladı. Handan öğretmen! Tanrım, yeryüzüne inmiş en güzel insanlardan biriydi o. Bir de dünya tatlısı bir kedisi vardı. Herşeyi unutuyorum onunla ders çalışırken. Birlikte olacağımız zamanları iple çekiyordum. Matematik kabus olmaktan çıkıp, en büyük aşkım oluvermişti. Okuldayken bile başkalaşmıştım. Güvenle el kaldırıyordum, tahtada ben de soru cevaplayabilmek için. İlk okul öğretmenim bile bendeki değişimi fark etmişti. Tuhaf olan ben ondan korkmadıkça beni azarlamayı kesmesiydi. Böylece gülümseyen gözleriyle sık sık denk gelmeye başlamıştım. Gülümseyince ne kadar güzel bir kadın oluyordu.

Yalnız düne kadar onu zihnimde hala suçladığımı fark ettim. Bugün bende negatif olan ne varsa, biraz da ondan miras kaldığını düşündüm hep. Rahmetli Handan öğretmenimi sevgi ve minnetle anarken, onun adını bile hatırlamak istemiyordum. İtiraf ediyorum bugüne kadar Öğretmenler Günü bana hep onu hatırlattığı için de, Öğretmenler Günü’nün değerini de çok önemsemedim.

Dün gece ilk defa olarak Suna öğretmenimi, adı buydu Suna’ydı, saygıyla anımsadım. Belki Matematik’i sevmeyi ondan öğrenmemiştim ama aslında bana öğrettiği şeyler muhteşemdi. Bense ısrarla öğrenmek istememiştim. Beni her zorladığında biraz daha güçlü biri olmak yerine zayıf olmayı seçmiştim. Üstelik kendi seçimlerimin sorumluluğu almayarak bir başkasını suçlamayı da bunca yıldır tercih etmiştim.

Şimdi sekiz yaşındaki çömez Elif’i seçimlerinden dolayı suçlamayacağım elbette. Birini ya da kendimi suçlamanın bana hiç bir faydası olmadığını artık biliyorum. Geçmişle barışmanın özgürlüğünü de. Yalnız bu barışmaktan öte bir şey benim için. Çünkü bugün şundan adım kadar eminim; ben başardıkça en az Handan öğretmenim kadar Suna öğretmenim de bundan mutluluk duyuyordu. Dün gece gözlerindeki gülümsemeyi hatırlayana kadar bunu fark etmemiştim. Ayrıca bence biri sizi zorluyorsa, muhtemelen sizin daha fazlasını yapabileceğinizi bildiği içindir.

Öğrenmek insanı geliştiren en değerli şey. Üstelik ne zaman, nerede, kimden ne öğreneceğiniz hiç belli olmuyor.

Bütün öğretmenlerin gecikmeli de olsa Öğretmenler Günü’nü kutluyor, onları kutsal mesleklerinden dolayı sevgiyle ve minnetle kucaklıyorum.