Umberto Eco, kuşkusuz çağımızın en önemli yazarlarından biri. Kırmızı Kedi Yayınevi’nden çıkan son kitabı Genç Bir Romancının İtirafları’nda, yazar kendi romanları üzerinden kurmaca yapıtları masa üstüne yatırıyor. Beyaz perdeye uyarlanan ve büyük ses getiren ilk romanı Gülün Adı’nın elli yaşına doğru yayınlanmış olması, onu kendi gözünde genç romancı kılmaktadır. Son kitabında kurmaca eserlerine odaklanmış olsa da; konuyu ele alış biçimiyle, İtalyan yazarın gstergebilimci kimliği kitap boyunca satırlar arasında ruhunu hissettiriyor.
Romancılığını amatör bir uğraş olarak grür ve mesleği olarak varsaymaz. Ancak çocukken başlayan roman yazma denemeleri, bunun onun en büyük hayallerinden biri olduğuna dair itiraf niteliğindedir. Ruhunun derinliklerinde uzunca zaman kendisinin de farkında olmadığı bir romancı yaşatmıştır. Hayatının bir noktasında bunu gerçekleştirme dürtüsüyle Gülün Adı’nı yazmaya başlar. Peki bir yazar nasıl yazar? Kitap okuyan ve yazma eyleminde bulunan pek çok kişinin sıkça sorduğu bu soruya cevap vermeye soyunuyor. Başka diğer kurmaca yapıtlarından alıntılar yaparak, kendi yöntemlerini aktarıyor.
Yazma sürecinde ilham onun eserlerinde önemli bir yer tutmaz. Metinlerinin zenginliği araştırmalar ve incelemeler sonucu kazanılmıştır. Bu da bazıları üzerinde uzunca yıllar çalışılmasını gerektirmiştir. İçe kapanıklıkla geçen hazırlık yılları içerisinde; kişileri, mekanları ve hatta olayları önce resimsel boyutta çözümler. Gittiği bazı yerleri, haritalara; karakterleri, portrelerine varıncaya kadar çizer. Bir yandan da belgeler toplar. Tüm dikkatini anlatacağı hikaye ile ilgili fikirler, imgeler, sözcükler bulmakta toplar. Betimlemeye verdiği önem büyüktür. Doğru betimleyebilmek uğruna, gecenin bir vakti yollara düşüp, şehirde sokak sokak dolaşabilir; ki bu yönteme sıkı sık başvurur. Yazmaya başlamadan önce yaptığı çizimler sayesinde, mekanlar arasında hareket eden iki karakterin diyaloğu bile gerçek zaman dilimine tekabül edecek niteliktedir. Bu sayede, büyük başarı getiren Gülün Adı romanı, sinemaya da aynı başarıyla uyarlanmıştır.
Romanda konuya hakim olmak çok önemlidir. Eco’nun romanlarının her biri önce bir imge ile kafasında belirir. Onu heyecanlandıran bu imgeden yola çıkarak; yaratıcı fikirler, içinde doğar ve büyür. Araştıran ve belge biriktiren kişiliği konuya hakim olmasını kolaylaştırır. Yine de bazen aradığı soruya yanıt bulması yıllarını alır. Zaten bulduğu yanıt romanın kendisidir. Yazar anlatı dünyasını oluşturduktan sonra sözcükler arkasından gelir. Hikaye ne kadar kendi başına yol alsa da, yazarın hikayenin ilerlemesinde uyguladığı yöntemler vardır. Bunlardan biri getirilen kısıtlamalardır. Mesela hikaye hangi zaman diliminde gerçekleşecektir? Bu çok önemli ve gerekli bir kısıtlamadır. Kendisi için yazmadığını belirten Eco, kendisi için yazdığını söyleyenleri de samimi bulmaz. Ona göre yazarların kendisi iin yazdığı tek şey, işleri bitince attıkları alışveriş listeleridir. Ve edebiyatın amacı yalnızca insanları eğlendirmek ve avutmak olmamalıdır. Okudukları onları heyecanlandırmalı, harekete geçirmeli, düşünmelerini sağlamalı, gerekirse aynı metni defalarca okumaya yönlendirmelidir. Bu duyarlılık içinde olan her yazar, okuyucunun zekasına ve iyi niyetine saygı göstermektedir.
Kuşkusuz bir yapıt kendi iinde tutarlı olmalıdır. Bu bakımdan bir yazar bütün öğeleri hesaba katmak zorundadır. Eco’nun bakış açısına göre, yazar ne olursa olsun kendi yapıtıyla ilgili yorum yapmamalıdır. Her okuyucunun yorumu farklı olabilir. Bununla ilgili yaşadıklarından örnekler verir. Yazarların kendilerine bile açıklayamadığı yapıtlarıyla ilgili özel hayatlarında mucizevi rastlantılar gerçekleşebilir ama Eco için rastlantı ya da mucize değildir yaşanan. Çünkü yazarların özel hayatları yeri geldiğinde metinlerinden daha karmaşık ve anlaşılmazdır.
Bazen okurlar okudukları hikayeye kendilerini o kadar kaptırırlar ki, yazarın kurmaca dünyasını gerçek gibi algılarlar. Hikayenin karakterlerini çok fazla ciddiye alırlar. An gelir onları kendi ve başkalarının hayatlarından model olarak görürler. Eco bu konuyu, Anna Karenina’ya Ağlamak başlığı altında inceler: “Eğer Anna Karenina’nın gerçek dünyada var olmayan kurmaca bir karakter olduğunu biliyorsak o zaman onun düştüğü duruma neden ağlıyoruz ya da talihsizliği bizi neden derinden etkiliyor?” Anna Karenina gibi sanal bir karakterin hikayesini paylaşmamızın anlamı ne olabilir? Yazar sorduğu sorulara neredeyse matematiksel bir çözümleme ile yaklaşıyor. Başarılı kurmaca karakterlerin nasıl gerçek insani durumun kusursuz örnekleri olduklarına çok güzel açıklamalar getiriyor.
Umberto Eco, roman yazma ile ilgili itirafları içerisinde en büyük payı Listeler’e ayırmış. Ona göre iyi bir listenin gerçek amacı sonsuzluk fikrini ve vesairenin başdöndürücülüğünü iletmesidir. bu düşüncesini listelere yer veren yapıtlardan alıntılar yaparak kuvvetlendirir. Listelerin oluşması elbette yine araştırmalarla, birikimlerle gerçekleşir. Gerçi internet sayesinde bugün bir yazarın bulabileceği liste sayısı neredeyse sınırsızdır. Listeleri o kadar derinlemesine anlatır ki; söylediği gibi, sonsuzluk fikri ve vesaire, bu anlatımda bile insanın başını döndürür. Yapıtlarında nesnelerin, kişilerin ve mekanların betimlemelerini listeler yoluyla güçlendirmektedir. Kendi romanlarında en azından bir yere mutlaka bir liste koyar. Bunun nedeni de ifade edilemeyeni hissetmenin onu büyülemesidir. Zaten listelerle ilgili detaycılığı, anlatımı ve alıntıları Eco’nun ne kadar büyülendiğini gayet net okura hissettirir. Bir yandan yaptığı alıntılar vesilesiyle etkisi altında kaldığı yazarları paylaştığı da söylenebilir.
İlknur Özdemir çevirisiyle Türkçe’ye kazandırılan Genç Bir Romancının İtirafları, bizi Eco’nun kurmaca dünyasına götürüyor ve bu farklı dünyaya ait ipuçları veriyor. Bir inceleme niteliğindeki bu kitap roman yazma sürecini daha yakından tanımak isteyenlere iyi fırsat sunuyor.
Didem Elif
Birgün Gazetesi Kitap Eki, 2011