Başlıkta kullandığım Bana Ev Olsun cümlesi tam on gün önce yoga öğretmenim Burcu ile cep telefonunda yazışırken birden ağzımdan çıktı. Korona virüsü Türkiye’de yayılmaya başladıktan sonra birlikte hiç yoga yapamadık aslında ama sağ olsun pozitif desteği ile kendisi her an yanı başımda oldu. Evde yoga hiç yapamıyorum malesef. Şu zor günleri geçirmek adına Burcu’nun sık sık vurgulaması üzerine sanırım bu akşam başlayacağım.
Eve ilk kapandığımız günlerdi. Ona evde olmayı ne kadar sevdiğimi anlatmak için kurduğum cümlelerimin arasında geçirmiştim bu sözü: “Ben evde olmayı severim zaten. Öyle sıkılmıyorum yani, aksine bana ev olsun.” Sonra da devam etmiştim: “Aaa ne güzel yazı başlığı olur.” Bu tepkim Burcu’nun çok hoşuna gitmiş: “Ayy seni seviyorum Elif,” demişti. 🙂
Bu konuşmanın üzerinden on gün geçti. O günden bu yana evden çok elzem ihtiyaçlarım dışında neredeyse hiç çıkmadım. Yine de niyetlendiğim o yazıyı ancak bugün yazabiliyorum.
Pek çok kişinin aksine evde bana kalan zaman epeyce daraldı. Malum hafta içi dört yaşındaki kızım bütün gün evde. Boş kaldığım saatlerde ancak yapmam gereken işleri yetiştirebiliyorum. Ekstra ortaya çıkan temizlik halleri çok fazla vaktimi kısaltmadı. Sosyal medyaya harcadığım zamandan kullanıyorum onu ayırdığım süreyi. Malum sosyal medya şu an beni çok yoruyor. Böylece hem ev hem sosyal medya detoksu oluyor bana. Yalnız ne doğru düzgün kitap okuyabiliyorum, ne de film izleyebiliyorum. Pazar günü geldiğinde artık o kadar yorulmuşum ki, sabaha kadar güzel bir uyku çekmiş olmama rağmen tüm gün bayılmış bir şekilde uyumuşum.
Keşke bir hafta 30 günden oluşsa ve keşke bir gün 168 saat olsa. Yapmaya gönlümü koyduğum işlerin hepsine ancak o zaman yetişebileceğim çünkü. Hazır dünya tuhaflaştı, mevsimler tepe taklak oldu, ben de böyle bir dilek dilemişim çok mu? Şaka bir yana bu hayalim gerçek olsa, şu an istemeye istemeye eve kapananlar beni topa tutarlar herhalde.
Ev demişken bu arada, benim hiç evim olmadı. Yani bir ev hiç satın almadım ve kimseden üzerime bir ev istemedim. Evin içinde zaman geçirmeyi çok sevmeme rağmen, böyle bir şeyi hayalimde bile kurmadım desem inanır mısınız? O anlamda ev kavramı, benim için başımı sokacak bir yerden öteye geçmedi bugüne kadar. Ben nasılsa güzel ve keyifli vakit geçirirdim içinde. Kendi kendime her şekilde yeterdim. Bir de yanımda sevdiklerim olsa ne alaydı benim için.
Maddiyatı küçümsemiyorum elbette. İçinden geçtiğimiz şu zor günlerde de kıymetini anladığımız gibi, insanın kendini güvende hissetmesi için kesinlikle başını sokacağı bir eve ihtiyacı var. Bu yüzden, bir seneden az bir zaman önce çocuğumun babasından boşanırken; onun üzerine olan şu an oturduğum evde oturmak için iki yıl izin istedim ondan. Böylece o iki yılda her şeyi yoluna sokarım, diye düşündüm. (Aslında bana kalsa o iki yılı da istemezdim ama küçük bir çocuğum olduğu için o kadar gözü kara davranmam doğru olmayacaktı.)
Avukatlar ve etrafımdakiler daha fazla haklarım olduğunu söylemesine rağmen, bunun için mücadele vermek bana anlamsız geldi. En az üç, dört yıl sürecek bir kavga verecektim madem, “çocuğumun babasına karşı vereceğime, hayata karşı veririm o savaşı,” dedim ve yola koyuldum. Bu yola girdiğimde ne doğru düzgün bir işim vardı, ne de düzenli bir gelir kaynağım.
Bir zamanlar benim de ortağı olduğum aile şirketimizi, iflas ettiğimiz için yıllar önce kapatmıştık. Çocukluğumdan beri iyi sayılacak gelir kazanan ailem, artık İstanbul’da bugünün şartlarında ancak kendilerini geçindiriyorlardı. Yani üç yaşında bir çocukla yalnız başıma hayata bu şekilde atılma kararı alırken, kendimden başka güvendiğim hiçbir şey yoktu. Pardon bu kısmı biraz eksik oldu, bir de Allah’a olan inancıma sığındım sanırım.
Şimdi O’nun bildiğini sizden saklayacak değilim. Öyle dindar yaşayan biri sayılmam. Namaz kılmayı öğrenmişliğim varsa da hiç kılmadığım için unuttum. Oruç desen bilinçli bir şekilde adam akıllı tutmuşluğum yok. Kuran’ı ise okumayı çok istedim; denedim de, ama çoğu şeyi anlamadığım için sonunu bir türlü getiremedim. Uzunca yıllar Kabe’nin bulunduğu toprakların bambaşka bir enerjiye sahip olduğunu düşündüm ama onun etrafında çevrelenmiş gökdelenleri tesadüf sonucu bir fotoğraf aracılığıyla görünce, büyük bir hayal kırıklığı yaşadım. Kutsal olduğu bilinen bir mekan resmen ticarethaneye çevrilmişti.
Kısacası iyi bir mümin olarak yaşamadım ömrü hayatımı. Yine de tüm kalbimle; “Rızık” denen şeyin insana Yaradandan geldiğine inanırım. Allah’a olan inancıma sığındım demem ondan. Yani rızka olan inancımdan. Çok şükür bugüne kadar da mahcup olmadım verdiğim karardan. İhtiyacım kadarını bana getirecek kapılar hep tam zamanında açıldı. Verdiğim emeğin karşılığı bir şekilde aldım.
Hayat mücadelesine girdim diye kalbimin istediklerinden vazgeçmedim yalnız. Bir o kadar da gönlüme giden yol için emek harcadım. Boş kaldığım vakitleri değerlendirdim bunun için. Zorlandım, yoruldum, bazen çok bunaldım ama istisnasız her gün elimden geleni yaptım. Elimden bir şey gelmediğinde dinlendim. Bedenimi ve ruhumu toparladığımda kaldığım yerden devam ettim. Olumsuzlar olsa bile, ben hep olumlu olanlara odaklandım. Çok şükür, bin şükür her geçen gün şartlar daha iyi oldu.
Bütün bunları, bugün yaşadığımız krizden dolayı hala maddi anlamda gelecek kaygısı duyanlar için anlatmak istedim. Para dediğimiz şey aslında bir kağıt parçasından başka bir şey değil. Ona yüklenen anlamlar olmasa, üzerinde en yüksek rakamlı olanının bile gerçekte bir lira kadar değeri yok. Muhtemelen kısa bir zaman sonra maddesel görünümü de kalmayacak.
Bolluk, bereket ise maddesel anlamda varlığını net bir şekilde göremediğimiz için çoğu zaman anlayamadığımız çok önemli bir değer. Düne kadar, yani koronadan önce; hayatımın en zorlayıcı dediğim günlerinden bugüne kadar gelirken; gerçekte ne kadar zengin olduğumu, bolluğu ve bereketini sunarak yaşam bana öyle güzel gösterdi ki.
Normalde insan bir sıkıntı yaşarken dünyada o sıkıntıyı sadece kendi yaşıyormuşçasına bir ruh haline giriyor. Pek çok kişinin benzer yollardan geçtiğini ve tüm sıkıntı ettiklerinin bir gün geçeceğini düşünemiyor. Oysa şimdi ilk defa tüm dünya insanıyla aynı sıkıntıyı eş zamanda yaşıyoruz.
Öyle ki tam bu satırları yazarken az önce çok yakın bir arkadaşımın dayısının Covid-19 virüsünden öldüğünü duydum. Kayıplarımız oluyor, daha da olacak, bu artık çok aşikar. Birebir kendi canımıza vurmasa da insan olarak canımız çok yanacak. Yine de beraberce tüm bu acıların içinden geçebileceğimize inanıyorum. Dilerim en az kayıpla olsun.
Didem Elif