Bana göre kullandığım başlık her şeyi anlatıyor ama son zamanlarda bu cümle öbeğini çok sık kullandığımı fark edince, dedim en iyisi ben bunun üzerine bir yazı yazayım.
Bilmeyenler için söyleyeyim; Kaş kasabasında halk arasında sıklıkla kullanılan Kaş Kafası dediğimiz bir tabir vardır. Tek bir yazıyla anlatılabilecek bir konu değil bu aslında ancak elimden geldiğince ucundan değinmeye çalışacağım.
Kaş Kafası dediğimiz o kadar anı yaşayan bir kafadır ki, plan filan işlemez o kafada. O yüzden “Hani beni arayacaktın, bana gelecektin, şuraya gidecektik,” gibi hallere bakılmaz burada yaşayanlar arasında. Ararsın, o an karşı taraf müsaitse görüşürsün.
Ola ki denk gelip görüşemedin, kimsenin içine dert olmaz. Nitekim karşındakinde art niyet olmadığını bilirsin.
Zaten avuç içi kadar yer. Yolda yürümek, markette alışveriş yapmak, denizin ortasında kulaç atmak gibi günlük rutin akışının içinde yaşarken, bir bakmışsın ahanda karşında bir çift göz sana bakıyor. Karşılaştığın için mutlu olup ayak üstü konuşursun o vakit. Diyelim çay bahçesi gibi bir yerde karşılaştın, ikinizin de yanında bir misafiri yok ve bir yere yetişmeniz de gerekmiyor; o zaman oturak üstü konuşursun. Artık popon rahat etti diye mi bilmem, öyle bal gibi gelir ki o sohbet; “Daha sık görüşelim,” temennisi düşer hemen yüreklere. Ağızdan kendiliğinden “Araşalım valla,” kelimeleri dökülür. Ama gerçekte çok iyi bilinir. Günler öncesinden planlanarak buluşulmaz Kaş’ta…
O yüzden Kaş Kafası’na girememiş kişi, her ne kadar içinde yaşıyor olsa da, aradığı huzuru gerçek anlamda Kaş’ta bir türlü bulamaz. Huzursuzluğunun ana kaynağının yine kendisi olduğunu fark etmediği için de, başkaları hakkında ha bire söylenir durur; tıpkı geldiği yerde yaptığı gibi… Öyle ki bu kafadaki biri Kaş Kafası’nı bir türlü anlayamadığından, meseleyi kişisel algılayarak; kısa bir süre önce herkesin içinde göklere çıkarttığı birini, sırf onu aramadığı için yine herkesin içinde yerin dibine sokabilir.
Neyse konuyu çok da uzatmayayım. Annem “çok uzun yazıyorsun,” diye veryansın ediyor sonra. 🙂
Şimdi ben Likya Sohbetleri yapmaya başlayınca, doğal olarak insanlarla önceden randevulaşmaya çalışıyorum. Malum, ortak bir zaman dilimi ayarlamamız gerekiyor ki ortaya videoya çekebileceğim bir sohbet çıksın. Fakat bazen sanal ortamda bile karşılıklı zamanı denk getirmek oldukça zor olabiliyor. İşte son günlerde söyleşi yapmayı planladığım kişilerle uygun zamanı ayarlayamayınca, ağzımdan hep şu kelimelerin çıktığını fark ettim. “Ne zaman denk gelirsek o vakit yaparız. Hiç sıkıntı yok, akıştayız.” Sonra beni en iyi anlayacakları kelime ile noktalıyorum: “Kaş’tayız.”
Bu farkındalığın ardından “Tamam,” dedim kendime, bu benim yeni mottom olsun: “Kaş’tayız! Akıştayız…”
Likya Sohbetleri zaten böyle bir akış içindeyken doğdu ve gelişerek bugüne kadar geldi. Elbette işimi eyleme dökerken elimden geldiğince planlı hareket ediyorum ama konuklar ve sohbet konularını seçme aşamasında tamamen bu akış doğrultusunda ilerliyorum. Her seferinde yaşadığım his ise şöyle oluyor: “İyi ki…”
Hayat yolunda herkes, içinde bulunduğu ya da kendini içinde hissettiği anı yaşıyor aslında. İşte bu sebeple hayatın bize sunduğu sürpriz buluşmaların tadına gerçekten doyum olmuyor. Hatta çoğu zaman planladığımızın ötesinde güzellikler getiriyor bize. En azından ben böyle olduğunu düşünüyorum.
Demem o ki; ister Kaş’ta olun ister olmayın, sevdiğiniz biriyle buluşamadığınızda hiç sıkıntı yapmayın. Hep akışta kalın…
Sevgilerimle,
Didem Elif