Bir haftadır Kaş’tayım. Bundan tam on yıl önce Kaş’a yerleşme telaşım vardı. O yaz evleneceğim için İstanbul’dan eşyalarımı nasıl taşıyacağımın derdine düşmüştüm. Şimdi ise, tam tersi bir neden için burdayım. On yıl önce getirdiğim eşyalarımdan kurtulmaya çalışıyorum. Görünen o ki en az bir hafta daha sürecek.
Aslında bir buçuk senedir beni bekleyen bir işti bu. Geçen sene İstanbul’a dönme kararı alırken, sadece kızımla benim kıyafetlerimizi taşımıştım. Mobilyalarım, özel eşyalarım ve bu hayattaki tek servetim kitaplarım Kaş’ta kalmıştı. İstanbul’da bir süre sonra kendime yeni bir düzen kurabileceğime inandığımdan; birbirinden uzak iki ayrı eve dağılmış neredeyse 3+1lik ev dolusu eşyalarımı, alacak duruma gelene kadar eski eşimden tutmasını rica etmiştim. Fakat bu süreçte ekonomi ve kuşkusuz ki ev kiraları aldı başını gitti. Yeni bir eve çıkamadım. Kaş-İstanbul arası nakliye rakamları da dudak uçurtacak bir hal aldı. Yoksa koyacak bir depo bulmuştum aslında. Onu da yapamadım. Ayrıca sadece maddi değil, manevi anlamda da bu işleri yapacak gücü kendimde bir türlü bulamadım. Sınavda geçmesi gereken dersine son ana kadar çalışmak istemeyen bir öğrenci gibiydim.
Bir iki hafta önce eski eşim iş için İstanbul’a taşınacağını, Kaş’taki evlerinden birini kiraya verip orada ev tutacağını, bu sebeple eşyalarıma artık bir çözüm bulmamı istediğini söyledi. Hiç niyetim olmadığı halde apar topar Kaş’a geldim ben de bu yüzden. Üstelik kızımı arkamdan ağlar vaziyette İstanbul’da bırakarak.
Şu anda kızım ve babası İstanbul’da. Ben Kaş’tayım. İnanması gerçekten güç. Hatta resmen şaka gibi…
Evlilik kararını almadan önce birbirimizi daha iyi tanımamız adına onu bir süreliğine de olsa İstanbul’da yaşamaya ikna edememiştim. Buna imkanı olduğu halde kabul ettirememiştim, varsa yoksa Kaş diye tutturmuştu. O yüzden hayatın bizlere sunduğu ironik gelişmeler karşısında gerçekten şaşkınım. Hayır bir de ben İstanbul’da olup da tüm uğraşlarıma rağmen gönlüme göre bir iş bulamadım, adam Kaş’ta emeklilik keyfi sürerken ona kaçırmak istemeyeceği bir iş teklifi geldi. Kısmet işte. Hayırlısı olsun ne diyeyim.
Kuşkusuz kızım için iyi olacak. Her ne kadar sürekli görüntülü konuşsalar da beraber vakit geçirmek gibisi yok elbette.
Normalde kızım babasına benden daha çok düşkün ama ilk defa babasını görecek olmasına rağmen, benim onu bırakmamı hiç istemedi. Bebekliğinde bile görmediğim, günler boyu süren bir ağlama hali tutturdu. Bu durum yolculuğumu duygusal anlamda daha da zorlaştırdı.
Normalde otobüs yolculuğunu çok sevmeme rağmen bu sefer yol bir türlü bitmek bilmedi. Ne uyudum ne uyanık kalarak kitap okuyabildim. Öyle rahatsız geldim ki 14 saatin her saniyesi eziyet doluydu. Ne zaman ki Kaş’ın turkuaz denizini gördüm, içimden “Kara Göründü” diye bir çığlık atmak geldi.
Her ne kadar Kaş’a ulaşınca çok mutlu olsam da, bu kasabada yıllarca – neredeyse on yıl – yaşamış olduğum duygusu bana çok uzak geliyor. Tıpkı evliliğimde olduğu gibi, kafamda da kalbimde de tamamen bitirmişim demek ki. Bir diş çekilince sinirler alınır ya hani, tıpkı ona benzer şekilde benim de hislerim alınmış sanki. Keşke kalsaydım buralarda, İstanbul’a hiç gitmeseydim diyen bir yanım hiç yok.
Çocukluğumdan beri bu bölgeyi çok seviyorum, tekrar tekrar tatil niyetiyle gelmek isterim, kalkınması için her şeyi ama her şeyi yapabilirim ama -büyük konuşmuş olmayayım da- bir daha dönüp buralarda yaşamak istemem diye düşünüyorum.
Hele şu günlerde iyiden iyiye koptuğumu hissediyorum. Sevimsiz işlerle uğraşıyorum çünkü. Mobilyaların fiyatlarına karar vermek, onları duyurmaya çalışmak, iki ayrı eve dağılmış eşyaları toparlamak, acil satabildiklerini satmak, belki de bugün Türkiye’de bulunması çok zor olan değerini gerçekten bilenin anlayacağı İspanyol bambusu bazı parçaları değerine satana kadar bekletebilmek için köy evine taşıtmak, İstanbul’a döndüğüm zaman geride kalanların satışını benim bir daha gelmemi gerektirmeyecek şekilde organize etmek, kızıma kalmasını isteyebileceğim -benim yaptığım el yapımı bir tablo gibi- şeyleri ayırmak… Ve kitaplarım! İçinde okumaya bile kıyamadığım özel ciltli klasiklerin ve daha nice çok sevdiğim kitapların bulunduğu, önünde çocukluğumun eşsiz saatlerinin geçtiği kütüphanem. Bir yazarın en temel besin kaynağı. Onları ne yapacağıma henüz karar veremedim. Yazarken bile gözümden yaşlar süzülüyor.
Bilsem ki değeri bilinecek; bazı şeyler öylece kalsın, en azından kızım faydalanır diyeceğim ama yarın öbür gün en mutlu anımda “köyü sattım, gel kalanları al,” diye bir bildiri almak istemiyorum. Malum Kaş’ın dağı taşı altın değerinde oldu. Para meselesi bu. Belli olmaz, olur mu olur!
Sonuç olarak ömrümün bir devri tamamen kapanıyor. Kaş’la çoktan vedalaşmıştım. Hayatımın bu evresinde ise tutmaya çalıştığım, yani bırakmaya kıyamadıklarımla vedalaşıyorum. Çok şanslıyım ki Kaş’ta çok güzel insanlar biriktirmişim. Tek başımayım ama asla yalnız değilim. Çok şükür ki yükümü omuzlarımdan almaya çalışan birbirinden şahane dostlarım var.
İnşallah böylesi daha iyi olur ve umarım artık biraz hafiflerim. Neticede bir kaplumbağa gibi gittiğim her yere evimi taşıyamayacağım bundan böyle. Zaten depremden sonra benimkisi şımarıklık gelmeye başlamıştı artık.
Eskiden ister evdeyken, ister yürüyerek ya da motorla çarşıya inerken, Kaş’ın hep fotoğrafını çekerdim. Her gün gördüğüm bu manzarayı sanki ilk kez görüyormuş gibi büyülenirdim çünkü ve o anı bir fotoğraf karesine aktarabilmek isterdim. Hiç bir zaman gördüğüm kadar güzel olmazdı çektiğim. Geldiğimden beri hiç manzara fotoğrafı biriktirmedim. Herhalde elimde binlercesi olmalı.
Motorumu geçen sene uzaktan vekaletle sattığım için her yere yürüyerek gidiyorum. İlk geldiğim gün merkeze inerken aklıma Yahya Kemal Beyatlı’nın Aziz İstanbul şiiri geldi. “Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul.” Sonra şöyle düşündüm. Bir gün buralarda yaşarken yazdıklarım, hatta belki yaptığım sohbetler değerlenirse eğer, Didem Elif bu topraklardan çok beslendi diyecekler. Bu düşünce beni o an için mutlu etti. Artık bir gün verdiğim emek değerlenir mi, ben o günü görür müyüm bilmiyorum.
Dilerim yapmam gereken bu sevimsiz işler bir an önce biter ve ben en kısa zamanda evime, canım kızıma dönebilirim. Sonra da video çekimlerinde yaptığım gibi bu seyahatten saklamak istediğimi alır, istemediğim anıları ise keser atarım. Bence kendimize güzel bir yaşam sunmanın tek şartı bu.
İyi ya da kötü her şeyin geçici olduğu bu hayatta; biz neyi tutup, neyi atacağımızı bilebilirsek ortaya güzel bir eser bile çıkarabiliyoruz. Gerekirse her şeyi unutup yeni baştan başlamalı. O yüzden ne yaşarsak yaşayalım kendi hikayemizin öyle bir yönetmeni olmalıyız ki, izleyenler tek başına değil de bir ekiple çalıştığımızı sansın. Nitekim öyle de oluyor. Sen yalnız yola çıkıyorsun. Nerde olursan ol, yakın uzak fark etmiyor tüm dostların senin bu hayattaki ekibin oluyor.
Neyse çok işim var. Bana müsaade. Yine çok fazla konuştum. Okuyabilene selam olsun.
Didem Elif