Benden beş yaş büyük bir abim var. Çocukluğum boyunca bana sürekli şu soruyu sordu: “Ne olmak istiyorsun?” Öyle büyüklerle çocuklar arasında geçen, eve gelen misafirlere hoşluk olsun diye anlatılan bir replik değildi bizimkisi. Abim benim gerçekten ne olmak istediğimi bilip bilmediğimi anlamaya çalışırdı. Bilmiyorsam da bulmam gerektiğini söyler gibiydi sanki. Soruşundaki ses tonunun netliğinden bunu hissediyordum. Cevap vermemi beklerken gözlerini gözlerimin içine dikmesinden konunun önemini anlıyordum.
Çocuk yaşta uykularım kaçtı böylece. Cevabını bir türlü bulamadığım bir soru ekilmişti kafamın içine. İstediklerini başardığını sandığım insanları gözlemledim. Bazılarına sordum, “Nasıl anladın ne istediğini?” diye. Verdikleri yanıtları şu anda hatırlamıyorum bile. İçimdeki boşluk giderek büyüyordu. Anlamsız korkular yüklüyordum bedenime gün geçtikçe. Yanlış olduğunu bildiğim sırlar biriktiriyordum gereksizce. Bu soru olmadığında hayat ne rahattı oysa. Bir sürü yol vardı ve ben hepsine girip, hayatımı gönlümce yaşayabilirdim. Ama nerde olursam olayım, bir ses beni dürtüklüyordu. “Bunu gerçekten istiyor musun?”
Lise sona geçtiğim seneydi. Hala ne olmak istediğimi bilmiyordum ama üniversitede okumak istiyordum. Kursa gitmek için babamla konuştuğumda, kursa gitmemin boşuna olacağını çünkü beni okutmayacağını söyledi. “Senin zaten işin hazır, okul bitince benimle çalışacaksın,” dedi. Yıkılmıştım. Babam gibi okumayı seven birinden bu sözleri duyduğum için hayal kırıklığına uğramıştım. Bütün gün ağladım. Akşam babam yanıma gelip, “senin ne kadar okumak istediğini görmek istedim, gerçekten isteseydin oturup ağlayacağına bana karşı çıkardın, ben senden bana karşı çıkmanı beklerdim,” dedi. Ne mutlu bana ki çok şanslı bir çocuktum. Bir taraftan ne istediğimi bilmem için, diğer taraftan da isteklerim karşısında güçlü durmam için beni zorlayan bir ailem vardı.
Tam da ne olmak istediğimi sormayı unuttuğum, istediğim bir şeyi gerçekleştirmek için bütün dünyaya kafa tutarcasına tüm gücümü sarf ettiğim bir anda aradığım cevabı buldum. Gerçek bütün çıplaklığıyla içimde duruyordu. En başından beri o oradaydı ve ben bunu biliyordum ama kendime bile itiraf edememiştim.
Esas hikaye bundan sonra başladı. Tamam içimdeki boşluk kalkmıştı. Ne istediğimi biliyordum ve bu çok güzeldi. Peki ya sonra?
Seçtiğim yol zordu. Ben de çalışkan bir öğrenci sayılmazdım hani. Aklım sürekli başka yerdeydi. Kendimi gerçekleştirmemek için elimden geleni yapıyordum sanki. Üstelik bunu gerçekleştirmeme engel olduğunu düşündüğüm bir sürü bahanem vardı.
Kısa bir süre önce, kişisel gelişim üzerine pek çok olanak sunan, Müge Çevik’in kurduğu Şapka Koçluk-Eğitim-Danışmanlık’ta Yeliz Rüzgar adlı bir hatun tanıdım. Genellikle argo olarak kullanılsa da, hatun kelimesinin benim aklımda çağrıştırdığı ilk isim Nene Hatun’dur. Bu yüzden Yeliz kendisine ne der bilemem ama ben ona hatun demeyi seçtim.
Yeliz’i ilk gördüğümde şöyle düşünmüştüm: “İşte kendini tam anlamıyla gerçekleştiren bir hatun kişi.” Bugün ben de kendimi gerçekleştirmek için, gitmek istediğim yola yöneldim yeniden. Doğru yolda yürümem için sürekli kafamı karıştıran ve beni zorlayan hayata teşekkür ederim.
Son Kulis Haber / 14 Ekim 2012