Oldukça kalabalık bir ailede büyüdüm ben. Hem baba tarafı, hem de anne tarafı hatırı sayılır bir sayıdaydı. Son yıllarda eski bayramlardan hasretle bahsediliyor ya hani, işte tam da öyle hasretlik bayramlarımız vardı.
Birinci günü, küçük büyük herkes orada olacağından, büyük amcamın evine gider, ikinci günü soluğu başka şehirde yaşayan dayımın köyünde alırdık. Nerdeyse bir düzine odası olan bir eve; teyzeler, enişteler, gelinler, kuzenler, kuzenlerin çocukları hep birlikte doluşurduk. İstanbul’daki evimize dönmek için yola koyulduğumuzda; dayım ve ailesi yollara dökülür, arkamızdan bize el sallarlardı. Çocukluğumun en güzel fotoğraflarından biriydi bu.
Her iki evde de ev sahiplerinin sevgi dolu gülen yüzleri en güzel bayram şekeriydi.
Bayramdan birkaç gün önce kaybettik dayımı. Çocukluğumun köyündeki cenaze evinden ayrılırken, aynı yolda teyzem ve kuzenlerim arkamızdan el salladığında, sararmış o fotoğraf renklendi yeniden. Hüzünden çok umutla doldu içim. Karakterimde ondan çok şey taşıdığıma inandığım dayım huzur içinde yatsın. Onun vesilesiyle bir kez daha sevdiğim bir yerde sevdiklerimi yeniden görebildiğim için mutluyum.
Herkesten uzak bambaşka bir şehirde yaşıyorum şimdi. Bayramda anne ve babamı bile görmek lüks oldu artık benim için. Uzak bir şehirde yaşama kararı alırken, bu koskocaman ailedeki her bir bireyi bu kadar çok özleyeceğimi hiç tahmin etmezdim. Meğer varlıkları ne kadar çok besliyormuş beni.
Bu bayram tam da bu yüzden çocukluğumu aratmayacak bir bayram oldu benim için. Arife günü, baba tarafındaki ailemin büyük bir kısmı-yaklaşık yirmi kişi; bizim jenerasyonun en küçüğü olan üç kuzenin evlerine, Kaş’a geldiler. Hoş geldiler. Evlerimize bereket, neşe, mutluluk getirdiler.
Bayram dediğin de böyle olur zaten.