Eveeeet, tam iki yılın sonunda ben de korona olanlar kervanına katıldım nihayet. Pek de sevinçli bir haber değil bu tabi ama doğrusu test yaptırmamış olsaydım hayatta ihtimal vermezdim covid virüsü kaptığıma. Bugüne kadar geçirdiğim en hafif gribal deneyimdi diyebilirim çünkü. Birlikte yaşadığım anne ve babamın da aynı gün grip belirtileri göstermesi beni tedirgin etti ve eş zamanlı kızımın sınıfında bir çocukta da korona çıktığını duyunca test olmayı tercih ettim. Sonuç pozitif çıktı. İlk tepkim kendimle dalga geçmek oldu. Bazı şeylerde de pozitif olmayıver bir gün de kızım, dedim kendi kendime. 🙂 Bu esprinin nedenini beni yakından tanıyan insanlar iyi bilirler ama bilmeyenler için son günlerde yaşadığım şöyle bir örneği anlatayım.
Hayat bu ya, biz hastalığı öğrenir öğrenmez apartmanın kaloriferleri çalışmaz oldu. İstanbul’a yerleşip annemlerde kalmaya başladığım günden beri şikayet ediyordum. “Bu ev ne kadar sıcak böyle. Bu ne bilinçsiz bir yakıt kullanımı. İklim krizi var, sizin yönetiminizin bundan haberi yok mu? İnsanlar kışın kazak giyer, normali bu. Biz evde tişörtle oturuyoruz. Yazık valla,” diyerek her gün söyleniyordum. Sen misin merkezi ısıtmaya söylenen. Testlerimizin pozitif çıktığını öğrendikten sonra üç gün boyunca kaloriferler çalışmadı iyi mi? Geceleri pike ile yatan ben çıkarttım hemen yorganı. Allahtan aşırı bir soğuk olmadı ama kazakla bile evin içinde üşüme sınırlarında yaşar hale geldik. Ben ne tepki verdim dersiniz. Daha mı çok söylendim sizce? Hayır! Kurduğum cümleleri aynen yazıyorum. “Belki de bunda vardır bir hayır. Ameliyathaneler neden hep soğuk oluyor? Virüs, bakteri gibi şeyler için sıcak ortam iyi olmadığından olsa gerek. Belki de kaloriferler yansa o sıcakta virüs güçlenecek ve biz daha kötü etkilenecektik. Bakın koronayı çok hafif atlatıyoruz.”
Bunun bilimsel bir gerçekliği var mı hiçbir fikrim yok bu arada. 🙂 Ne o anda ne de sonrasında bunu araştırmadım. Gerçek şu ki kaloriferlerin yanmasına etki edebilecek bir gücüm yoktu. Apartmanımızın merkezi ısıtma sisteminin belli ki daha merkezi bir sistem tarafından çalışması engellenmişti. Benim elimde olan bir sorun değildi. Sonuçta kurduğum mantık beynimi rahatlatmaya yetti mi? Yetti. Ben ona bakarım. 🙂 Pozitifliğin benim için yeri ve anlamı budur. Farklı açıdan bakmak ve rahatlamak. Bu isteyerek yaptığım bir şey değil bu arada benim beynim oldum olası böyle çalışıyor.
Yalnız yazdıklarımdan “Korona olursanız kaloriferi kapatıp soğukta oturun, iyi geliyor,” gibi bir anlam çıkmasın lütfen. 🙂 Sadece bakış açıma dair fikir versin diye anlattım. Belki de çok mantıksız bir saptamadır valla; dediğim gibi, hiçbir fikrim yok. :)))
Koronaya dönersem, pandemi öncesi son yıllarda geçirdiğim hastalıklarımda acilde iğne vurulmaya gitmişliğim oluyordu. Kaş gibi bir yerde küçük ve hareketli bir çocukla tek başıma ilgilendiğim için (ne bakıcı ne de ev işlerinde düzenli bir yardımcım hiç olmadı), ağır bir griple boğuşurken böyle bir çözüme ihtiyaç duyuyordum. Pandemi sonrası ise tuhaftır ki neredeyse hiç hastalanmaz olmuştum. Geçtiğimiz yaz yine hafif nezlemsi bir şey yaşamıştım ama o zaman korona testim negatif çıkmıştı. Muhtemelen ıslak saçla motora bindiğim için sinüslerimi üşütmüştüm. Korona ile ilgili hala net bir şey söylemek zor zaten. İki yıldır sürekli değişim içinde olan bir virüs bu. Geçmiş deneyimlerime bakarak kendimle ilgili eğer virüse yakalanırsam ağır geçireceğime dair bir inancım vardı doğrusu. O yüzden o kadar hafif atlattığıma gerçekten çok şaşırdım. Neyse geçmiş bitmiş olsun inşallah.
Her ne kadar hafif bir grip gibi atlattım dediysem de son on gün hiç kolay geçmedi. Tam Sevgililer Günü’nden bir gece önce başladı boğazım kaşınmaya. Normal şartlarda Sevgililer Günü’nde bir kız arkadaşımla öğlen yemek yemeği planlıyorduk. Özellikle bu buluşma için süslenecektik. Bir sevgilimiz olmasa da biz kendimiz için özenelim dedik. Öyle ki topuklu ayakkabı bile giyecektim. 🙂 Fakat korona ihtimali hep aklımızın bir köşesinde olduğu ve şu sıralar çok arttığı için boğazımdaki kaşınmayı dikkate aldık ve buluşmaktan vazgeçtik. Yatıp dinlenerek evde geçirdim ben de o günü. İyi ki de yatıp dinlenmişim çünkü bir daha dinlenmeye fırsatım olmadı. Ertesi gün kızımın okulu online eğitime geçti ve başladı tempolu günler. Meğer bu online eğitim küçük çocuklar, öğretmenleri ve aileleri için ne zulüm bir işmiş.
Sabahın erken saatlerinde başlayıp tüm gün süren online eğitim beni tahmin edeceğimden çok yordu. Zaten korona ile ilgili en belirgin hissettiğim şey “yorgunluk” oldu diyebilirim. Halsiz değildim hatta tam tersine gayet güçlüydüm ama basit bir yemek bile yapsam sonrasında kendimi aşırı yorgun hissediyordum. Verdiğim eforun karşılığına denk gelmeyecek bir yorgunluktan bahsediyorum. Bana sanki birdenbire on yaş yaşlandırılmışım gibi geldi. O yüzden de bir şey yapacak motivasyonu kendimde bulamadım. Ne daha önceden çekimini yaptığım bir sohbetin montajını tamamlayabildim ne de yeni herhangi bir şey üretebildim. Tam olarak yaşadığım duyguyu somutlaştırmak gerekirse biri ellerimi kollarımı bağlamış gibi hissediyorum bir süredir. Beni bağlamışlar, karnıma da taş koyup suyun dibine atmışlar sanki… Hareket edemediğim gibi, içinde olduğum durumu bir türlü anlatamıyorum da yani… Şu satırları yazmaya çalışarak bağlı olduğum iplerden kurtulmak için zorluyorum kendimi bir nevi.
Kızımın okulu yüz yüze eğitime geçince ve karantinam bitince kendimi iki gün önce doğaya vurup biraz yürüdüm. Devletin sistemine göre artık özgür dolaşma hakkına sahibim ama başkalarına virüs bulaştırma ihtimali hala varsa diye kalabalık ortamlara kısa bir süre daha girmemin doğru olmayacağını düşünüyorum. O yüzden sevdiklerimle yüz yüze buluşmak yerine, kimselerle yakınlaşmadan tek başıma Caddebostan sahilinde yürümek istedim. Çok iyi geldi. Yalnız yine garip bir şekilde yürüyüşüm bittiğinde kendimi çok yorgun hissettim. Koronanın verdiği bu yorgunluğun bir süre daha devam edebileceğini söylüyorlar. Umarım çok uzun sürmez.
Didem Elif