Bir dünya düşünün ki içinde çocuk olmasın. Kurşun sesleriyle dönsün dünya. Kuşlar cıvıldamasın. Hatta tek bir kuş uçtuğu görülmesin gökyüzünde. Ağaçlar yeşermesin. Yeşermesin ki kağıda dönüşemesin. Tarih; yanmış, parçalanmış kağıtlara yazılabilsin ancak. Toprak hep ıslak kalıp, ölü bedenleri çürütsün telvelerinde. Yaşayan bedenlerin dili olmasın. Dili varsa kalbi olmasın. Parayı sadece parası olan alsın. Kafası büyük olana çıksın piyango. Elleri küçük olanın dolsun cebi. Cep ne kadar küçükse o kadar yırtık olsun dibi. Dikiş bilmekse dünyanın en büyük ahlaksızlığı sayılsın. Ve bu düzende yaşayan herkes ahlaklı olsun.
Bir sergi izledim bugün. İçinde sadece çocuğun olduğu bir dünya gördüm. Yaşadığımız dünya gibi kimsenin dengesini bozmadan kendi etrafında dönüyordu. Kurşun seslerine rağmen; cıvıldayan kuşlar, yeşeren ağaçlar, kalbi olan canlı bedenler dillenmişti resimlerde. Gazete küpürlerindeki dili bilmem gerekmiyordu, okuduklarımı anlamak için.
Karanlık bir odaya girdim bugün. Gözleri kapalı insanlara dönmüştü ışık yüzünü. Onlar aydınlandıkça içimdeki karanlığı gördüm. Nelere gözümü kapamışsam, her biri kafa tuttu bana, acizliğimi fırsat bilerek. Başka bir odaya attım kendimi, huzurumu kurtarabilmek için. Oysa gerçek; oturmuş odada, çay keyfi eşliğinde benim gelmemi bekliyordu.
Didem Ünlü’nün, Nişantaşı’nda yeni açılan Mim Art & Antiques’deki sergisine gittim bugün. Duvarlarda soğuk savaş, sanatla belgelenirken; masumiyet, varlığını kara çarşafa rağmen koruyordu.
Son Kulis Haber / 04 Nisan 2012