Son zamanlarda epey kilo aldım. Nasıl işse artık, azimle vermeye çalıştıkça da aldığım kilolar artıyor. Geçen yaz aletli pilatese gittim sorsan. Sonra bu işi hızlandırmak adına pasif jimnastiği de kapsayan son model bir zayıflama sistemine girdim. Vücuduma bağlanan o sert şekilde gıdıklayan aletlerin sayesinde, kahkaha ve ağlama arası bir duyguyla selülitlerimden bir nebze kurtulduysam da; üstüne kilo almaya devam ettim. Aklımı seveyim ki; şu an hala veremeyip de, üstüne aldığım artı kiloların taksidini ödüyorum.
Yoga hocama bu konuda sızlanırken, konu alma verme dengesine döndü. Yaşantımı, karakterimi, son yıllarda geçirdiğim süreçleri yakından bilen ve yoga hocam olmasından dolayı da bedenimi gözeten biri olarak Burcu bana dedi ki; “maddi karşılığını almadan (sadece parayı kastetmiyor) karşı tarafa çok fazla verdiğin için kilo alıyor olabilir misin Elif?”
O an kafama balyozla vurulmuş gibi oldum. Gerçekten de karşılığını beklemeden çok hizmet verdim şu son aylarda. Hiç düşünmeden ve bundan rahatsızlık duymadan hem de. Gel gör ki bedenen sürekli şişiyorum. Resmen doğum sonrası kiloma çıktım. Bedenim sırf alma dengesini korumak adına, gönülden harcadığım bu enerji karşılığında kilo alıyor olabilir mi? Olur mu olur valla. Kendi bedenimden bu salaklığı beklerim…
İşte o yüzden birkaç gündür Acun Diyeti uygulamaya karar verdim. Hayır hayır yanlış okumadınız. Yazının başında kullandığım görsel kafanızı karıştırmasın; Acur Diyeti değil, Acun Diyeti…
Şimdi, Yaradanın bildiğini kuldan saklayacak değilim. Acun‘un yaptığı televizyon işlerinin çoğuna ben bir türlü ısınamadım. Dolayısıyla O Ses Türkiye dışındakileri de biraz fikir sahibi olsam da hiçbir zaman tam olarak takip edemedim. Hele şu yarışmacıları, örümceklerle dolu camekan bir kutunun içine kafasını sokturan programı yaptığı andan beri, kusura bakmasın ama onu köpek balıklarıyla dolu olan bir havuzun içine atasım var. Evcilleştirilmiş olanların konduğu bir havuz olacak bu elbette. Yoksa adamı delik deşik etmek gibi bir niyetim yok. Kesinlikle şiddete karşıyım. Bunu yapmayı düşünmekteki amacım, tamamen korktuğumuz şeylere karşı bir kişiye bile olsa bir katkımın dokunmasıydı.
Yine de kabul etmem lazım, Karatay filan hikaye, gelmiş geçmiş en iyi diyetisyen Acun’dur. Ben şahsen onun kadar hızlı kilo verdireni ömrü hayatım boyunca görmedim. Üstelik bir de bir güzel fit, kaslı ve bronz bir vücuda sahip oluyorsun ki sorma gitsin.
Dolayısıyla dedim bundan böyle beni ancak Acun Diyeti paklar. Nasıl olacak o diyet derseniz, anlatayım. Pek kolay…
Bir kere yemek yemek yerine içinde bulunduğun insanlarla birbirini yiyorsun. Kesinlikle iştah kapatıyor. Özellikle rekabet içinde olmana rağmen, arkadaş yerine koyduğun insanlarla yapıyorsun ki bunu; yağların bir güzel erisin. Dolayısıyla karbonhidrat, protein filan hesabı yaparak kafanı yormana gerek yok. Fazladan üç kaşık kuru fasülye yediğin için suçluluk duymadan karşındakini bir kaşık suda boğabilirsin.
Boğmak derken aklıma yıllar önce, çok değer verdiğim birinden duyduğum gerçek bir hikaye geldi. Resminin iyi olduğu kuşku götürmez kıdemli bir ressam; bir dönem genç ressamların bir araya gelmesine vesile olarak, onların zaten önü açık olan yollarının daha hızlı ilerlemesine destek olmuş. Şimdi isim vermeyeceğim ama resim camiasını bilenler kimden bahsettiğimi anlamıştır. Kadıköy yakası diyeyim de, karşı mahalleden kimse üstüne alınmasın. Bu arada öngörüsü çok yüksek biriymiş demek ki, gerçekten de o dönem destek olduğu tüm ressamlar hızlı bir şekilde parlamış.
İçlerinden biri bir gün kıdemli ressamla tartışmaya girişmiş. Genç olan sürekli diğerini eleştiriyormuş. Yönteminin yanlışlığından şikayet edip, ona akıl veriyormuş. Yaşlı olan istifini bozmadan genç ressama şu hikayeyi anlatmış (Normalde yazılarımda argo kelimeler kullanmayı pek sevmem ama affınıza sığınarak dinlediğim şekliyle yani sansürlemeden yazacağım).
“Bir gün denizde yüzüyordum. Affedersin çok kakam geldi. Etrafıma bakındım. Benden başka kimsecikler yok. Rahatlamak için denizin ortasına koyverdim içimdekini. Aaa sonra bir baktım, kapkara şey karşıma geçmiş usul usul benim yanımda yüzüyor. Ulan dedim görüyor musun şunun yaptığını? Sıçtığım bok bana yüzme öğretiyor.”
Ressam tanıdığım bu hikayeyi dinleyen taraftı. Kendisine kibarca bok denmesine rağmen; karşısındaki ressamın dile getirdiği meselin ne kadar öğreti dolu olduğunu düşündüğü için bana bu hikayeyi anlatmıştı.
Fazla kilolarıma geri dönersek; hani olmaz da, olur ya günün birinde Acun bir şekilde, “hadi gel ben senin kilo vermene yardımcı olayım,” derse ve sorarsa “benimle var mısın, yok musun?” diye.
Ona aynen şöyle diyeceğim:
“Evet canım!”
Didem Elif
Not: Acun Diyeti yapma konusunda çok ciddiyim. Yediklerimiz için değilse de, en azından medyada takip ettiklerimiz için… Aynı şey sosyal medya için daha da acil geçerli. Beni dikkatli takip edenler belki bilirler, geçen hafta Ahmet Hakan’ın yazdığı bir yazı üzerine, eskiden yazdığım Korkma adlı yazımı paylaşmıştım. Ahmet Hakan’ı da “Ahmet Hakan yalnız değildir,” diyerek etiketlemiştim. Sonradan yazdığına göre öğrendim ki, meğer en sevdiği mottosu; Ahmet Hakan yalnızdırmış… Benim de bazen zevzekliğim tutuyor işte. Ben ne bileyim. Gerçekten affola… Bu arada Ahmet Hakan’ın kendisini bu kadar yalnız hissetmesine değil de, yeryüzünün en büyük gerçeğini hala öğrenememiş olmasına çok acıdım. “Nedir o gerçek?” derseniz… “Yalnızlık Allah’a mahsustur.” İmam hatipte okumuş bir gazeteci bu kafadaysa eğer, Türkiye’deki imamların halini siz düşünün artık.
Sevgilerimle
Kullanılan görsel; Freepik sitesinden değerlendirilmiştir.