Gezi Parkı direnişi için yapılan şarkılar dışında müzik dinlediğim yoktu 15 gündür. Bu sabah, hafızamda yarım yamalak kalmış, dilimden kendiliğinden dökülen bir Sezen Aksu şarkısıyla uyandım. İnternetten bulup yeniden dinlediğimde fark ettim ki, şarkının sözleri Mevlana’nın. Albümün adı “Işık Doğudan Yükselir”. Şarkının adı ise “Yeniliğe Doğru”. Ne diyeyim tüylerim ürperdi.
Gezi parkı direnişi sonrasında, nasıl acil ihtiyaç listesi giderek artıyorsa; ülkemiz için de farklı bir ihtiyaç listesi oluşmakta. Çünkü her zamankinden daha fazla kutuplaşıyoruz. Derin bir ayrışmaya doğru gidiyoruz. Türkiye “Yedirmezler” ve “Yemezler” olarak ciddi anlamda ikiye bölündü. Bu iki grubun birbirini “anlamaya” ihtiyacı var ki aynı ülkede “gazsız bir saha alanında” yaşayabilelim. Bunun için önce dinlemeyi, sonra da konuşmayı öğrenmemiz lazım tabi. Ama hepsinden önce en acil ihtiyacımız olan şey “güvenmek”, bana sorarsanız bu olmazsa olmazımız. Yedirmezlerin, kimsenin onları yemeyeceğine; Yemezlerin de olduğu gibi var olabileceklerine güvenmeye ihtiyacı var, ki buna her iki taraf da “özgürlük” diyor. Yani aynı şeyi iki farklı dilde anlatıyorlar.
Maalesef yalanın caizmiş gibi kullanıldığı bir platform üzerinde yaşıyoruz. Bu platformu oluşturan haddini aşmış bir şekilde medya, sosyal medya ve siyasi kurumlarla ilişiği olan insanlardır. Platformu bir şekilde kullanan dürüst insanların -hangi tarafta olursa olsun- kendini güvenli bir zemin üzerinde hissetmesi zordur. Bütün bu zihin bulanıklığının içinde, mevzu bir takım tutma durumundan öteye gidemezse; haliyle “En Büyük Kim?” yarışması kaçınılmaz olur. Bu da körlüğün dik alasıdır.
“Güç” kavramının göreceli hale geldiği yeni dünya düzeninde, sadece “büyüklük” gösterisinde bulunmak adına yapılan her türlü hareket iki tarafın insanına da zarar verdiği gibi; kendi adına ise onu en fazla komik duruma düşürür. Haklıyken haksız olma kısmı da cabası.
Bu yazıyı her ne kadar yaşananlara dışarıdan bakmaya çalışarak yazsam da; 15 gündür, Çapulculuk yapmaya başladığımdan beri yani, Yemezler olarak taraf tutmuş biri olduğumu itiraf etmem lazım. Her ne kadar bir tarafa zorla itildiğimi iddia edebileceksem de, böyle bir söylemle ancak kendimi kandırabilirim.
Bu yüzden, her şeyden önce kendi içimde oluşan bu ikiliği kabullenmeye çalışıyorum günlerdir. İçimdeki öfkeye neden hakim olamadığımı anlamaya çaba gösteriyorum. Henüz o erdeme vakıf olduğumu söyleyemem. Ne zaman ki durulur içim, belki o zaman, o da belki. Hala birilerini suçluyor, kendim gibi düşünen ve davrananları savunma çabasına giriyorum. Bütün bu yaşananlarda her birimizin sorumlu olduğunu bile bile üstelik.
Ne yalan söyleyeyim düne kadar; kendim dışında bir fikri, bir davranışı, bir inancı, bir değeri ve her şeyden önce bir insanı değiştirmenin mümkün olmadığına inanan biri olarak; “eylem” anlayışına karşı biriydim. İnsanın ancak ve ancak kendisini değiştirebileceğine inandım bu bağlamda. Bu da zorlamayla olabilecek bir şey değildi. Dayatmayla elde edilebilecek bir şeyse hiç değildi. Kendi gelişimini aktarmanın yolu bence edebiyattı, sanattı, bilimdi.
Peki neden Gezi direnişlerine destek verdim?
Nedenini anlatmak için nelere direndiğimi açıklamaya hiç niyetim yok. Bilenler biliyor zaten. Şu ana kadar anlamayan da ben ne dersem diyeyim gene anlamayacaktır. Nitekim günlerdir anlatılıyor bin bir güzel şekliyle. Sağır sultan bile duysun diye bir tencere tava kullanımı kısmı var ki, aslında o bu işin ne kadar naif olduğunun kanıtı bana sorarsanız.
Bu arada naiflik iyi bir şey midir peki? Benim için hayır. Çünkü yetersizdir. Ama yine de naiflik saflıktır, acemiliktir. Alanında profesyonel olan herkes bilir ki, “acemi ruh” başlangıç için bir gerekliliktir. Bu yüzden benim için çok anlamlıdır işte. Ayrıca bıçak, tabanca, tüfek gibi silahların yerine kullanılmış olduğundan; insanlık tarihine en masum savaş enstrümanı olarak geçecektir, her ne kadar kötü çalınmış olsa bile.
Çocuğu enstrüman çalmayı öğrenen bir ebeveyn; güzel bir parça dinlemek için, bir süre çocuğunun yarattığı ses kirliliğine maruz kalması gerektiğini bilir. Bu yüzden aynı parçayı defalarca kulaklarını tıkamadan sabırla dinler.
Bir inşaatçı; daha iyi ve yepyeni bir yapı inşa etmek için, önce eskisini yıkması gerektiğini bilir. Yıkım ve yapım anında tozu dumana katsa da, bir süre görüntü kirliliği yapsa da; oturup kendi kendine dövünmez. İleride elde edeceği yapı bitmiş haliyle onun gözünün önündedir.
Bir bahçıvan; daha güzel ve yemyeşil bir bahçe düzenlemek için, toprağı baştan başa sürmesi gerektiğini bilir. Karman çorman olmuş, özensiz ve düzensiz olan toprağın o anki görüntüsüne takılmaz. İleride meyvesini yiyeceği ağaçların gölgesinde dinlenirmişcesine nefes alarak çapalar.
Bu bağlamda bir insan olarak; daha iyi bir sistemde yaşamak için, eski inançlarımdan vazgeçerek bu eyleme katılmam gerektiğini düşündüm. Yalanın en adice kullanıldığı sosyal medyada direnişe olanca gücümle destek vermem bundan. Yoksa daha beter bölünelim, daha beter ayrışalım diye değil. Her zamankinden daha güzel ve daha güçlü birleşelim diye.
Ancak bundan sonrası çok önemli. Sabah dilime takılan “Yeniliğe Doğru” adlı Sezen Aksu şarkısındaki Mevlana’nın söylediği gibi:
Her gün bir yerden
Göçmek ne iyi
Bulanmadan donmadan
Akmak ne hoş
Her gün bir yere
Konmak ne güzel
Bulanmadan donmadan
Akmak ne hoş
Dünle beraber
Gitti cancağızım
Şimdi yeni bir şeyler
Söylemek lazım
Ne kadar söz varsa
Düne ait
Şimdi yeni bir şeyler
Söylemek lazım